top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Major Depresyon

"Belli ki içi gülmüyor. Canı istemiyor."

Aygül Aydoğdu


Ayda bir apartmanın kadınları bir araya geliriz. Gün niyetine. Pandemide epey ara verdik. Balkondan, pencereden salkım saçak görüşmeyi sürdürdük ama gün gibisi yok. Düğün, bayram bize. Önceleri basbayağı altınlı dolarlıydı. Varlıktan değil, boğazımızdan kestiğimizden. Sonra beş litrelik zeytinyağlı güne döndü. Şimdilerde de niyetine. Kısırımızı böreğimizi yiyor, göbeğimizi atabiliyorsak ne âlâ. Altındı dolardı, çok kalmaz zaten bizim kenarımızda. Açın koynunda ekmek durmaz, derdi rahmetli anneannem.


Gün, on iki numarada bu ay. İki üstüm. Çeşit olsun diye İstanbul kısırı yaptım. Herkes bulgurla yapar, ben pirinçle yaparım. Bulguru bulmuşum da... Benimkine de aba bulamaz etine, atlas yamar götüne denir ya neyse. Nar ekşisi yerine şalgam suyu dökerim içine. Pirinç pembe pembe olur. Parmak yedirir. Yeşil soğandı, maydonozdu bir güzel süslerim. Prenses gibi oturturum tabağa. Söylemesi ayıp, elimden lezzet akar.


Koca bir kâse doldurup çıktım yukarı. Sultan, kocası, dört çocuğu, kaynatası, kaynanası birlikte oturur on iki numarada.


Zili çaldım. İkiletmeden açıldı kapı. Şaşırdım. Sultan'ın kaynanası. Sivri diliyle meşhur. Yuvarlanır gibi bıdır bıdır koşup Sultan açardı kapıyı hep. Elimdeki kabı aldı, içeri buyur etti. Salona girdim ki apartman orda. Fakat bir tuhaflık var. Dedikodu kazanı çoktan kaynamaya başlamış, fokurtusu apartmanı sarmış olmalıydı. Salon zehir gibi sessiz. Herkes kaş göz ediyor birbirine. Bana aldıran yok.


Oturacak yer aradı gözüm. Mıhsıçtı Nadire'nin yanına geçtim. Bu yine eli boş gelmiştir. Kıyıp da iki börek saramamıştır. Acıkacağım diye sıçmaya korkar, öyle cimridir. Bana kalırsa mıhsıçtılığı da yokluktan. Bunlar çocukken her akşam duru suya un çalıp yerlermiş. Ee, aç karın katık ister mi? Şimdi eli biraz ekmek tutmuş ama yemeye de yedirmeye de ödü kopuyor.


Gözüm kadın kalabalığına alışıp kim kimdir anlayınca Sultan'ı gördüm. Bir köşede oturuyor. Hoş geldin beş gittin demeyi bırak, dönüp yüzüme bile bakmadı. Sağ elinin işaret parmağını yeleğinin düğme deliğine geçirmiş, çevirip duruyor. Herkes şaşkın. Belli ki kimse ne olduğunu bilmiyor. Bakışıp duruyoruz. Meraktan çatladı çatlayacağız. Elmas teyze girdi salona, kayınvalidesi. Ardından Sultan'ın lisedeki kızı, Zümrüt. Soramıyoruz ama bir açıklama bekliyoruz, belli.


“Bunamaya girmiş.” diyor Elmas teyze çenesiyle Sultan'ı işaret ederek.

“Bunalıma babaanne, bunalıma.” diye düzeltiyor Zümrüt. Babaannesi okula göndermemiş bugün.


Kadıncağız önce az konuşur olmuş. Zamanla dut yemiş bülbüle dönmüş. Köpeğe hoşt, kediye pist demiyormuş. Yıkılana dökülene bile karışmıyormuş. Ayda yılda bir sözcük çıkarsa çıkıyormuş ağzından. Evdeki işlerden elini eteğini çekmiş. Bir bananecilik gelmiş üstüne. Sonra da köşe yastığı gibi oturup kalmış. Hep birlikte dönüp Sultan'a bakıyoruz. Gözlerimizden vah vah akıyor. Çok acıyoruz. Onca kafa kendisine çevrilince dudaklarıyla belli belirsiz gülümsüyor bize. Belli ki içi gülmüyor. Canı istemiyor.


Amaan... Buncağızın adı Sultan işte. Kendisi köle. Onca çoluğun çocuğun, kaynananın. kaynatanın yükü omuzlarında. Şimdi Elmas teyzenin yeni gelin gibi millete pasta börek servisi yaptığına bakmayın, küp gibi oturduğu yerden kalkmaz. Nasıl olsa Sultan döner ortalıkta. Bak kadıncağız yeleğinin düğme deliğinde parmak döndürüyor şimdi. Çocuklar desen paçalarını toplayamaz. Bir yanda yoksulluk ete yapışmış deri, sıyırıp atamazsın. Elmas, zümrüt isim sadece yoksa elde yok avuçta yok.


Bir de kocası var ki evlere şenlik. Konuşmaz gülmez, kimseye gidip gelmez. Gece yarılarına kadar sokaklarda. Nereye girip çıktığı belli değil. Kırk tarakta bezi var adamın. Karısını alıp bir doktora bile götürmemiş. Aldıyı verdiyi salmış, Agop'un kazı gibi bakıyor kadıncağız şimdi. Kafası başka alemde.


