top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Oyunlar ve Sahneler

“Her kötünün eninde sonunda sonu gelmez mi? Sonrasında iyi olacağını bildiğimiz kötü için neden biz de kötü duygulara hapsolalım?”


Beren Çağla Erengönül


Geldi yönetmen, zemheri ayı; aylardır hazırladığı dondurucu gösterisini büyük zevkle oynuyor. Ne zamandır diğer oyunları izliyor; seyircilerin baharda hayata sarılmasını, ağaçların mutluluk gözyaşlarının yeşil yapraklara dönüşmesini, hayvanların yuvalarından büyük bir zafer mutluluğuyla çıkmasını, yaşamın yeşermesini gözlüyor. Harman sıcağında vücutlarını kavuran, güçlükle çalışan canlıları, yavruların koştururken muziplikler yapmasını dudak bükerek izliyor. Güzün sarartan hüznüyle canların inlere çekilmesini, her şeyi not alıyor ve büyük piyesi özenle hazırlıyor. Korkmuyor değil, ya gösteri seyircilerin dikkate almayacağı kadar zayıf olursa? Öyle bir oyun yazmalı ki seyirciler donup kalmalı, hayatı uzunca sorgulamalı. Hükmetmeli seyircilere; alkışları seyirci coşkusuna bırakmamalı, kendisi yönetmeli. En ufak bir mimik, bir duygu onun eseri olmalı. Bir oymacı zarifliğiyle işlemeli, yeniden yaratmalı eserini. En sonunda şaheserini ortaya koymalı; tüm gerçekliğiyle göze çarpmalı bu başkalaşım.

Sonunda tüm çalışmaların neticesinin alınacağı zaman geliyor, sahneyi zemheri alıyor. Herkes susuyor. Herkes biliyor ki bu oyunda bir sürü “en” tadacaklar: En kasvetli, en etkileyici, en gerçekçi... Bu oyunda neşeye yer çok az; iki ayrı kutuplar çünkü zemheriyle. Zemheri zamanı kasvetli; aynı siyahın dehşeti gibi. Neşede ise beyazın masumane saflığı. Birbirlerini tamamlıyorlar, biri olmasa diğeri de olmayacak. Olsa ne önemi kalır tek olmasının?

Gösteri başladı. Zemheri gösteriye dayanabilene hayat vaat ediyor. Herkes rahatsız, gözlerinden haykırışları okunuyor. Konuşamazlar çünkü biliyorlar ki konuşmaları sadece aynı suçlu öğrencinin isyan dayağını daha sert yemesi gibi çarpacak. Hayvanlar fark ettirmeden seyirci koltuğundan kalkıp inlerine kaçtılar bile. Güneş huzursuz, daha az uğruyor. Bitkiler ise tutsaklar o koltuğa, bağlanmışlar çaresiz. Onların derdi kendilerine değil sadece. Bebeleri kılıç gibi keskin ayazda karın altından çıkabilecek mi? Yaşasalar bile gösteri bittiğinde her şey eskisi gibi olacak mı?

Zemheri hakkını vererek yönetiyor oyunu. Geldi başroller; ayaz çarpıyor, üstünlüğünü belli ediyor. Güçlü, zalim; kimlerin canını yakmamış ki? Güneş, bir süre yaklaşmayacak; değmez savaşmaya, diyor korkuyla karışık saygıyla. Çok can almış düşmanı. Savaş acı çektirir sadece, diye düşünüp çekiliyor.


Bir kar tanesi, rolünü iyi ezberlemiş, aylarca prova yapmış; artık hazır oyuna. Çok da heyecanlı. Vee sahne! Hiç bu kadar özgür hissetmemiş minik kar tanesi, kanatlanmış uçuyor. Seyircilerin dehşet dolu bakışları karşısında bir kaplan gibi atılıyor. İlk yapması gereken görevi tekrarlıyor, arkadaşlarıyla birlikte şu ağacın dibindeki küçük fidanın üstünde birikecekler. Zemherinin bu fikri kar tanesini ona hayran bırakıyor. Seyircileri de oyuna katmak kadar oyunu hissettiren bir yöntem var mıydı? Aslında seyircisiz bir oyun bu, herkes aktör.

