Öykü: Kuş Tüyünden Hafiflik
"Genç kadının hanidir yüreğini kimselere açtığı yoktu. İnsanın içini, yedi kat yabancıya daha rahat döktüğü söylenirdi."
İpek Taşdöğen
Pencere camından süzülen güz ışığı rutubetli duvarda değişik şekiller çiziyor, odadaki garip kasveti çoğaltıyordu. Uzun süredir koltuk kenarına ilişmiş bekleyen kadın bir an burada unutulduğunu düşünüp, dışarı, temiz havaya çıkma isteğine kapılsa da vazgeçti. Üzerine giydiği siyah yün hırkanın düğmesini fark etti. Düştü düşecek. Düğme etrafında bir tur döndürdüğü sarkan ipi çekti, düğümledi. Kopmasa iyi olurdu. Sonuçta bir iş görüşmesine gelmiş sayılırdı.
Etrafta kolçakları nakışlı iki koltuk, orta sehpa, yerde kırmızı halı, köşede beyaz duvaklı beşik vardı.
Beşiği görünce meraklandı. Bebek içinde miydi acaba?
Öteden bir gürültü duydu. Dikkat kesildi. Bir dolap kapağı açıldı sanki, bir çekmece itildi, aniden bir şey düştü zemine…
Neden sonra, onu buraya davet eden kadın dantelli tabakta bir bardak şerbet sundu.
Hafifçe doğruldu, uzandı alırken:
‘’Ne zahmet ettiniz.’’
Yeni anne olmuş ev sahibi bu tumturaklı söze tutundu.
‘’A, yok canım, buyurun,’’ derken misafirin karşısına oturdu, onu incelemeye koyuldu. Kadının yüzündeki çizgiler, ensesinde topladığı saçları, bardağa uzanan elleri nice günler gördüğünü işaretliyor, güven veriyordu.
Genç kadının hanidir yüreğini kimselere açtığı yoktu. İnsanın içini, yedi kat yabancıya daha rahat döktüğü söylenirdi.
Hem, güven, tecrübenin yol arkadaşı değil miydi sanki? Belki buna sebep, pek çok şeyi arka arkaya sıralamaya başladı.
Evin yüklüğünde bulduğu muskadan söz etti önce, koyduğu yerde bulamadığı eşyadan, hani, banyoda kullanmadığı halde ıslak olan havlu ve terlikten, toprağı kendi kendine sulanmış saksı çiçeğinden…
Normal insanların sohbetlerinde bunlardan söz edilmezdi gerçi ama genç kadın yine de bunlardan konuşuyor, anlattıkça ferahlıyordu.
İkram edilen şerbeti birkaç yudumda içen misafir, bardağı sehpaya bırakırken genç kadının hiç susmayacağından endişeli lafa atıldı:
‘’Fakat bu söylediklerinize eskiler, elem tere fiş, kem gözlere şiş der, lohusalık şeysi olmasın,‘’
Karşısındakinin tekrar konuşmasına fırsat vermeden eliyle bir işaret verip, derhal gözlerini kapadı, uzun süre dudaklarını kıpırdattı, en sonunda avuçlarını yüzüne sürdü. İşte tam da o an, ardı ardına esnemeye, göz yaşları sel olup akmaya başladı:
‘’Aa, ne oluyor bana böyle,‘’ diye söylendi.
Esnemeye doyamıyor, hırkasının cebinden çıkardığı kâğıt mendille yanaklarını siliyordu.
Kadının yüzüne baksa aynı illetin kendisine bulaşacağına inanan genç kadın oralı olmamaya çalıştı, oturduğu yerden kalktı. Gelinlik duvağının tülüyle süslü, köşede kurulu beşiğin yanına gitti, eğildi. Bebeğinin yanağını okşadı, sonra panikle mavi kurdeleli yastığın altını yokladı, nazar için bıraktığı süpürge saplarını yerinde bulunca rahatladı.
Kızarmış gözlerini rutubetli duvara diken misafir kadının esnemesi durmuştu. Belki şurada biraz uyusa kendine gelirdi, fakat buraya uyumaya gelmemişti.
Uzun zamandır, her sabah aynı saatte, aynı sokaktan geçer, meydandaki pastanenin masalarının tozunu alır, yerlerini süpürür, tabaklarını yıkardı. Bu yaşta sabahtan akşama dek ayakta dinelmek, kaynar sularla güreşmek zor işti doğrusu ama ne çare. Her şey ateş pahası. Öyle çarşıya pazara çıkıp, gönlünün istediğini almaksa ne mümkün.
Bir süredir önünden geçtiği apartmanın balkonundaki bebek çamaşırları dikkatini çekmiş, içinde çalışmak için kendine daha uygun yeni bir yer bulma hevesi yeşermişti. Ancak yaşadığı bunca yıl ona, dünyada heves kadar kolay kırılan bir şey olmadığını da öğretmişti.
Yine de bugün aynı balkonda, çamaşır sepetiyle çamaşır ipi arası mekik dokuyan, mandalları ağzına bir alıp bir çıkaran bu genç kadını görüverince dayanamayıp sordu;
Genç kadın, kocasının uzun yol şoförü olduğunu, doğum izninin on gün içinde biteceğini, çalıştığı yere geri dönmezse işten çıkarılacağını, bir nefeste araya sıkıştırınca, bebeğe bakabileceğini söyledi, ardından buraya, eve davet edildi.
Ev sahibi, gözlerini duvara dikmiş bu görüşmenin sonucunu bekleyen konuğuna baktı, fazla düşünecek bir şey de yoktu aslında. Kararını vermişti. Söyledi.
Pencere camından süzülen güz ışığının aydınlattığı odadaki ağır hava bir anda dağıldı, konuk hırkasından sarkan düğmeyi koparıp cebine atarken sanki içeri kuş tüyünden hafiflik, eski baharlardan kalma yeni bir ferahlık gelip yerleşmişi.
Commentaires