top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Ortak Sohbet Konuları

Birkaç adım attı. Işık, musluk, havlu. Kısa sessizlik. Koridor lambası. İlaçlar. Bardak ve su. Terliklerin aşınmış tabanları. Birkaç adım ve birkaç adım daha.


Yelina Tayfur


Mutfak masasında Handan. Hızlıca bitmiş bir akşamın içinde. Önünde iki tabak, çatal bıçak, pencere yarı açık.


Her şeyi olduğu yerde bıraktı. Telefonunu alıp birilerini aradı, havadan sudan konuşurken evin içinde dolandı, çiçeklere su verdi. Oğlanı düşündü. Kaç ay oldu gelmedi, işleri çok. Dönüp sofrayı topladı. Tüm kırıntıları avcunun içinde biriktirip pencerenin pervazına silkeledi. Sabah serçeler gelince neşelenirdi biraz.


Kendine bir kahve yapıp televizyonu açtı. İçinde bir sıkıntı var, bir türlü oturamadı. Kanepenin minderlerini kaldırıp indirdi, örtüleri kilimleri silkeledi. Arkadan televizyonun sesi geldi. Kanal bir. Handan bir şarkı mırıldandı.


Televizyondaki adam tane tane konuştu. Hanımlar, akşamları evin işlerini bir tarafa bırakın, çocukları uyutun, eşinizle sohbet edin. Gün içerisinde neler yaptığınızı anlatın. Ortak sohbet konuları bulun.


Handan kulak kesildi. Bu konuda hanımlara çok iş düşer. Hanımlar, asla ama asla eşinize küsmeyin.


Başını salladı. İçinden tekrar etti. Küsmeyin. Handan zaten hiç küsmez. Telefon defterini çıkarıp iç kapağına yazdı: Ortak sohbet konuları.


Kocası İbrahim’in sokağın köşesinde dükkânı var. Adam bir süredir akşamları da gidiyor. Akşam ne yapıyor orada Handan bilmiyor hiç. “Sakın karıya kıza gidiyor olmasın,” dedi komşusu Sevinç bir gün. Handan adı gibi emin. İbrahim öyle şey yapmaz. Hesap kitap yapıyor, orada dinleniyor biraz belki, diye düşündü. Düşününce üzüldü. Orada iki büklüm oturacağına evde dinlense. Bin pişman oldu Sevinç’le konuştuğuna. Özel hayatınızı kimseyle paylaşmayın, demişti kanal birdeki adam, işaret parmağını birkaç kez sallamıştı.


***


Saat iyice geç olup da televizyon kapanınca evi bir sessizlik kapladı. Beyaz eşyaların, tenha sokakların, apartman boşluklarının uğultusu duyuldu. Handan mutfağa girip bir bardak suyu yavaş yavaş içti. Düşündü, acaba neye dertlenirdi İbrahim? Evden çoktan ayrılan oğulları dışında, Handan’ın elinde ikisine ortak ne vardı?


Gece on ikiye yakın, kocasının geleceği vakitlerde yatağa girdi. Yorganı beline kadar çekip bekledi. Az sonra anahtar kapıda döndü. Adam ayakkabılarını çıkardı. Eşiği atlayıp içeri girdi, ceketini sandalyenin üzerine bıraktı. Birkaç adım attı. Işık, musluk, havlu. Kısa sessizlik. Koridor lambası. İlaçlar. Bardak ve su. Terliklerin aşınmış tabanları. Birkaç adım ve birkaç adım daha.


Kapı açıldı ve İbrahim, yıllardır aralarında ortak kalan tek alana, yatak odasına girdi. Karanlığı bozmadan soyundu. Kollarının yumuşak yerleri ortaya çıktı. Göğsünün üzerinde tek tük ince beyaz kıllar belirdi. Kenarları fırfırlı nevresimi bir tarafından kaldırdı ve gün içinde Handan’a olup olabileceği en yakın yere, toprak altında gizli bir yuvaya kıvrılır gibi yerleşti. Kısa süre sonra uykuya daldı.


Handan önce tek gözünü açtı, sonra yavaşça yattığı yerden doğruldu. Geceliğinin yakasını düzeltti. Ağaca tünemiş bir karga gibi boynunu ileri, İbrahim’e doğru uzattı. Yastığı sırtına denk gelecek şekilde boylamasına yerleştirdi.


“Bugün Mehmet’i aradım ama ulaşamadım,” dedi kısık sesle. İbrahim’in göğsü bir makine gibi belli bir ritimle inip kalkıyordu. “Belki dedim bu ay gelir, hani ne ister bir ihtiyacı var mı diye de bir konuşayım istedim ama işleri çok. Çok çalışıyor kendine hiç bakmıyor ki.”


Adamın kaşlarının arası geniş. Ağzı, Handan ne diyecekse alacak kadar aralık.


