Öykü: Kayıp
"Aynaya baktım. Yüzümün sağ kısmında, gözün olması gereken yerdeki çukur, balık pullarıyla örtülmüştü."
Nesrin Bulat
Sevgili Şiir Perisi,
Birazdan okuyacaklarına şaşıracaksın. Ben hâlâ yaşadıklarıma inanamıyorum. Sağ gözüm dünden beri kayıp. Evet, doğru duydun. Yo yo, görme bozukluğumdan söz etmiyorum. Ben de biliyorum dokuz derece miyop olduğumu ama konu o değil. Dün sabah uyandığımda fark ettim. Tavan gelip gitti birkaç kez. Durumun görmeyle ilgili olduğunu anladığımda ilkin sağımı kapattım. Flu da olsa her zamanki miyop görüntüsü vardı. Solumsa, buzlu bir camın ardından bakıyormuşum gibiydi. Sadece puslu ışık. Dengem bozuktu. Başım da zonkluyordu. İki gözümü sımsıkı yumup uyumak istedim. Oysa ne uyuyordum ne de rüya görüyordum. Parmak uçlarımı yanı başımdaki şifonyerin üzerinde gezdirdim. Şişe dibi camlı gözlüklerim burada durur. Uyanınca ilk işim onları takmak olur, el yordamıyla bulup taktım. Tavana baktım. Küçük sarsıntılarla sabitlendi duvarın pütürlü beyazı. Ampul her zamanki yerinden pısırıkça sarkıyordu. Solu kapattım, yine o buzlu cam. Yataktan kalkıp gardıroba yürüdüm. Aynaya baktım. Yüzümün sağ kısmında, gözün olması gereken yerdeki çukur, balık pullarıyla örtülmüştü. Hiçbir canlılık belirtisi yoktu içinde. Hani gözbebeklerini aşağı yukarı sağa sola devindirirsin ya. Sol deviniyordu ama pullarla kapanan sağda devinen bir şey de yoktu. Tamamını bir matlık kapatmıştı. Gözlüğümü başımın tepesine taktım. Parmağımla sağın göz kapağına bastırdım, hafifçe ovuşturdum, araladım. Bir iki pula benzer parça döküldü elime. Gidip yüzümü yıkadım işe yarar mı diye. Yaramadı. O zaman bir telaş aldı beni. Uyumuyordum, kabus görmüyordum. Ovuşturup yüzümü yıkadığım halde bir şeyler düzelmiyordu. Ee ne demek oluyordu tüm bunlar? Belki gece yatağa düşürmüştüm. Tek kanatlı bir kuş gibi yalpalayarak çıktım banyodan, koridorda sağa sola birkaç kez vurarak ilerledim. Yolluğun kenarına takılıp düşecek oldum. Sonunda varabildim yatağa. Parmak uçlarımla ve sol gözümün yardımıyla yavaş yavaş yokladım. Kalbim delice çarparken sakin olmaya çalıştım. Yorganı, battaniyeyi aradıktan sonra yastığa baktım. Eğilip karyolanın altına, yerdeki yolluğa, terliğime, baş ucumdaki bardak ve sürahiye... Perdeye bile baktım göz bebeğim fırlayıp yapışmıştır diye. Tüm evi çöp kovaları da dahil didik didik ettikten sonra umudu kestim. Eskiden az da olsa gören bir çift gözüm vardı. Bundan sonra hayatımı devam ettirmek çok zor olabilirdi. Malulen emekli ederler miydi beni? Ürperdim. Sırt üstü uzandım yatağa. Hem yorulmuştum hem de bir plan yapmam gerekiyordu. İnsan, hani bir eşyayı kaybettiğinde tüm günün olaylarını sıraya koyar da en son ne olduğunu anlar ya... Sakinleşmek için bir bardak su içtim. Dün neler olduğunu, akşam eve nasıl geldiğimi hatırlamaya çalıştım. Nerelerden geçmiş, hangi evlerin önünde yavaşlayıp kapalı kapılar ardından sokağa taşan sesleri dinlemiştim? Böyle de pis bir huyum var işte. Evlerden, bahçelerden, parklardan gelen sesleri dinlemeden duramam. Tüm sesleri toplar, içlerinden bir hikaye çıkaracağımı sanırım. Şimdiye kadar duyduklarımdan yola çıkarak dişe dokunur bir şey yazmadım.
