top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Öykü: Mavi Eşofman

"Belki bir tanıdığa rastlardım kırk yılın başı. İki muhabbet, ömür geçerdi. Canım kimseye telefon etmek istemiyor. Altı yer, bir karanlık. Fazlasını umamam, başka türlüsünü de bilmem. Başıma iş gelir, neyime gerek."

 

Ayşegül Özaydemir


Boğazımda pandemiden beri bir yumruk var. Hani insanın sevdiği ölür de yasını tutamaz, burun direği sızlar, geçmez de büyür. Doktora sordum; egzersiz yap, temiz hava al, dedi. Egzersiz neyime. Yolda penguenler gibi yuvarlanarak yürüyorum. İçime oturan öküz de cabası. Eskiden içimde bir kuş vardı. Kanatlarını çırpınca dans ederdim. Sanıyorum katil öküz kuşun üzerine oturdu. 

Işıltılı caddede ellerim cebimde yürüyorum. Sokak lambalarından, havadaki elektrik tellerinden coşkulu şekiller sarkıyor. Kar tanesinin ağzı yüzü dağılmış. “Yeni Yıl” kutlanmıyor. Kirli sarı yanıp sönüyor. Hava almaya dışarı çıkmıştım, soğuk hava yüzüme çarptı. Başımı eğdim. Kentlerde yabancı insanların yüzlerine bakmak hoş karşılanmaz. Bir işiniz yoksa kimseler seslenmez. Akşamın bu saatinde kestaneciler de olmasa… Belki bir tanıdığa rastlardım kırk yılın başı. İki muhabbet, ömür geçerdi. Canım kimseye telefon etmek istemiyor. Altı yer, bir karanlık. Fazlasını umamam, başka türlüsünü de bilmem. Başıma iş gelir, neyime gerek.

Vitrinlerdeki büyük indirim vaatleri boş. Yapay bodur çamlar, kışa inat yeşil ve parlak. Yılın ilk ayı bitiyor. Maaşa bir hafta kala, cüzdanım havalandığı gibi iniveriyor. Kızgın bir taş var çantamda. Dükkânlar kış ortası indirimlerine rağmen kalabalık değil. İçeriden çıkan insanların elinde genelde torba yok. Veri girişleri evde beklesin. Satış analiz raporu yarın yetişir. Üç kuruş veriyorlar. Birikmiyor. Niye bu iş? Başka iş mi var? Temel, kriptoya gir, dedi. Dinlemedim. Saadet zinciri gibi. Sermaye düşmanı güya ama parayı götürdü, uyanık. Başka iş bulurum. İş ilanları. İki yıllık Adalet Bölümü mezunu, 26 yaşında, üç yıllık veri analizi tecrübesi… Eski fotoğrafımı koyayım. Kazak güzelmiş. Kaç para ki?

Kapıdan girer girmez klimaların sıcağı, biri tepemden diğeri sağımdan üflüyor. Atkımı fırlatarak çıkarıyorum. Montumun fermuarını sonuna kadar indiriyorum. Yuttuğum tozları öksürüyorum. Bakmayın bana, hasta değilim, desem grip mevsiminde kim inanır. Maske takmayı unuttum. Zincir mağazaların havada asılı görünmez toz tabakaları. Pandemide AVM’ler yeni açılmıştı. Beyaz kullan-at eldivenim, dört mağaza gezdikten sonra simsiyah olmuştu. Bir daha plastik eldivenle alışverişe çıkmamıştım. Pis eldivenler. Dünyanın dörtte üçü artık su değil, giysi ve aksesuar denizi oldu. Bir gün boğulacağım. Askıdaki ceket güzelmiş. Etiketi kesik. Markayı bilmiyorum. İhraç fazlası. İhraç zinciri. Bedeni var mıdır? Ya da boş ver. Evden çalışıyorum, ne gereği var. Koca kışı siyah eşofman, kadife tayt, iki penye kazakla geçiriyorum. Dolabımsa pantolonlar, etekler, ceketler, kazaklarla dolu. Zayıflayınca tekrar giyerim. 

Zayıf, uzun boylu, yirmilerinde iki kadın eşofmanları inceliyor. Uzun siyah saçlılar. Aralarındaki tek fark, birinin başında kova tipi balıkçı şapkası var. Topaç yüzüme yakışsa hemen alırdım böyle bir şapka. Dolabım şapka dolu olsa da alırdım. İki yıldır moda bunlar.  Saçlarım uzun olsa yanlardan sarkıtırdım. Eşofman reyonunun önünde duvar olmuşlar. Baskın sesli olan, daha sakin gördüğüm diğerine mavi bir eşofman altı gösteriyor.

“Malı çok kaliteliymiş, hemen ayırttır, sonra kalmaz!” Eşofman zorla kasaya ayırttırılıyor. Saçları kaynak olabilir. Önüm açılıyor. Eşofmanlara bakabileceğim için mutluyum. 

“Bütün eşofmanlar indirimde mi?” diyorum elimdeki mavi eşofmanı göstererek.

“Evet,” diyor gülümseyen sarışın, ellilerin başlarındaki tezgâhtar hanım. Yeni ve çok genç satış elemanları bir şey oldu mu ona danışıyorlar. Sakince cevaplıyor. Gülüşüyorlar. Kızlar denenmiş kıyafetleri düzeltip askıdaki yerlerine yerleştiriyor. Müşterilerin sorularını cevaplamaktan yılmış görünen de var. Yardımcı olmak için can atan da. Aynı soru, farklı insanlar, ayakta on saat mesai ve asgari ücret. Evet, işimden memnun olmam gerek. 