Hiçbir şeyin farkında olmayan küçük fidan, nasıl korunması gerektiğini endişeyle anlatan annesini dinliyor. Daha çok toy! Güneşin tadını anlayalı bir yıl bile olmamış. Annesinin dediklerine göre dünyanın, güneşin değerini şu zemheri denilen vakitte anlayacak. Yönetmen zemheriyi çok merak ediyor. Annesi yapraklarını çoktan göndermişti bunun için, güz sonuna kadar. Bu ciddiyetten ötürü küçük fidanda bir korku tomurcuklanıyor. Yine de saflığını geçemiyor korku. Her kötünün içinde bir iyilik vardır, diye düşünüyor. Annesi piyesin başladığını söylediğinde iyice heyecanlanıyor ve susup merakla bekliyor.

Kar tanesi seyircilere göz gezdiriyor. Gözlerdeki acıyı, korkuyu, nefreti görüyor. Sadece tek bir şey dikkatini çekiyor: Mutluluk. Afallıyor, kim bu diye bakıyor; tam da duygularını paramparça edeceği fidandan geliyor bu mutluluk. Aşağıya yavaşlayarak inmeye başlıyor. Arkadaşları ona anlam veremese de yanından geçip gidiyorlar. Fidanın bir anda üstünü beyaz örtü kaplıyor. Fidan ilk başta üşümüyor, teninin kavrulduğunu hissediyor. Sonra giderek üşüyor ama cesareti azalmıyor. Belki beni korumak için üstümü kapladı, diyor ve içi ısınıyor. Fidan örtüye kollarını açarken kar tanesi şaşkın bir halde fidana yaklaşıyor. Fidanla yüz yüze geliyorlar. Kar tanesi, fidanın yüzünde korku emaresi göremiyor. Rahatsız ediyor seyircinin bu rahatlığı kar tanesini. Fidanın gözlerinin içi gülerken kar tanesinin içine kötü bir his yayılıyor. Durup düşünüyor; zemheri herkesin kalbine korku salıyor, güzel duyguları öldürüyorken küçücük bir fidan niye bu kadar neşeli? Düşüncelerini seslendiriyor fidan: - “Her kötünün eninde sonunda sonu gelmez mi? Sonrasında iyi olacağını bildiğimiz kötü için neden biz de kötü duygulara hapsolalım?”

Kar tanesinin içindeki korku katlanıyor, boğazına kadar bir ağrı yükseliyor, nefes alırken ağrı göğsüne ve bağrına batıyor. Kendisinin, arkadaşlarının, hayran olduğu zemherinin bu kadar kötü göründüğünü küçük bir fidan sayesinde anlıyor kar tanesi. Nefesi tıkanıyor, beyni buğulanmaya başlıyor. Kafası karışmış halde arkadaşlarına bakıyor. Ondaki değişikliği

fark eden herkesin onunla aynı duygulara kapıldığını görüyor. Bu piyes için harcadığı emekleri hiçe sayıp kararını veriyor; yavaşça eriyor, buharlaşıp evine geri dönüyor. Arkadaşları da kaçınılmaz yolu takip ediyor ve hep birlikte göğe dönmeye başlıyorlar. Tabiat Ana yeni bir oyun sahnelensin istiyor. Zemheri bunu fark ederek hayatın farklı sahneleri olan bir gösteri sergilediğini anlıyor. Sahneyi devretmeyi hiç de istemiyor ama kabullenip teslim oluyor. Düşüncelere boğulmuşken ilk cemrenin düşüşünü görüyor. Yeni yönetmen elçisini yollamış bile. Mahkûm olduğu köşeye geçiyor. Sahneyi yeni oyunlara bırakıyor...

bottom of page