Neyse gözüm, diyordum. Evet, gözüm! Kim bilir nerede hangi kapının önünde... Yattığım yerde şimşek gibi çaktı bu düşünce. Pekâlâ sokakta düşmüş olabilirdi. Ama o zaman eve nasıl gelmiştim? Cevap veremediğim her soru hafızamda koca bir deliğe işaretti. Yine de onu sokakta aramak fena fikir değildi.
Dışarı çıktım. Karanlıktı. Tenhaydı. Rüzgâr korku üflüyordu enseme. Sağ gözüm on dört saattir kayıptı. Belki daha öncesi de vardı, ben fark edeli on dört saat geçmişti. Tahmin edersin ki Sevgili Peri sıkıntıdan hiçbir şey yememiştim. Şimdi tek gözümle karanlıkta, aç karnına, halsiz ayrıca umutsuz nasıl arayacaktım onu. Yine de başka çarem yoktu. Eğilip yerlere bakındıkça burnumun ucuna gelen gözlüğümü itmekten yorulmuştum. Apartmanın karşısında duran çöp konteynırının etrafını birkaç kedi almıştı. Birisi mahallenin müdavimiydi. Ön sol patisi aylardır kırık. Hep veterinere götürsem mi diye düşünür nedense vazgeçerim. Aramızda ince de olsa bir bağ oluştu bu kediyle. Ee az indirmedim yediğim balıklardan artanları ona. Yerlerde gözümü ararken garip bir şekilde arayışımı fark etmiş gibi huysuzlandı. Bir iki kez o da dönendi çöpü. Zavallıcığın burnu da yolunmuş. Birkaç haftadır da böyle. Kavgaya mı karıştı kim bilir. Ürkekçe bakıyordu. Gözleri iltihaplı. Aynı yerde daha fazla oyalanamazdım. Evden uzaklaşmaya pek cesaretim yoktu ama gözüm burada değildi. Birkaç adım atmıştım ki "Neye baktın öyle," diyen sesle irkildim. Kafamı kaldırınca sabahları işe giderken sokakta gördüğüm yaşlı kadını fark ettim. Kadın hep merak uyandırırdı içimde. Soğuk havalarda bile kaldırım taşının üstüne otururdu. Çenesini bastonuna yaslar, kımıldamadan dururdu. Uzun zamandır halini hatırını sorsam mı diye düşünmüştüm de bir merhaba bile dememiştim. Sokağın bekçisi addettiğim kadının bu akşam ilk kez sesini duydum. Sabahları kendini fark ettirmemeye çalışırken şimdi kükrüyordu. Yanıt bekleyen bakışlarını yüzüme dikti.
"Hiç..."
"Yok yok. Bir saattir ne aranıyorsun?"
Demek uzun süredir buradaymış.
Sana ne, diyemedim korktuğumdan. Doğruyu söylesem de inandırıcı olmazdı. İyi ya o da beni deli sanır, halime güler geçerdi.
"Sağ gözümü arıyorum," deyiverdim.
"Sen de mi," dedi. Tuhaf şey doğrusu. Başka arayanlar da mı vardı, yoksa bu kadın deli miydi? Yüzüne baktım.
"Genelde insanların gözleri işe yaramadığında düşer. Bir daha da bulunmaz."
"İşe yaramayınca derken?.."
"Senin için belki hala umut vardır."