“Sevinç yok mu, o aradı dün,” diye devam etti Handan, “çiçeklerini sordu. İnanabiliyor musun? Kaç yıl olmuş bana bırakmış difenbahyayı. Bırakıp gitmiş, şimdi soruyor. Bunca zaman neredeydin. Öyle demedim tabii. Ama gözüm gibi bakmışım, hem ona uygun saksı da aldım. Vermesem mi diyorum, sen ne dersin?”


İbrahim’in gövdesi yana devrildi. Kolu bir bütün halinde hareket edip alnından yanağına sarktı. “Aman haklısın,” dedi, “alsın hayrını görsün.” Sonra televizyondaki adamın söylediklerini hatırladı. Her gün eşinize gününün nasıl geçtiğini sorun. “İbrahim,” dedi. Ne zamandır ne adıyla, hiç hitap etmemişti kocasına: “Sen nasılsın, ne yaptın dükkânda? Hikmet Bey kapıya geldi de sordu. Seni evde sanıyormuş. Dükkânı kapalı sanıyormuş. Yok, dedim, dükkân açık. Allah Allah. Bayağı da şaşırdı. Sen kapattım filan mı dedin ona? Yoksa gelmesin diye mi öyle söyledin. Aslında Hikmet Bey’den ben de hiç hazzetmem. Kapıyı açar açmaz bön bön bakar, artık Allah bilir nereye bakar. Konuşurken burnumun dibine girer. Kaç kez içeri de girdi biliyor musun, çay verdim mutfakta oturdu bir güzel içti. Ben buyurmaz mısınız, dedim de öylesine dedim. Nezaketen yani. Adam hemen atladı. Yerli yersiz de konuşur. Ağzında tükürükler. Uğursuz.” İbrahim başını çevirdi. Handan yaklaşıp baktı kocasının yüzüne. Ağzının içi karanlık çukurdu. “Haydi Allah rahatlık versin.”


Ertesi günler de böyle, İbrahim uyuyunca konuştu onunla, yoruluncaya dek anlattı. Mehmet’i. Difenbahyayı. Serçelerin ne zaman geldiğini, küçük eşit parçalara böldüğü ekmekleri pencere önünde nasıl didiklediklerini. Yeni aldığı çamaşır deterjanından, sabah programında izlediklerinden bahsetti. Bazen de eski günlerden. Bir kez elini tuttu kocasının, bir kez de yorganı, açık kalan omuzlarının üzerine doğru örttü. Bazı günler yıllarca sakladığı küçük sırlarını itiraf etti. Çoktan unuttuğunu sandığı zamanları yad ettiği oldu. Ağladığı, güldüğü ve odanın içindeki boşluklara daldığı zamanlar da. Anlamlarını kendinin bile bilmediği duygularını döktü ortaya. “İçim çekiliyormuş gibi,” dedi bir seferinde, “bazen öyle balkonda dururken kafamın içine şeytan giriyor da sanki, atlayıveriyorum. Nasıl korkuyorum atlamaktan, içim çekiliyormuş gibi oluyor.”


Hep kendi de anlatmadı. İbrahim’e sordu. Neden gidiyordu akşam akşam dükkâna? Ne düşünüyordu? Derdi neyse beraber hallederlerdi. Bunca yıl nasıl yaşamışlardı hep az az. Yine öyle, az az yaşarlardı.


Geceler geceleri takip etti. Ayak seslerini kapı sesleri. İbrahim bazen derin nefeslerle eşlik etti Handan’a. Bazen gözlerini açıp kapadı. Sağdan sola, soldan sağa döndü. Kollarını yukarı aşağı oynattı. Vücudu ona doğru yaklaşırsa Handan seviniyordu. İbrahim dişlerini gıcırdatmaya başlarsa hemen konuyu değiştiriyordu. Bazı geceler tuvalete kalktığı oluyordu adamın. Handan hemen yorganın altına saklıyordu kendini. Kocasının kapılardan kapılara geçmesini izliyor, ağır karanlık bir gölge gibi hareket eden bu hayalete hayretle bakıyordu.


Handan konuştukça açılıyor, uyku bastırınca gözlerini yukarı çeviriyordu. Nemden parça parça kararmış uzak tavanı izliyordu. Küçük şeylerin deposuydu orası. Geçmiş bitmiş bir dünyanın yırtık haritası. Bir insanın yaşam boyu içinde tuttuğu ne varsa orada birikirdi. Bakımlı çiçekler, meraklı komşular, karmaşık rüyalar, kuşların pencerelerinin ardında azar azar devam eden yaşantılar.


Ne demişti kanal birdeki adam? Her gün eşinize ayıracağınız bir on dakikanız mutlaka olsun. Sadece ikinize ait bir zaman. Göreceksiniz, muhabbetli tavrın mükafatını alacaksınız.


O gece Handan yine yorgana sarılıp kapının sesini bekledi. Anahtar. Ayakkabılar. Paspas. Terlikler. Adımlar. Bardak. Sürahi. Su. Koridor. Kollar. Ağır yataklar. Ağır perdeler. Ağır kumaşlar.


Adam uyudu. Handan başladı.


