top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Öykü: Kırk Adım

"...mutluluk kahkahaları gelip pencereme yapışıyor. İçeri alacak değilim. Cama yapışan kar taneleriyle beraber aşağı kayışlarını izliyorum."


Deniz Koloş


Depresyon. En yakın dostum. Beni hiç yalnız bırakmaz. Sıkı sıkı sarılır, kucaklar. İçtendir. Hep yanımda, hep benimle. Kötü günde ve daha kötü günde. Hep şurada, cam kenarındaki koltuğumda. Üzerinde ben yokken uzaktan baksanız bedenimin tüm kıvrımlarını, ağırlık merkezimi görüp, kilomu bile tahmin edebilirsiniz. Son bir yıldır iyice zayıfladığım için aslında bir yıl önceki kilomu demeliyim belki. Koltuğu iyi ki zamanında camın önüne yerleştirmişim, gün dönümlerini fark edebiliyorum böylece. Bunun dışında dışarısıyla pek bir ilgim yok. Üst katta dairem. Otururken camdan caddeyi görmek mümkün değil. Ben de ayağa kalkacak değilim. Vücudumun üst kısmını doğrultmam bile mucize. Zaten o da her zaman olmuyor. Çoğunlukla yatay pozisyondayım. Sol tarafımda, genelde. O taraf uyuşunca sırt üstü, bazen de yüz üstü. Dönmek bile efor. Oysa benim nefes almaya bile üşendiğim oluyor. En ufak bir hareket etme isteği yok içimde. Bu yüzden gerçekten uyuşmadıkça pek hareket etmiyorum. Başımın altındaki yeşil yastık dümdüz oldu. Kadife olduğu için kışın iyi ama yazın çok sıcak. Yakıyor yanağımı. En çok da sol yanağımı. Uyurken ağzımdan akan suyun lekeleri de var üzerinde. Şu anda yarı açık-yarı kapalı gözlerimin önündeler görüyorum. Elbette değiştirecek değilim.


Kapı çaldı. Gözlerimi tamamen açmakta zorlandım. Israrla çalıyor. Yastığımdan biraz ayrıldım. Kapıya doğru uzattım dikkatimi. Çalıyor hala. Ne sipariş verdim ne de ziyarete gelecek biri var. Ölü numarası yaparsam bir iki kez çalar ve gider.


Hayati ihtiyaçlarımı nasıl karşılıyorum merak etmişsinizdir. Bazı günler yatmak yerine oturabiliyorum, ki bu büyük baya büyük bir şey. Kötü günlerim dediğim, öyle günlerde sipariş veriyorum. Camdan sarkıttığım sepete koyuyorlar ve işlem tamam. Az efor, çok iş. Bu laf böyle durumlar için söylenmiyor galiba. Neyse. Mecbur kalmadıkça kalkmıyorum. Bozulmayacak yiyecekler alıyorum. Önümdeki sehpaya diziyorum. Pek iştahım yok, söylemiş miydim? Unutuyorum artık. Elimi koltuğun kenarından uzattığımda yakalayabileceğim küçük bir şişe su var yakınımda. Ona pek dokunmuyorum. Çişim gelmesin diye sıvı almayı bıraktım. Benim durumum da en zor şeylerden biri tuvalet ihtiyacı tahmin edersiniz.


Tüm gün bir şey yemediğim de oluyor, biraz cipsle güne başlayıp bitirdiğim de. Acıkır gibi olursam ayağımı sehpaya uzatıp cips paketini kendime çekerim. Bazen düşer. O gün bir şey yemem. Eğilip alacak değilim. Uyandıktan sonra yastığımın altındaki kumandamı alıp, tekrar başımı yastığa gömerim. Ekranda ne oynuyorsa ona bakıyorum. Bu konuda ayırt edici değilim. Sadece bakıyorum. Ses olsun. Bazen tüm gün böyle geçiyor. Güneş batıyor. Hava kararıyor. Televizyonun ışığı yetiyor tekrar uyumam için.


Zil ısrarla, tekrar tekrar tekrar çalıyor. Kısa dokunuşlardan uzunlara geçti. Kapıdaki her kimse kendini unutturmamakta kararlı. Parmağını ayırmıyor zilden. Bu ısrarı hafif doğrulmama sebep oldu. Hâlâ ölü numarasında kararlıyım.


Bazı günler cam kenarında olmanın bir anlamı oluyor. Şimdiki gibi azıcık doğrulup, yeşil kadife yastığımı camla kafamın arasına koyacak bir miktar enerjim olabiliyor. Caddeyi göremediğim için, duyma yetim gelişti. Mesela uzun ardı arkası kesilmeyen kornalar, trafik sıkışık demek. Bazen uzun küfürler duyuyorum. Birileri araçlarından inip, itişiyorlar. Karlı günlerde çocuk sesleri geliyor. Okulların tatil olmasından kaynaklanan mutluluk kahkahaları gelip pencereme yapışıyor. İçeri alacak değilim. Cama yapışan kar taneleriyle beraber aşağı kayışlarını izliyorum.


Camın önünde bir palmiye ağacı var. Gittikçe uzadı. Kalın ve uzun dikenlere benziyor