Boğazımı temizledim, ağzımı açacaktım ki bana aldırmayarak omuzlarını örten şalına sarındı. Örgü hırkasının cebinden birbirine çarpan bilye seslerine benzeyen sesler duyuldu. Bastonuna yaslanıp ayağını sürüyerek birkaç metre ilerledi. Az önce çöpün etrafında dönen yaralı kediyle ne kadar benzediğini fark edip şaştım. Kadın yakınlardaki evlerden hiçbirinin kapısını açmadan uzaklaştı. Oysa onu her sabah görünce buralarda bir evde yaşadığını düşünmüştüm. İlerdeki sokak lambasının ışığı altında bir toz zerreciği gibi savrularak yok oldu. Kediyi aradım, o da yoktu. Ensemde yine o rüzgârı duydum. Boynum kasıldı. Gece, endişeli karanlığıyla iyice çöktü tepeme.
Düşünebiliyor musun Peri; sabahın erken saatlerinde gördüğüm bildik sokak, geç saatlerde düşman kesilebiliyor, içindeki zavallı yaratıklar canavarlaşabiliyordu. Her şeyi bırakıp tüm korkuma rağmen umudum zayıflasa da gözümü aramaya devam etmeliydim. İşe gelip giderken kullandığım yoldan ilerlemeye başladım. Omuz omuza sıralı eski evler sokağın iki yanına duvardı. Hepsinin önünde duruyor, eğilip birkaç dakika aranıyor ve yoluma devam ediyordum. Ana caddeye kadar ilerledim böylelikle. Aynı yolu tekrar ama bu kez sadece göz atarak geçmeye başladım. Eski evlerden birinin önünde hıçkıran bir çocuk sesi duyar duymaz kalakaldım. Ağaçsız avlunun taban betonu yer yer çatlamıştı. Dört katlı binalar arasında tek katlı yapısıyla onlardan daha zavallı duruyordu. Ağlama buradan geliyordu. Aynı şeyi dün de duymuş muydum yoksa zihnimin bir aldatmacası mıydı bilmiyordum. Tüm dikkatimi verip nefesimi tuttum. Evin avluya açılan kapısının önünde gerçekten de üç dört yaşlarında bir çocuk oturuyordu. Başını dizlerine yaslamıştı, omuzları sarsılıyordu. Pencereden dışarı soluk bir ışık dökülmüştü. Bacadan kahırlı bir duman göğe savruluyordu. Gecenin ayazında, kapı önünde ne yapıyordu? Birkaç kez seslendim,
"Şişt! Şişt!.."
Nihayet başını dizlerinden kaldırıp bana çevirdi.
“Gel, gel,” dedim elimi sallayarak. Sırtındaki ince, kadife yeşili battaniyeyi bırakıp isteksiz geldi. Kapının önünde dikiliyorduk. Sokak lambası, gölgelerimizi, çatlamış avlu tabanına düşürmüştü. Söze nereden başlayacağımı bilemedim. O, ne var dercesine bakıyordu. "Adın ne," dedim. Omzunu silkti. Belli ki doğru soru bu değildi. Gitmesinden korkarak "Neden ağlıyorsun," diye sordum. Yüzüme baktı, solgun çehresinde kırmızı kırmızı yanan ve arkasından itilmiş gibi duran patlak gözleri vardı. Terliklerinden fırlamış ayak parmakları mora kesmişti. Akan burnunu kazağının koluna sildi. Daha önce de defalarca sildiği kazağın sertleşmiş kol ağızlarından anlaşılıyordu.
"Neden ağlıyorsun," diye tekrar ettim sorumu.
"Üşüyoyum."
"İçeri gir."
"Aanamın çağıymasını bekliyoyum." Dişleri birbirine vuruyordu.
"İyi de neden hemen çağırmıyor?"
"Amca didince çağıyacak."
"Baban evde mi peki?"
"Baabam yok, ölmüş,"dedi. Tek omzunu kaldırdı. Gidip yerine oturdu. Onun için bir şeyler yapmak istedim Sevgili Peri. Ancak önce gözümü bulmalıydım. Yeniden aramaya başladım. Bir eğilip bir doğrulurken kafam, mayalı hamur gibi bir yumuşaklığa çarptı.
“Önüne baksana be adam kör müsün?” dedi bir kadın sesi.