Televizyon programlarının birinde psikolog mu ne, işte ona denk gelmişler. Zümrüt aramış hemen programı. Annemin durumu böyleyken böyle diye anlatmış. “Görüp konuşmam lazım ama majör depresyon olabilir.” demiş televizyondaki. Elmas teyze, yoksa gelinime amansız illet mi bulaştı diye yanlarını dövmeye başlamış. Ama Zümrüt okumuş kız tabii açıklamış hemen, yok babaanne öyle bir hastalık değil, bunalıma girmiş diye. Bir nevi delilik herhalde.


Bir altımdaki Takıntılı Neriman “Ah yazııık!” dedi. ”Sönmüş balon gibi içi çekilmiş kadının, acaba aşıdan mı?” Neriman'ın yeni takıntısı. Kolundan aşıyla kamera gönderip seni gözetleyecekler desen olur mu hiç öyle şey demez. Ona göre her şeyin başı, aşı. Ama hakkını yemeyeyim bir ağlayan pasta yapar, çikolatası şelale. Damak çatlatır. Derken Çin aşısıydı, Alman aşısıydı, sen üç oldun, ben beş oldum tartışması alev aldı. Yükseldi yükseldi söndü. Sultan için başka da tahminde bulunan olmadı. Yenildi içildi, nihayet tabak çatal şakırtısı kesildi. Sultan da yedi isteksiz isteksiz bir iki lokma. İçi almıyor demek ki.


Sessizlik. Bir iki tokluk geğirtisi. Şimdi ne yapsak acaba kıpırtısı. Canımız da sıkılıyor bakışı. Eh, karnı doyunca biti kanlanıyor insanın. Zamanı geldi ama kimse söyleyemiyor. Ayıp olur şimdi insanlara. Kadın depresyona girmiş, hem de majör, sizin derdinize bak.


Bizim Fatoş biraz densizdir. Benim üç üstüm. Söylerse o söyler. Başka kimse açmaz ağzını. Demeye kalmadı, uzun boynunu uzatıp “Kız Zümrüt, bi müzik aç da iki dönelim şurda, hem annene de iyi gelir.” Bilmez miyim ben, yumurtladı işte. Ardından “iyi gelir, iyi gelir” sağanağı boşaldı. Millet dünden hazırmış. Kızcağız da bir umuttur deyip açtı internetten Erik Dalı'nı.


İstemem yan cebime koy misali bir ikisi kıyın kıyın çıktı ortaya. Sonra Sultan'dan başka oturan kalmadı. Hafif hafif omuz titretmeleri bel kıvırıp gerdan kırmaya vardırdık. Yüzsüzlüğü iyice ele alıp göbek hoplatıp kalça sallamaya bile başladık hasta kadının önünde. El çırpa çırpa dört döndük salonda. Sonunda kikirdeye kikirdeye vur patlasın çal oynasına geldik. Şu eğlence köşklerde saraylarda yok vallahi. Ooof, of!.. Sadece Sultan mı, hepimiz bunalmışız. Dünya şut çekilmiş top misali, hangi çamura saplanacağı belli değil. Şu hayatta gülecek neyimiz var, deliliğimize gülüyoruz işte.


Ne kadar el şaklatıp kalça salladık bilmiyorum. Gevşedik. İçimiz ferahladı. Bedenlerimize tatlı bir yorgunluk indi. Omuz titretmelerimiz hafifledi. Ortada dönen tek tük kişi de yerine geçti. Müzik kapatıldı. Evde bekleyen işler akla düştü. Pamuk gibi kısa bir sessizlikten sonra artık kalkalım kıpırtıları başladı. Yüzler yeniden Sultan'a döndü. Tek tek geçmiş olsun dilekleri iletildi. Sultan başını indirip kaldırarak “Sağ olun.” dedi.


Elmas teyzeyle Zümrüt herkesi yolculadı. Ben de boş kısır tabağını alıp aşağıya indim. Bizimkiler de biraz sonra doluşurlar eve.


Kapıyı açıp eve girdim. Mutfakta bulaşık dağ. Kısırı da döke saça yapmışım. Süpürge açmalı. Akşama yemek yok. Büyük oğlanın kareli gömleği yarına yetişecek. Tek gömlek için makine açılmaz, elde yıkamalı. Zaten elektrik faturası da almış başını gitmiş. İki gün sonra kira... Küçüğün pantolon paçaları uzatılacak. Sulak yerde yetişmiş sanki boylanıyor da boylanıyor, giysi yetiştiremiyoruz çocuğa. Bugünün de dünden farkı yok işte. Hep aynı telaş. Sultan da elini eteğini çekmiş her şeyden. Kimseye aldırmaz olmuş. Öyle köşe yastığı...

Baktım, benimkinin baba koltuğu gel gel ediyor bana. Geçtim oturdum. Elimi ayağımı düşürdüm. İçimin kıyıda köşede kalmış neşesini uçurdum. Gözlerim sağ elimin işaret parmağında, işaret parmağım hırkamın düğme deliğinde. Başladım döndürmeye. Az sonra zil çaldı. Benim oğlan. Zili duymadım. Çantasında anahtar var, çıkarıp açsın. Zil yetmedi, kapıyı yumruklamaya başladı. Apartman yıkılıyor. “Anneeeaa, anahtarı evde unuttum, açsana kapıyı!” diye yırtınıyor. Komşuları başımıza toplayacak. Dayanamadım. Hışımla kalkıp söylene söylene açtım kapıyı. “Aman be evladım, ağız tadıyla bir delirtmiyorsunuz insanı!”

bottom of page