Öykü: “Kör Baykuşun Son Akşamı”
Onu üzmek istemiyordu, hatta ona fazla bakarsa onu sarartıp solduracağını düşünerek hemen onun omuzlarının üstünden merdivenlere baktı. Koridordaki dar pencereden utangaç bir ışığın duvarı yalayıp yere serildiğini gördü.
Öznur Ay
“Kısa bir uykusun, ebediyete uyandığımızda biteceksin…”
-John Donne ( 1572-1631)
9 Nisan 1951 sıradan bir ilk bahar gününde yazar, Paris’te Championnet Caddesi, 18 Mahallesi, 37 no’lu dairesine kapandı. Saatlerce evin bütün deliklerini sıkıca kapattı, sonra bir güzel tıraş oldu, duşunu aldı, tertemiz giyinip mutfakta yere beyaz bir örtü serdi. Pamuk poşetini yanı başına koyarak tam yere uzanıp gaz musluğunu açacakken kapının zili çaldı.
Günün bu saatinde kim olabilirdi? Saat şöyle dursun, bugünlerde kimin onun kapısını çalabileceğini düşündü. Belki yanlışlıkla çalınmış veya bir dini kuruma bağış toplayan biri ev sahibini yoklamış olabilirdi. Zaten son günlerde dostlarıyla bir kafede buluşmuyor, kahve içip sohbet etmiyordu. Bunun giderek azalan parasıyla bir ilgisi yoktu, asıl kendisi ve ülkesinin geleceğiyle ilgili umuduydu giderek yok olan. Kapının zili ikinci kez çaldığında belki de polisteki reddedilen ikamet başvurusu veya büyükelçiliğin kültürel ataşeliğinde bir pozisyon açılmasıyla ilgili mucizevi bir gelişme olabilir diye düşündü. Bunlara pek ihtimal vermese de örtüyü topladı ve kapıyı açtı. Karşısında daha önce hiç görmediği bir kadın dikiliyordu. Yabancı kadını bir yerlerden tanıdığını düşündü. Tanımak da ne demek bu kadın bütün hayatını etkisi altına alan o ifrit değil miydi? Neredeyse kadına, “Siz misiniz? Burada ne işiniz var?” diyecekti ama sustu. Kadın sıradan bir Fransız gibi giyinmişti ve akıcı Fransızcasıyla onun bildiği kadınla yakından uzaktan alakası yoktu. “Üst katınızda oturuyorum, bu gece evimde küçük bir parti veriyorum… Daha doğrusu yeni çıkan ilk kitabımı kutlayacağız, belki siz de katılmak isterseniz!” dedi. Yazar biraz şaşkındı. Bu kadını çok eskiden tanıdığını, hatta ismini bile bildiğini düşündü. Ama aklına herhangi bir ad gelmedi. Yine de bu kadının gözlerinin parıltısına, rengine, kokusuna hareketlerine öylesine aşinaydı ki neredeyse ruhlarının önceki bir hayatta cisimsiz, maddesiz bir evrende tek bir özden geldiğini düşündü. Kendi kendine defalarca er ya da geç bu kadınla buluşacağını ve bir şekilde onunla birleşeceğini hayal etmişti hep. Sonra içinden, “Bu hayatta onun yanında olmalıyım!” dedi ve belki de bunu sesli bir şekilde söylemiş olmalıydı ki kadın ona gülümsedi ve tatlı bir vurguyla, “Öyleyse geleceksiniz!” dedi. Aslında bir yandan kadını kırmak istemiyor, hatta yazdığı ilk kitabını merak bile ediyordu ama çok değil, sadece birkaç saat içinde öleceğini ve bir ölü olarak böyle bir partiye katılamayacağını düşünerek boşuna söz vermek de istemiyordu. Kadını kırmamak için, “Gelmeye çalışacağım ama söz vermiyorum,” dedi. Sonra da kadına baktı. Bu kadın, hayır, bu melek sonsuz bir hayret ve anlatılmaz bir ilham kaynağı sayılıyordu onun için. Onu üzmek istemiyordu, hatta ona fazla bakarsa onu sarartıp solduracağını