top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Meselesi Kalım Ölüm

Ölüyü altın dişini sökmeden gömersen mutlaka bir akraba, eş-dost mezarı yoklar. Bu devrin Allah’ı para olmuş. Üç altın diş. Altın çürümez.


Binnur Özyurt

Kazma kürek sesleri kesildi. Üçü üç yandan asıldılar.

“Ha gayret!”

Adamların kara kızıl suratlı, kalın boyunlu olanı afallayıp arkası üstüne devrildi. Çıkarmışlardı. Daha tıknaz adam doğrulmadan bekçinin düdüğü çaldı. Ses mezarlığın yukarı ucundan kanatlandı, kel kambur çirkin bir kuş gibi enselerine yapıştı. Bir köpek uludu. Bir köpek beş köpek oldu. Ellerini çorapların içine attılar. Arnavut çakısı mıdır, sustalı mı? Çömelip etrafı kolaçan ettiler. Bekçi, düdüğü saklandığı yerden çıkmadan üç kısa bir uzun öttürdü. Ayaklarını yere vurdu ki geliyor sansınlar. Oyalandıklarını görünce beylik tabancasını çıkarıp havaya ateşledi. Adamlar işte o zaman tabutu bıraktı, edevatlarını kapıp iki yüz üç numaralı sokaktan yokuş aşağı koşmaya başladılar. Bekçi onları üstünde kabartma harflerle ‘her canlı ölümü tadacaktır’ yazan tonoza kadar kovaladı. Bir sigara yaktı. Gözlerini karanlıkta gezdirip dönmeyeceklerinden emin oluncaya dek bekledi. Sonra ezbere bildiği mezar taşları, hayratlar, meyvesiz ağaçlar arasından geçip yarım kalan işi tamamlamak üzere tabutun başına çöktü. Açtı kapağı. Kokudan içi kalktı, tuttu nefesini.

Ölüyü altın dişini sökmeden gömersen mutlaka bir akraba, eş-dost mezarı yoklar. Bu devrin Allah’ı para olmuş. Üç altın diş. Altın çürümez. Cebine attı. Bin bereket versin. Dişler evin taksitlerini ödemişti, araba almıştı, Peri’nin ince bileğini, kuğu boynunu süslemişti.

“Sana ne aldım bak.”

“Nedir o?”

Başını uzatıp bakarken kokusunu içine çekerdi. Kıvrımlı göğüs çatalına bakardı. Yüzünü al basardı. Elini beline bir santim kalana dek yaklaştırırdı. O kan ter içinde, Peri hediyenin hatırına Hamdi’nin sağını solunu ellemesine göz yumarken Safinaz hem iki kilo şekeri tartar hem de “Neymiş o?” diye seslenirdi suratını ekşitip. Kaşıkçı elması olsa beğenmeyecek. Zeynel’e kaç kere söylemiş. “Şu yeğenine söyle uzak dursun kızımdan.”

“Nesini beğenmiyorsun? Soyunu sopunu biliyoruz hiç olmazsa. İş dersen belediyede memur. Peri’ye düşkün. Daha ne olsun?”

“Pöh! Mezarlıkta memuriyet. Ölülerin arasından gelip koynuna mı girsin kızın? Gassallerin, mezar kazıcıların sağı solu belli olmaz. Gecesi gündüzüne karışmış onun.”

“Hadi oradan sende. Saçma konuşuyorsun.” Sırtını dönüp yatardı sonra. Zıbarsın. Aşk dediğin geçer gider. Biricik kızını bu aileye kaptırmayacaktı.

Hamdi uzak bir semtte dişleri bozdurdu. Ölünün işine yaramaz. Toprağın altında sakız mı çiğneyecek? Hayat yeryüzünde. Peri’yle yuva kurmak. Çocukları, torunları, onların çocukları. Nikah yeminini başka türlü söyleyecekti. Öldükten sonra dahi seni seveceğim diye. Bir baktı eve gelmiş bile. Kapıyı açan Peri olsaydı keşke.

“Anne,” dedi, “dayımı razı et artık. Çok uzamasın bu mesele.” Televizyonun karşısında kanepeye uzandı. Vadideki Zambak öyle bir aşktı. Filmin yarısında uyuyakaldı.

Rüyasında bir kalabalığın ortasındaydı. Akşam olmak üzereydi. Yanından lağım deresi akıyordu. Nefesini tuttu. Çürük dişli adamlar, giysileri yırtık çocuklar, saçları keçeleşmiş kadınlar. Bir kangal ip, tahta saplı bıçak, lazımlık uzatan satıcılar yolunu kesiyordu. Uzaklaşmak istedi. Ağzı aseton kokan, avurtları çökmüş bir kadın kolundan çekiştirdi.

“Nereye gidiyorsun Pierre? Saatlerdir seni bekliyoruz.”