Bebek mavisi eşofman altıyla deneme kabinine giriyorum. Kadının baskın sesi yan kabinden kulağıma çalınıyor.

“Bunu alırsan yeşil eteğinle de giyebilirsin. Hem daha uzun boylu gösterir.” 

Neyin uzun boylu gösterdiğini anlamak için kafamı perdeden uzatıyorum. Arkadaşıyla konuşuyor. “Şu mavi gömleğe bak! Bunu da mutlaka almalısın.” Altımda mavi eşofman, kabin dışındaki boy aynasına bakma bahanesiyle perdenin önüne geliyorum. Arkadaşıysa onu onaylamak dışında pek konuşmuyor. Sarışın tezgâhtar hanım yanıma geliyor. 

“Yakışmış mı?”

“Çok güzel.” 

Önümü arkamı inceliyorum inanabilmek için. Rengine, duruşuna içim açılıyor.

“Çok affedersiniz,” diye devam ediyor, “o eşofman indirimde değilmiş.”

Yüzüm düşüyor. Bütün mağaza ve diğer iki kadın arasında buz gibi bir rüzgâr esiyor. Zoraki gülümsüyorum.

“İndirim zamanı alırım ben de.” 

“Ama bedeni kalmayabilir.” 

“Kısmet,” kelimesini top gibi yuvarlıyorum. Siz bilirsiniz, diyerek boynunu eğip uzaklaşıyor. Kabine giriyorum. Demin buraların hâkimi, arkadaşına fısıldıyor.

“Görüyor musun bak. Şu bayan da bizden gördü, beğendi. Almaya karar verince fiyatı yükselttiler.” Bana hiç mantıklı gelmeyen bu cümleye içimden gülüyorum. Kadının sessiz arkadaşıyla aynı zamanda kabinlerimizden çıkıyoruz. Köşedeki başka bir klimanın sıcak tozları yüzümü yalıyor. Önümüzdeki reyonlardan kırmızı indirim etiketleri sarkıyor. Elimdeki mavi eşofmanı gözümle süzüyorum. Kıyafet kutusuna bırakıyorum. Kadın ve arkadaşıysa kabinin önündeler. 

“Bütün ürünlerde indirim yok muydu? Bu eşofmanda indirim yapmak zorundasınız!”

Sarışın tecrübeli satıcı hanım dönüp geliyor. “Maalesef, ürün yeni sezon olduğu için indirime girmemiş.” 

“Müşteri her zaman haklıdır, ” diyen kadına bakış atıyorum. Kocaman dudakları kıpkırmızı boyalı. Sesi her cevaptan sonra yükseliyor. Ortada bir yanlışlık var ama ne olduğu hakkında fikrim yok. Aşırı aşırı haklı müşteriyle mağazanın emir kulu tezgâhtarın münakaşasını öylece seyrediyorum. İkisi de birbirini ikna edemiyor. Kulaklarımı tıkıyorum. Alışverişin eski tadı tuzu yok. İndirim yazan askıdaki eşofmanları inceliyorum. Hiç biri mavi eşofman kadar hoşuma gitmiyor. Ya bedeni dar ya rengini beğenmiyorum ya da modelini. Kadın ise tartışmayı uzattıkça uzatıyor. Görme, duyma, bakma, ses çıkarma. Bana salça olmasın. 

Çok genç bir satış elemanının atkuyruğu saçları konuşurken sallanıyor. Makyajsız yüzünde çilleri gülümsüyor. Arkadaşıyla kıyafetleri katlıyor veya askılara takıyor. Denenmiş kıyafetler kutusu ağzına kadar dolu. Ne konuştukları duyulmuyor. Kıkırdıyorlar. 

“Siz niye gülüyorsunuz orada?” 

Ah o siyah saçlar bende olsaydı, sesim bu kadar gür çıkar mıydı? 

“Size gülmüyoruz, her şey sizinle ilgili olmak zorunda değil,” diyor çilli kız benzer oktavdan. 

“Şikâyet edeceğim sizi, terbiyesizler! Mağaza müdürünüz nerede?” diyor kasaya yürürken.

Tezgâhtarların yapmayın, demesi kadını hırslandırıyor. Mağaza müdürü ortalıkta yok. Kızın yeşil gözleri dolmuş, yanımdan geçiyor. Çilleri büzüşmüş. Mağazanın arkasına doğru yürüyor. “Üzülme,” diyorum, “olay çıkarmaya gelmiş, bir şey olmaz.” Daha beter hıçkırıyor.  Arkadaşı ona sarılıyor. Kabinlere doğru uzaklaşıyorlar. Reyondaki mavi eşofmanlar gözden uzakta, kasanın arkasına çoktan kaldırılmış. Kasa görevlisi şikâyet dilekçesi doldurulmasına yardım etmekle meşgul, uzun süre işlem yapamıyor. 

“Yazık oldu Şermin Hanım’a. İşe yeni girmişti,” diyor mağaza gediklisi sarışın tezgâhtar. Herkes işinin başına dönüyor. Ellerim boş. Sıcak toz üfleyen klimaların arasından geçiyorum. Cam kapının topuzunu ittiriyorum, açılmıyor. Kendime çekiyorum. Büyük, hantal kapı hareket ediyor. Kabarık montumun fermuarı inik, boynumdaki atkı bağlı değil. Karanlık gökyüzü, soğukla ve kükürt kokusuyla birleşince yoğunlaşmış. Derin bir nefes alıyorum kesif havadan. Verirken kalbim hafifleyeceğine ağırlaşıyor. Müşteri her zaman nah haklıdır, diyorum içimden. Ağlayan kızın gözleri aklımda kalıyor.

bottom of page