düşünerek hemen onun omuzlarının üstünden merdivenlere baktı. Koridordaki dar pencereden utangaç bir ışığın duvarı yalayıp yere serildiğini gördü. Öğlen olmalıydı ama yemek yemeden intihar etmeyi planlamış, geçen 18 saat içinde de sadece su içmekle yetinmişti. Kadın onun belirsiz bir noktaya dalıp gittiğini görünce gülümseyerek, “Pekâlâ ben gelmenizi umut ediyorum,” dedi ve hafifçe başını veda anlamıyla yana eğerek dairesine giden merdivenlere yöneldi. Yazar arkadan onun bir yılan gibi siyah elbisesi içinde zarafetle yukarıya doğru kıvrılan uzun ince bedenini süzdü ve ancak kadın yukarı çıktıktan sonra kapıyı kapattı ve mutfağa geri dönerek tekrar beyaz örtüyü yere serdi. Planını değiştirmek veya geciktirmek gibi bir niyeti yoktu. Karar günler öncesinden alınmış ve bütün hazırlıklar bu zorlu grev günlerinde bile olsa titizlikle tamamlanmıştı. Hatta cebindeki bütün parasını bir zarfın içine koyarak bir not bile yazmış ve kitaplığın içine koymayı ihmal etmemişti. “125 Frank yarına kadar kira bedelim, 18 Frank beni huzura kavuşturacak doğal gazın bedeli artı birkaç Frank da cenazeyi kaldırma masrafları!” yazılıydı geride bırakacağı notta. Her açıdan gitmeye hazırdı. Evdeki bütün menfezleri tekrar gözden geçirdi. Sıkıca kapatıldıklarından emin olunca da mutfağa yöneldi. Camdan dışarıya baktı. Sıradan bir ilkbahar günüydü, hava açık ve yumuşaktı. Gökyüzü maviydi ama yer yer beyaz bulutlar görünüyordu. Yere uzandı ama sırtını cama döndü. Acaba gökyüzünün güzelliği kararını değiştirir diye mi korkmuştu? Hayır, artık bunlar umurunda değildi. Sadece alışık olduğu gibi sol tarafına yatarak uyumayı tercih ediyordu. Sonra uzandı ve gazı açtı. Tahminine göre gece kararmadan ölmüş olacaktı. Üst kattaki kadını düşündü; ne yazık ki kitabının adını ve içeriğini asla öğrenemeyecekti. Acaba kadın onun yazar olduğunu biliyor muydu? Sanmıyordu. O zaman yazarın yazdığı tek romanındaki bütün kadınların da onun bir yansıması olduğundan da haberi yoktu. Peki, neden onu evine davet etmişti? Belki nezaketen bir komşusunu gürültülü bir akşamı evinde geçirmesine gönlü el vermemişti. Gözlerini yumdu. Fazla kendini zorlamadı. Yorgundu. Hemen uykuya daldı…
***
Uyandığında hava kararmıştı. Şöyle etrafına bakındı, camdan içeri giren şehir ışıklarıyla her şeyi bıraktığı gibi buldu. Havada gaz kokusu da yoktu. Demek sadece uyumuştu. Derin bir uyku. Ama sanki üzerinden büyük ağırlık kalkmışçasına kuş gibi hafif hissediyordu kendini. Nedense yeni bir hayatın eşiğindeymiş gibiydi. Bir başka dünyadaydı. Doğduğu dünyanın aynısı ama farklı bir dünyaydı bu. Kendini bu dünyaya daha aşina hissetti. Garip bir rahatlık içindeydi. Madem ölmemişti, o zaman üst kattaki gizemli kadının evine gidebilirdi. Gelmeye çalışacağını söylediği bu geceki partiye katılabilirdi. Kim bilir, belki yeni ilişkilere gebe bir geceydi bu. Yerden kalktı ama örtüyü yerden almadı. Küçük banyosuna girdi. Elini yüzünü yıkadı. Kendine aynada şöyle bir baktı. Yanakları kızarmıştı. Neredeyse kasap dükkânında asılı etlerin rengindeydi. Ateşi mi vardı? Gözlerinde belli belirsiz ölüm