Oğulları Mehmet’in doğduğu güne gitti. Çocuğun adını aslında “Nedim” koymak istemiş ama hiç söyleyememiş İbrahim’e. Doktorun adıymış Nedim. Uzun boylu esmerce bir adammış doktor. Kibar insanmış. Ebe bebeğin adını sorunca Handan düşünmeden “Nedim” demiş. İbrahim’in babası bebeğin kulağına eğilip de ezan okumadan, “Memed” diye fısıldamadan çok önce söylemiş. Kimsecikler yokken. Tüm odalar boşken.


Bunları düşününce durgunlaştı Handan. Gözleri daldı. Sonra birden aklına gelmiş gibi “ne diyeceğim,” dedi, “Hikmet denen herif yine geldi. Kapıyı da çalmadı, ayak sesi duydum. Ödüm patladı yeminle. Gözden bakınca gözünü gördüm. Velfecri. Bekledim, çok az, ‘tık tık’ diye vurdu. Kimse duymasın ister gibi. Yaklaştım. Buyurun, dedim, kimsiniz. Mahsustan. Tanımamış gibi. Benim Handan Hanım, Hikmet, dedi. Sesinden sırıttığını anladım. Müsait değilim, dedim. Borç morç bir şey dedi. Gözüm delikte, dimdik baktım herife. Açmadım kapıyı.”


Parmakları nevresimin ipliklerini çekiştirdi. Yatağın içinde doğruldu. İnce, sakin bir sesle, “Sevinç Hanım uğradı,” dedi. Uzun oturmamışlar, bir kahve içmiş gitmiş. Ama geldiğinde kadının elinde bir zarf varmış. Aşağıda Handanların posta kutusunda görünce almış getirmiş. Zarfı Handan’a uzatmış. Sorar gözlerle de bakmış, bir söz bir şey beklemiş. Handan girişteki sehpaya bırakmış zarfı. Bakmamış. Okumamış. Aman ne okuyacakmış. Sürekli bir reklam bir tanıtım geliyormuş zaten. Bıkmış Handan bu yazılardan da telefonlardan da. Göz ucuyla bakmış sadece. Zarfın üzerindeki renkli pulu hayal meyal görmüş, Türkiye Cumhuriyeti yazıyormuş sanırsa. Solda T.C Bakırköy 6. İcra Dairesi. Diğer yanda Dosya no. Taahhütlü. Barkod. Numaralar. Mavi mühür ve imza. Yuvarlağın altında bir yazı görünüp kaybolmuş: Bu zarfta icra emri vardır.


İbrahim soldan sağa döndü, sağdan sola. Sonra aniden gözlerini açtı, kötü bir rüyanın içinden hızla çıkmış gibi durdu bir süre. Yukarıya, karanlık noktalarla dolu tavana baktı. Ağır hareketlerle doğruldu. Sırtı kabarık, yatağın kenarında oturdu. Sağ elini göğsünün üzerinde gezdirdi. Sonra ayağa kalktı. Perdeyi araladı. Gökyüzü simsiyahtı. Banyoya doğru yürüdü.


Handan kafasını uzatıp pencereden sokağa baktı. Sokak lambasının sarı ışığı yanıp söndü. Şehrin siluetinde, hayalet dalların arasından kara bir kuş uçtu. İbrahim içeri girince hemen kapadı gözlerini. Adam yatağa, karısının olduğu tarafa baktı. Yorganın altında omuzlar, omuzların üstünde Handan. Bir kısım saç, tel tel yastığın üzerine dökülmüş. Kadın, kendinden ağır. Masif eşyalar, tüm mermerler ne kadar ağırsa o kadar. Bir yatağı, bir çocuğu, bir hayatı paylaşmak ne kadar ağırsa.


Kim bilir kaç zamandır orada kadın. Gözleri kapalı. Yaşamaz gibi saydam. Ölüye yatmış bir kemirgen. Kolları gövdesine bitişik, teni kaskatı. Durmakta, beklemekte, kalmakta ustalaşmış.


İbrahim yavaşça yaklaştı. Gözlerini Handan’a dikti. Bir işaret aradı. Bir belirti. Hiç hareket yok. Kısa sakalları Handan’ın yanaklarına dokunacak kadar eğildi yüzüne. Sonra avcunu kadının ağzına doğru götürdü, şişkin parmakları havada asılı durdu. Handan’ın hafif soluğu İbrahim’in avuç içine doldu. Adam derin bir nefes verdi. Yatağa uzanıp yukarı, tavana baktı. Bir şeyler mırıldandı. Birkaç saniye içinde uykuya daldı. Gövdesi devasa dalgalar gibi yükseldi indi.


Handan gözlerini yarım açtı. Küçük hareketlerle kendini İbrahim’e doğru yaklaştırdı. Yatağın tam ortasındaki görünmez çizgiyi aştı. Odanın içi sıcaktı, gece aydınlıktı. Gülümsedi. Kanal birdeki adamın dediği çıkmıştı. Ortak sohbet konuları, diye geçirdi içinden. Tavana baktı. Parça parça kara noktalar birleşti, simsiyah gökyüzü oldu.

Comments


bottom of page