Öykü: Hayaller Sirki
“Kaybolmasın bacaklarım! Kazım, bacakları al! Unutma bak, getirmezsen seni öldürürüm!”
Betül DEVECİ
“Bayanlar, baylar! Ve bal yanaklı çocuklar! Hayaller Sirki’ne hepiniz hoş geldiniz!” Müzik! Şak şak şak şak! Gözlerini açmaya çalışıyordu. Göz kapaklarında kum torbaları vardı sanki. Ah bir aralayabilsem! Yapabilirsin annecim hadi oğlum aferin oğluma! Şak şak şak şak… Kirpikleri oynadı önce, sonra kumlar döküldü, torbalar hafifledi. Gözleri aralanınca pencereden sızan güneşe karşı eliyle bir hareket yaptı. Eline şaştı, eli oradaydı. Sol elim, bir sen kalmışsın. Düşerken sağa yatacağını anlayınca saçma bir sevinç kıvılcımı gelip geçmişti içinden. Solak olmak ilk defa işime yarayacak.
Kapının gıcırtısıyla olduğu yerde doğrulmak istedi. Boşuna bir çaba.
“Merhaba. Bugün nasılsınız?”
Bugün? “İyi...yim.” Kıpırdayamayan bir adam kadar iyi.
“Güzel. Ağrı kesiciler sizi biraz uyutabilir. Kendinizi zorlamayın. Dinlenin. Hastaneye getirildiğiniz geceye göre şu an gayet iyi durumda sayılırsınız. Elimizden geleni yapacağız. Bir sorun olursa hemşireye seslenirsiniz. Geçmiş olsun.”
Oda fena değil, Musa patron paradan kaçmamış. Hayret. Yerdeki tahta bacaklara takıldı gözü. Sirkte anlam yüklüyken, günlük hayatın içinde anlamını yitiren her şey: tek tekerlekli bisikletler, hulahoplar, çemberler, kırbaçlar, denge çubukları, lobutlar, trapezler, ipler, kostümler, ışıklar... Sis makinesi, dev hoparlörler. Ateşli sopalar. Ve ambulansa binerken… “Kaybolmasın bacaklarım! Kazım, bacakları al! Unutma bak, getirmezsen seni öldürürüm!” O gün de en uzun bacakları takmış, gösteriden sonra Tanya’ya açılmaya karar vermişti. Duruyor şimdi yerde, arkadaşını öldürmesi gerekmeyecek. Bir daha onların üstüne çıkabilecek miyim? Yoksa eskisi gibi güdük mü olacağım kalan hayatım boyunca? Peki ya sirk? Sirkte çadırı kim kuracak? Direklere kim geçirecek kumaşı? Çocuklara pamuk şekerlerini kapıda kim uzatacak? Beyaz çiçeğim, Tanya’m! At üstünde sahneyi dolaştığı anlarda pelerininin arkasında kim yürüyecek? Davut?!
Alçıların içinde bacaklarım tahta bile değil artık.
Hırıltı, burun çekme ve inleme. Uykusunda serçe parmağını oynatırken kanın yüzüne az da olsa yürüdüğü belliydi. Koltuk altından yayılan ter kokusunu duysa belki Davut aşağılardı yine onu: “Leş gibi kokuyorsun! Kardeşiz diye mecbur muyum seni çekmeye? Git, başka odada kal artık!”
Babası, onları sirk çadırına ilk soktuğunda, Davut, ateşli sopaları; o, tahta bacakları seçmişti. Zordu. Öğrenmek zaman aldı. Çok çalıştı. Her hatada babası kızıyor, sesi ayakların sesine karışıyordu. Tak! Tak! Gülümse. Yürü ve gülümse. Ağlamayacaksın! Acını göstermeyeceksin! Aşağı bakmayacaksın!
Ben o’yum bilette adı yazmayan çağrılmayan uzun adam içimi askıya asarım içimi unuturum kabuğum nasıl kabuğumu seversiniz patlamış mısırları şekerleri çöpler yerde kalır ben o’yum sizi eğlendiren her şeyin çöpü ben.
Yüzü yana kaydı. Serçe parmağı kımıldadı, kumlar döküldü, gözünü açtı. Baktı, kimse yok. Bağlı olduğu makineler ona acıdılar. “Dayan İsa!” Baş ağrısı geldi, kafasına oturdu. Aynı yere. O günkü gibi. Al, demişti gösteriden önce. “Bu ağrıyla sahneye çıkamazsın. Şu ilacı iç. ”Davut’un gözlerindeki alevin, oynattığı ateşli sopalardan gelip yerleştiğini sanırdı. Suyu içtikçe sönsün istedi, ilacı yuttu. Giyindi. Yüzünü boyadı. Bacaklarını taktı, dev adam oldu.
Kalbini tut kalbini kalbin tutuşacak ışıltılı elbisesinin altında kadının vücut hatları seni sen