Öykü: Kırk Adım
"...mutluluk kahkahaları gelip pencereme yapışıyor. İçeri alacak değilim. Cama yapışan kar taneleriyle beraber aşağı kayışlarını izliyorum."
Deniz Koloş
Depresyon. En yakın dostum. Beni hiç yalnız bırakmaz. Sıkı sıkı sarılır, kucaklar. İçtendir. Hep yanımda, hep benimle. Kötü günde ve daha kötü günde. Hep şurada, cam kenarındaki koltuğumda. Üzerinde ben yokken uzaktan baksanız bedenimin tüm kıvrımlarını, ağırlık merkezimi görüp, kilomu bile tahmin edebilirsiniz. Son bir yıldır iyice zayıfladığım için aslında bir yıl önceki kilomu demeliyim belki. Koltuğu iyi ki zamanında camın önüne yerleştirmişim, gün dönümlerini fark edebiliyorum böylece. Bunun dışında dışarısıyla pek bir ilgim yok. Üst katta dairem. Otururken camdan caddeyi görmek mümkün değil. Ben de ayağa kalkacak değilim. Vücudumun üst kısmını doğrultmam bile mucize. Zaten o da her zaman olmuyor. Çoğunlukla yatay pozisyondayım. Sol tarafımda, genelde. O taraf uyuşunca sırt üstü, bazen de yüz üstü. Dönmek bile efor. Oysa benim nefes almaya bile üşendiğim oluyor. En ufak bir hareket etme isteği yok içimde. Bu yüzden gerçekten uyuşmadıkça pek hareket etmiyorum. Başımın altındaki yeşil yastık dümdüz oldu. Kadife olduğu için kışın iyi ama yazın çok sıcak. Yakıyor yanağımı. En çok da sol yanağımı. Uyurken ağzımdan akan suyun lekeleri de var üzerinde. Şu anda yarı açık-yarı kapalı gözlerimin önündeler görüyorum. Elbette değiştirecek değilim.
Kapı çaldı. Gözlerimi tamamen açmakta zorlandım. Israrla çalıyor. Yastığımdan biraz ayrıldım. Kapıya doğru uzattım dikkatimi. Çalıyor hala. Ne sipariş verdim ne de ziyarete gelecek biri var. Ölü numarası yaparsam bir iki kez çalar ve gider.
Hayati ihtiyaçlarımı nasıl karşılıyorum merak etmişsinizdir. Bazı günler yatmak yerine oturabiliyorum, ki bu büyük baya büyük bir şey. Kötü günlerim dediğim, öyle günlerde sipariş veriyorum. Camdan sarkıttığım sepete koyuyorlar ve işlem tamam. Az efor, çok iş. Bu laf böyle durumlar için söylenmiyor galiba. Neyse. Mecbur kalmadıkça kalkmıyorum. Bozulmayacak yiyecekler alıyorum. Önümdeki sehpaya diziyorum. Pek iştahım yok, söylemiş miydim? Unutuyorum artık. Elimi koltuğun kenarından uzattığımda yakalayabileceğim küçük bir şişe su var yakınımda. Ona pek dokunmuyorum. Çişim gelmesin diye sıvı almayı bıraktım. Benim durumum da en zor şeylerden biri tuvalet ihtiyacı tahmin edersiniz.
Tüm gün bir şey yemediğim de oluyor, biraz cipsle güne başlayıp bitirdiğim de. Acıkır gibi olursam ayağımı sehpaya uzatıp cips paketini kendime çekerim. Bazen düşer. O gün bir şey yemem. Eğilip alacak değilim. Uyandıktan sonra yastığımın altındaki kumandamı alıp, tekrar başımı yastığa gömerim. Ekranda ne oynuyorsa ona bakıyorum. Bu konuda ayırt edici değilim. Sadece bakıyorum. Ses olsun. Bazen tüm gün böyle geçiyor. Güneş batıyor. Hava kararıyor. Televizyonun ışığı yetiyor tekrar uyumam için.
Zil ısrarla, tekrar tekrar tekrar çalıyor. Kısa dokunuşlardan uzunlara geçti. Kapıdaki her kimse kendini unutturmamakta kararlı. Parmağını ayırmıyor zilden. Bu ısrarı hafif doğrulmama sebep oldu. Hâlâ ölü numarasında kararlıyım.
Bazı günler cam kenarında olmanın bir anlamı oluyor. Şimdiki gibi azıcık doğrulup, yeşil kadife yastığımı camla kafamın arasına koyacak bir miktar enerjim olabiliyor. Caddeyi göremediğim için, duyma yetim gelişti. Mesela uzun ardı arkası kesilmeyen kornalar, trafik sıkışık demek. Bazen uzun küfürler duyuyorum. Birileri araçlarından inip, itişiyorlar. Karlı günlerde çocuk sesleri geliyor. Okulların tatil olmasından kaynaklanan mutluluk kahkahaları gelip pencereme yapışıyor. İçeri alacak değilim. Cama yapışan kar taneleriyle beraber aşağı kayışlarını izliyorum.
