top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Garaj

"Bir yumru oturacak boğazıma, çok sonraları âdemelmasının o yumruyla alakasının olmadığını öğrendiğimde şaşıracağım."


Burçin Taşdemir


Hepsi artık çok uzak bir yazda kaldı. Şose yollar, harman yerleri, kurumuş dereler. Üzerindeki tozları şöyle bir üflesem geri gelecekler. İlçe garajında otobüsten ineceğim, muavin beni kahveciye emanet edecek. Akşama dek bir tahta sandalye tepesinde dayımın gelmesini bekleyeceğim. Ama dayım gelmeyecek. Bir yumru oturacak boğazıma, çok sonraları âdemelmasının o yumruyla alakasının olmadığını öğrendiğimde şaşıracağım. Başımın çaresine bakmayı o gün öğreneceğim.


Annem her yaz beni başından savmak için köye gönderirdi. Oradakilerin de beni istemediğini bile bile. Kimse bir piçi istemez. Bir piç ayaklı bir soru işaretidir çünkü. Girip çıktığı her yerde iz bırakır. Cevabını veremezler.


Bir telgraf çekerdi gideceğim günün evvelinde.

Oğlan yarın dört arabasıyla gelecek,”


Anafartalar Çarşısından bir mağazanın sert plastik tutacaklı naylon torbasına iki pantolon, iki fanila koyar yollardı beni. Teyzem bayılırdı o naylon torbalara. Giderken elbiselerimi kötü bir çulla bohçalar, torbayı kendine saklardı. Bizi kimsenin görmediği zamanlarda bana şehri anlattırırdı alçak sesle. Sinemaları, havuzlu parkları, gazinoları. Ben de bilmezdim çoğunu, uydururdum. Sırf birinin beni sevdiğini hissetmek için masallar anlatırdım teyzeme. İğde, köftür yerdik geceleri evin önünde. Yıldızlar yanıp sönerdi. Burnumda hafif bir yanık kokusu. Benimle uluorta konuşmaktan kaçınırdı. Dedem kızardı çünkü. “Yüz vermeyin şu soysuza,” derdi ama yine de evine alırdı. Acır mıydı da alırdı yoksa annemin rezaleti daha fazla ayyuka çıkmasın diye mecburiyetten mi bilinmez.


Dedem insandan çok kıraç bir toprağa benzerdi; susuz, çatlak. Sesi bile gevrek çıkardı. Sahanlıktaki sedirde oturur, tek dizini altına alır, sigara sarar ve akşama dek karşı tepeleri seyrederdi. Rüzgar eser, kavaklar iki yana sallanır ama dedem orada taş gibi dururdu. Kırkta yılda bir ilçeye inerse evde bayram havası eserdi. Radyo açılır, teyzem o anda ne çalıyorsa son ses açar, koca memelerini hoplatarak oynardı. Sonra anneannemin sesi gelirdi avluda bir yerlerden;

“Boyun devrilsin Esmeeee, sen de mi orospu olacan başımıza?”


Ellerimi cebime sokar, köyün içine doğru dolaşmaya çıkardım. O evde kalmak istemezdim ama başka gideceğim bir yer de yoktu. Bir piçsen gittiğin yere namın senden önce ulaşıp seni tüm çirkinliğiyle karşıladığından geçtiğim sokaklarda karşıma hiç çocuk çıkmazdı. Kuytu bir köşe bulur, ağlardım.


“Sen Eşe’nin oğlu musun? Aynı anana çekmişin,”


Her avluda bana seslenen bir iki ebe yahut teyze çıkardı. Başta kaçıncı sınıfa gittiğimle başlayan konuşma bir süre sonra annemin ne iş yaptığına gelirdi.


“Demek fabrikada çalışıyo, he?”


Tülbentlerinin ucunu ağızlarına kapatarak gülerlerdi ama o tülbentler kötülüğü örtmeye yetmezdi. Bir piç verilemeyen bir hesap idiyse de aynı zamanda küçük bir çocuktu; ama kimse bunu görmezdi.


Çaresiz eve dönerdim. O sıkıntılı, soluk mavi badanalı, tahta tavanlı yere. Annemin burada büyüdüğünü düşününce onun için üzülürdüm. “İyi ki kaçmış annem,” derdim kendime. Tatil bir an önce bitsin isterdim. Kimseye görünmeden günler geçsin.


O gün dayımın garajdan beni almaya gelmediğine başta üzülsem de sonraları bunu bırakacağım. Kahvecinin çırağı yanıma gelecek. Benden olsa olsa üç yaş büyük. “Hayırdır kardeş,” diyecek. Anlatacağım. “Sen bu gece şu köşede iskemleleri birleştir, uyu. Sabah ustaya derim, seni geri gönderir,”


O gece büyüyeceğim. İçimden bir adam çıkacak. Piçi mezara gömeceğim.

bottom of page