İyice doğrulup dikkatle bakınca şişman bir adamın göbeğine tosladığımı anladım. Yanında su gibi güzel bir kadın vardı. Adamın koluna girmişti ve bu kolu sımsıkı tutuyordu. O da ne! Adamın iki gözü de pullarla kapanmıştı. Kaşe kabanının önü açıktı. Az önce tosladığım göbek kabanın açık bırakılan önünden küçük bir tepe gibi fırlamıştı. Kadın da adam da bizim sokağın insanlarına benzemiyordu. Bir kere son derece şık giyinmişlerdi.
“Şey affedersiniz, gözümü arıyordum da…”
“İyi ya çekil şimdi,” dedi kadın. Kibirli bakışları üstümde dolaştı.
“Çok özür dilerim ama beyefendinin durumu da benim durumum da birbirine benziyor.”
“N’olmuş?”
“Yeni durumuma alışamadım acaba onun… Yani nasıl olmuş?”
Adam ağlamaklı bir sesle, “Dünden beri iki gözüm de yok,” dedi. O, konuşunca kadının bakışları yumuşadı. Adamın kaldığı yerden devam etti, “Trafik çok yoğun olduğu için şoförümüz ara yollara sapa sapa bu sokaktan geçmiş. Sokağın sonuna kadar görüyormuş.”
“Evet, görüyordum,” dedi adam.
Arabada düşmüş olamaz mı, dedim.
“Biz de öyle düşündük ama arabanın her yerini aradık, üzerindeki kıyafeti de. Şoförümüzün ceplerini hatta saç diplerini bile aradık.”
Adam, ayağını yere vura vura “Her yere baktık ama yok, yok, yok!”
“Sizi çok iyi anlıyorum, aynı sinir bozukluğunu ben de yaşıyorum,”dedim.
“Bizim arabanın üstü açıktır,” dedi kadın, “o yüzden sokağa düşmüş olabilir diye en sonunda buraya geldik.”
“Siz bu sokakta mı oturuyorsunuz,” dedi adam.
“Evet, sokak boyunca ben de gözümü arıyordum ama ne sizinkini ne de kendiminkini fark ettim.”
“Sokağın sonunda el örgüsü hırkasının üzerine şal geçirmiş bastonlu bir kadın gördün mü,” diye sordu adam.
“Evet, dedim, ne ilgisi var?”
“Dün yağmurluydu. Trafik felçti. Kıyı kenar kaçarak buraya geldik. Bu sokaktan geçerken üzerine çamur sıçratmışız diye o kocakarı bize bağırdı. Bastonunu sallayarak gözün kör olsun gibi laflar etti. Durup konuşabilirdik ama zamanımız yoktu. Şoföre hızlanmasını söyledim basıp gittik. Sonrasını hatırlamıyorum. Gözlerimin kaybıyla bu kadın arasında bağ varmış gibi hissediyorum, onu bulup hem af dilemek hem de gözümü sormak istiyorum.”
Kadın gözümün önüne geldi. Bu gece ona tesadüf ettiğimdeki imalı konuşmaları… Sokak kedilerinin pati içleriyle yerden ara sıra kadına top gibi bir şey fırlattıklarını anımsadım. Sonra cebindeki bilye sesine benzeyen sesleri. Aman Tanrım, bunlar topladığı gözlerin sesleri miydi yoksa?
Biliyor musun şimdi ne düşünüyorum? İyi ki gözleri kayıp bu adamla karşılaşmıştım Şiir Perisi. Yoksa sağ gözümü hiç bulamayabilirdim. Bu arada kendiminkini aralarından almam için yüzüme uzanan bir avuç rengârenk, sahipsiz gözü unutamıyorum. Yarı kanlı yeşil gözbebeğimi onların içinde görünce irkilmiştim. Şimdi sorun yok hatta eskisinden daha iyi gördüğümü söyleyebilirim. Ya kedi patilerinin çizikleri işe yaramıştı ya da kocakarı şalının ucuyla silip verdiği için gözümü, görmem netleşmişti. Evet, bu hikâye sana akıl almaz geliyordur farkındayım. Hele kadını nasıl ikna ettiğimi bir bilsen ama o kadarını anlatmayacağım onu da sen bul artık.
Commentaires