Camın önünde bir palmiye ağacı var. Gittikçe uzadı. Kalın ve uzun dikenlere benziyor yaprakları. Arkasında, uzakta, nereden yükseldiğini göremediğim bir bayrak. Kocaman, göğün ortasında. Bazı günler eteklerini savuran bir dansçı gibi. İçe dışa içe dışa. Ya da elini tutsun diye sevgilisine uzatan bir ergen, titrek.
Zır. Zır. Zır. Kafamın içinde yankılanıyor. Zır. Zır. Zır. Açmayacağım işte. Anlasana açmayacağım. Sus artık. Zır. Zır. Zır.
Ellerimle kulaklarımı kapıyorum. Bayrağa bakıyorum. Karşısına geçmeyi hayal ediyorum. Dalgalandıkça yüzüme dokunsun. Sakinleştirsin kafamın içini. Yumuşacık, sevgi dolu biri gibi, okşasın yanağımı. Yumuşacık olduğunu hayal ediyorum kumaşın. Olmasa böyle rahat salınamaz.
Palmiye ise hemen camın dibinde. Çok sert. Kavga eder gibi kendisiyle. Rüzgârdan birbirine geçen yapraklarının sesini duyabiliyorum. Ne eğiliyor ne bükülüyorlar. Bu dik duruşu izlemesi bile yorucu. Birbirlerine geçiyorlar. Geçtikçe ayrılmaz oluyorlar. Birbirlerine çarpa çarpa bir arada kalıyorlar. Kuşlar bile konmuyor üzerine. Onlar bile biliyor orda tutunacak bir yer olmadığını. Palmiyenin çaprazında boş bir apartman var. En sevdiğim manzara o. Beton bina, beyaz pencere çerçeveleri, cam yok. İçinin boşluğu dışına yansıyor. Benim gibi. Kapalı havalarda yüzüme rastlıyorum ara ara, pencerenin camında. Göz bebeklerim falan boş. Yüzümde üzgün bir ifade. Niye bu kadar üzgünüm merak mı ettiniz. Bu soruyu çok duydum. Tüm ilişkimi kesmeden önce, etrafımdaki tüm insanlardan. Önceleri düzelsin istedim. Tedaviler falan. Sonra bıraktım. Ve rahatladım. Üzgünüm ve içimde bir boşluk hissi var. Sebebini de bilmiyorum. Oldum olası böyleyimdir aslında. Öyle boşum ki belki de iç organım falan yoktur diye düşünürdüm çocukken. İçine kapalı derlerdi, toplumla uyumsuz. Oysa içime kapanacak kadar bile enerjim yoktu. Artık çabalamıyorum. Çabalamamanın güzel tarafları var. Kollarım hafif mesela. Kafam hafif. Dudaklarım büzülü, çenem yukarı çekili. Hep bir yarı uyku hali. Kafamı kaldıramadığım günler oluyor bazen. İşte onlar zor.
Zil susmuyor. Bu kadar inat edilecek ne olabilir? Tamam. Sen kazandın.
Toplayıp oturmaktan, artık açılmakta zorlanan dizlerim ayağa kalkmayı denememe şaşırdılar. Onları da üzmüş olmalıyım ki çıt diye bir ses çıkardılar. Başka kimi mi üzdüm? Kendimi. Bunu şimdi konuşmak istemiyorum. Ayağa kalktım ama önümdeki sehpayı aşıp antreye ve oradan da kapıya yol uzun. Normal insan adımıyla on, benimkilerle otuzu bulur. Sonra bedenimi kapıya yaslayıp, gözümü deliğe dayayacağım. Büyük efor. Önce bekledim. Yani benim için normal olan buydu şimdiye kadar söylediklerimi dinlediyseniz. Sonra büyük bir dirayetle kapıya varmayı başardığımda, sustu. Evet evet sustu. Delikten baktım, kimse yoktu. Sanki hiç çalmamış gibiydi. Biraz enerjim olsa gülerdim. Kafamı güçlükle çevirdim. Şimdi bakınca canım koltuğum çok uzakta kaldı. Otuz adımda kapıya vardıysam tuvalete de gidebilirim. Kapıdan tuvalete en az kırk adım. Yavaş yavaş. Acele etmeden. Belki mutfağa uğrayıp soğuk su bile içebilirim. Kırk adım…
Bacaklarım daha fazla dayanamadı, olduğum yere çöktüm. Ellerim ve zaman zaman da dirseklerimin desteğiyle adeta bombardımanda mevzi değiştiren bir asker gibi süründüm. Başımı yastığa gömdüm. Yeşil kadife yastığıma. Koltuğumdan o kadar ayrı kalamam hem. Su içersem de çişim gelir. Gelmesin.
Comments