Öykü: Major Depresyon
"Belli ki içi gülmüyor. Canı istemiyor."
Aygül Aydoğdu
Ayda bir apartmanın kadınları bir araya geliriz. Gün niyetine. Pandemide epey ara verdik. Balkondan, pencereden salkım saçak görüşmeyi sürdürdük ama gün gibisi yok. Düğün, bayram bize. Önceleri basbayağı altınlı dolarlıydı. Varlıktan değil, boğazımızdan kestiğimizden. Sonra beş litrelik zeytinyağlı güne döndü. Şimdilerde de niyetine. Kısırımızı böreğimizi yiyor, göbeğimizi atabiliyorsak ne âlâ. Altındı dolardı, çok kalmaz zaten bizim kenarımızda. Açın koynunda ekmek durmaz, derdi rahmetli anneannem.
Gün, on iki numarada bu ay. İki üstüm. Çeşit olsun diye İstanbul kısırı yaptım. Herkes bulgurla yapar, ben pirinçle yaparım. Bulguru bulmuşum da... Benimkine de aba bulamaz etine, atlas yamar götüne denir ya neyse. Nar ekşisi yerine şalgam suyu dökerim içine. Pirinç pembe pembe olur. Parmak yedirir. Yeşil soğandı, maydonozdu bir güzel süslerim. Prenses gibi oturturum tabağa. Söylemesi ayıp, elimden lezzet akar.
Koca bir kâse doldurup çıktım yukarı. Sultan, kocası, dört çocuğu, kaynatası, kaynanası birlikte oturur on iki numarada.
Zili çaldım. İkiletmeden açıldı kapı. Şaşırdım. Sultan'ın kaynanası. Sivri diliyle meşhur. Yuvarlanır gibi bıdır bıdır koşup Sultan açardı kapıyı hep. Elimdeki kabı aldı, içeri buyur etti. Salona girdim ki apartman orda. Fakat bir tuhaflık var. Dedikodu kazanı çoktan kaynamaya başlamış, fokurtusu apartmanı sarmış olmalıydı. Salon zehir gibi sessiz. Herkes kaş göz ediyor birbirine. Bana aldıran yok.
Oturacak yer aradı gözüm. Mıhsıçtı Nadire'nin yanına geçtim. Bu yine eli boş gelmiştir. Kıyıp da iki börek saramamıştır. Acıkacağım diye sıçmaya korkar, öyle cimridir. Bana kalırsa mıhsıçtılığı da yokluktan. Bunlar çocukken her akşam duru suya un çalıp yerlermiş. Ee, aç karın katık ister mi? Şimdi eli biraz ekmek tutmuş ama yemeye de yedirmeye de ödü kopuyor.
Gözüm kadın kalabalığına alışıp kim kimdir anlayınca Sultan'ı gördüm. Bir köşede oturuyor. Hoş geldin beş gittin demeyi bırak, dönüp yüzüme bile bakmadı. Sağ elinin işaret parmağını yeleğinin düğme deliğine geçirmiş, çevirip duruyor. Herkes şaşkın. Belli ki kimse ne olduğunu bilmiyor. Bakışıp duruyoruz. Meraktan çatladı çatlayacağız. Elmas teyze girdi salona, kayınvalidesi. Ardından Sultan'ın lisedeki kızı, Zümrüt. Soramıyoruz ama bir açıklama bekliyoruz, belli.
“Bunamaya girmiş.” diyor Elmas teyze çenesiyle Sultan'ı işaret ederek.
“Bunalıma babaanne, bunalıma.” diye düzeltiyor Zümrüt. Babaannesi okula göndermemiş bugün.
Kadıncağız önce az konuşur olmuş. Zamanla dut yemiş bülbüle dönmüş. Köpeğe hoşt, kediye pist demiyormuş. Yıkılana dökülene bile karışmıyormuş. Ayda yılda bir sözcük çıkarsa çıkıyormuş ağzından. Evdeki işlerden elini eteğini çekmiş. Bir bananecilik gelmiş üstüne. Sonra da köşe yastığı gibi oturup kalmış. Hep birlikte dönüp Sultan'a bakıyoruz. Gözlerimizden vah vah akıyor. Çok acıyoruz. Onca kafa kendisine çevrilince dudaklarıyla belli belirsiz gülümsüyor bize. Belli ki içi gülmüyor. Canı istemiyor.