top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Öykü: İstersen Yalan Söyle

"Son seferinde, içtiğim rakı değil tek buzlu iki parmak gözyaşıymış. Her zamanki masada, hayatındaki diğer kadından bahsetti."


İlbay Alp


Vedalaşmak için kitaplığımı birlikte düzenlemeyi önerdi. Birlikte sözcüğünü özellikle vurguluyormuş gibi geldi bana. Alt rafta kimsenin okumasını istemediğim defterlerim var. Sorusunu anlamamış gibi yaptım. Başka bir şekilde yeniden sordu. ‘’Satırlarda kaybolmak ister misin?’’ Tabi ki kabul ettim.


Mutfakta durduğum yerden salondaki kanepeyi görebiliyorum. Geldiğinde mümkünse salona geçmemeli, ne konuşacaksak burada konuşmalıyız. Zaten kitaplığım o kadar dağınık sayılmaz, sadece birkaç yeni rafa ihtiyacım var. Kapının çalmasını beklerken, aklıma gelen cümleyi masanın üzerinde duran defterime not aldım.


Arkadaşlık mı, dostluk mu bilemiyorum, mühim bir şey vardı aramızda. Daha sık görüştüğümüz yakınlık dönemimizde -ilişkimize yakınlık diyen oydu- kısa notlar yazardım onun için. Özenle seçilmiş sözcüklerle. Bir tanesi hâlâ cüzdanımda. Belki bir gün veririm, belki bugün. Saat iki gibi geleceğini söylemişti. O gelmeden kalemimi defterimi ortadan kaldırmak yerine kendime bir kahve yaptım. Öykü taslaklarımı yazmak için günlük gibi kullandığım telli defterlerimden haberdar olduğunu sanmıyorum. Beni yazarken görmemiş, kitaplarıma pek ilgi göstermemişti. Okumayı sevmeyen bir edebiyat öğretmeni.


Pazar günleri bana geldiğinde maç saatine kadar televizyonun karşısındaki kanepeye oturur, bir şeyler izler, playstation oynardı. Sıkılınca müzik dinlemek ister hep aynı listeyi açardı. Kendiliğinden başa dönüyor, çaldıkça çalıyordu. Bence yeterince kederli bir liste değildi ama ne yapalım o seviyordu işte. Neticede tüm şarkıları ezberledim. Ben kitaplığın yanındaki berjerde genellikle onu izler, bazen okurdum. Akşama doğru Bestekâr'daki meyhanelerden birine maç seyretmeye, rakı içmeye gider, çıkışta vedalaşırdık. Son seferinde, içtiğim rakı değil tek buzlu iki parmak gözyaşıymış. Her zamanki masada, hayatındaki diğer kadından bahsetti. Müstakbel bir can sıkıntısını anlatır gibi. Aynı fakülteyi bitirmişler, aileler tanışıyormuş, kız kendisinden iki yaş küçükmüş, sarışınmış falan. Bana ondan bahsetmesini aklım almıyordu, gergin gergin güldüm. Arsızlığıma yordu. Neyse ki dışarıdaydık, rezillik çıkmadı. Derin derin nefes alıp vermeye falan çalıştım. Kızı aramak, fotoğraflarımızı göstermek, aramızda olanları anlatmak gibi şeyler geçti aklımdan. Kabullenmekten başka çarem kalmadığında daha fazla görüşmemiz gereksiz geldi bana. O gün bu gündür eskisi kadar yakın değiliz. Arayıp kitaplığımın dağınıklığından, bize yakışan şekilde ayrılmaktan söz edince ne demek istediğini anlamadım, yüz yüze görüşmek iyi olur diye düşündüm.


Kupamı kahveyle doldurdum. Şu an ihtiyacım olan bu. Beklemek için bir kupa kahve. Asansör kapısının kapandığını duyuyorum, hafif bir ses ama mutfaktan duyması kolay. Alışkanlıkla o çalmadan kapıya vardım, sürgüyü açtım. Beklediğimi anladı. Göz göze geldik. Karnımın alt kısmında bir gitar teli gerildi ve titredi. Kahvemin birazı yere döküldü. Görüşme isteğini kabul ettiğime o an pişman oldum. İçeri davet etmedim.


Önceden olsa kapıdan geçerken bana bir omuz atar, bedeniyle duvara doğru iterdi. Tavrı eskisinden farklı, daha çekingen. “Girebilir miyim?”


Mutfak sandalyelerinden birini işaret ettim. İleri doğru atıldı, ben bir adım geriledim. Artık evin içindeydi. Kapıyı kapatıp sürgüyü çektim. Doğrudan salona geçti. Pencerenin yanındaki berjeri seçti. Sessizliğe ve kupanın kulpuna dikkat kesilerek biraz bekledim, sonra biraz daha. Hiçbir şey olmadı. “Neden geldin buraya?”