Öykü: Patateez
"Kim nikâh sırasını beklerken televizyon izler ki?"
Emel Taşkesen
Kırık beyaz gelinliğimin tarlatanını kaldırıp dikkatlice oturdum. Topuklu ayakkabılarımı çıkarıp ayaklarımı öne doğru uzattım. Kızarık parmaklarımda yer yer beyazlıklar vardı. Ayaklarımı dinlendirmek için şu tek kullanımlık bez terliklerden bulabilir miydim burada acaba? Hadi bu ayaklarla nikâhı çıkarırdım da, düğün yemeğini nasıl çıkaracaktım? Nikâhtan sonra Ankara Kalesi’ne gidecek, surlarda oturacaktık Cem’le, öyle istemiştim. Cem ailesinin nikâh sonrası için bir yemek rezervasyonu yaptırdığını söyledi.
Üzerinde oturduğum rahatsız kanepeden başka, odanın cam kenarında küçük bir masa, iki sandalye, eskimiş bir de komodin vardı. Ha bir de duvara monteli küçük bir led televizyon... Bir an gülmekten kendimi alamadım, kim nikâh sırasını beklerken televizyon izler ki?
Cem o sırada histeri krizi geçirmekte olan on yedi yaşındaki yeğeni Alara’yı sakinleştirmekle meşgul olduğu için eteklerimi tutarak kalktım, komodini açtım. Orada olmalarını hiç de ummadığım bez terlikleri elimle koymuş gibi buldum. Masanın üzerine oturup camı açarak ayaklarımı tekrar uzattım. Dışarıdan gelen serin hava ayaklarıma iyi gelmişti. Ayak parmaklarımı oynattım, bacaklarımı gerdim, içime derin bir hava çektim.
Aşağıya “kimse yukarı çıkmasın” diye not bırakmış, kapının üstüne de “kimse giremez” şeklinde yazı astırmıştım. Cem’in ilk işi ayıp olacağını söyleyerek kapıdaki notu yırtmak oldu. Haliyle Alara da fütursuzca içeri dalmakta beis görmedi.
“Biz bundan sonra seninle hiç tatile çıkamayacak mıyız beraber, birlikte takılamayacak mıyız?”
Alara’nın gözlerinden yaşlar süzülüyor, kendini sıkmaktan olacak, elleri hafifçe titriyordu.
“Olur mu öyle şey! Bundan sonra Eda da bize katılacak, birlikte büyük bir aile olarak daha güzel günler geçireceğiz.”
Alara geniş tablodaki yerini görünce rahatlamış olarak kendini kanepeye bıraktı. Çantasından aynasını ve makyaj malzemesini çıkardı.
“Dayıcım aynamı tutar mısın? Bakayım makyajım ne halde.’’
Tanışalı bir yıl olmuştu Cem’le. Ona âşık mıydım? Değildim. Hiçbir zaman olmamıştım. Aile pikniklerinde yaktığı mangallarla, sokak hayvanları için ıslatılmış ekmek bırakmalarıyla sevmiştim ben onu. Koca ailesinin her bir ferdiyle nasıl ilgilendiğini görmüştüm. Bir şeye; işine, tutkuyla bağlı olmasını sevmiştim. Ona karşı hissettiğim duygu daha çok saygı ve hayranlıktı.
Sigaramın ucundaki kül iyice birikmişti.
“Cem’cim bana bir kül tablası bulabilir misin?’’
“Niye bu nikâh salonunu seçtin, hiç anlamıyorum. Baksana bakımsızlığa. İnsan bir kül tablası koymaz mı!’’ diye karşılık verdi Cem.
“Söyledim ya. Aileme yakın. Bir de çocukluğumdan beri tanıdığım herkesin nikâhı bu salonda kıyıldı.’’
Cem söylenerek dışarı çıktığında Alara’yla göz göze geldik. Alara elindeki aynayı bana doğru tuttu.
“Makyajın iyice hafiflemiş Eda, rujunsa hiç kalmamış!”
Aynaya baktım: “Olsun, ben zaten fazla makyaj sevmem,” dedim. Alara tercihimi küçümseyen bakışlarıyla aynayı kendine çevirip kim bilir kaçıncı kez yüzünü izlemeye koyuldu.
Gelinliğimin rengi bej miydi ya! Geçen hafta aldığımda nedense bembeyaz gelmişti bana. Aslında giymeyecektim de Cem ısrar etmişti. “Seni beyazlar içinde görmek istiyorum,” demişti. Kıramamıştım. İlk denediğim gelinlikle kendimi ayna karşısında görünce hüngür hüngür ağlamıştım. Çok uzun zamandır içimde kapalı tutulan bir barajın kapakları açılmış gibi hissetmiştim. Utanıyorum söylemeye ama kendimi beyazlar içinde üzgün bir melek biblosuna benzettim.
Cem elinde kül tablasıyla içeri girdi. Boncuk boncuk terlemişti. Tam sigaramı kül tablasına uzatıyordum ki artık iyice boynunu bükmüş olan kül eteğime düşüverdi. Ben onu silkeleyene kadar eteğimde küçük bir delik açmıştı bile.
“Sigara içmenin zamanı mıydı şimdi?’’ dedi, sinirle.
Kül tablasını elinden aldım, sigarayı içine bastırıp ona geri verdim. O sırada abim giriverdi içeri.
“Haniymiş benim güzel minik meleğim?”
Derin bir nefes aldım. Abim önce bana, sonra Cem’in alnında ki ter damlalarına, kasılmış yüz kaslarına, en sonda Alara’nın bol makyajlı yüzüne baktı dikkatle.
“Bir şeye ihtiyacın var mı diye bakmaya gelmiştim.”
Ortamın gerginliğini fark eden abimi biraz güldürmek niyetiyle çıplak ayaklarımı sallayıp: “Patateez,” dedim.
Çocukluğumuzda çorabımızın yırtılan yerinden çıkan ayak parmaklarımızı birbirimize gösterip ‘patateez’ der ve kıkır kıkır gülerdik. Abim niyetimi anlamış olacak, bana zoraki bir gülümseyişle karşılık verdi.
Görevli sıramızın geldiğini söyleyince Cem, ayakkabılarımı getirip bana giydirmek için eğildi.
“Giymeyeceğim, ayaklarımı çok fena vurdu.”
Abim masadan aldığı poşeti yırtıp bez terlikleri bana verdi.
“Bunları giy öyleyse, nasıl olsa gelinliğinin altında görünmeyecek.”
Alara “Saçmalamayın bence, öyle şey olmaz,” diyerek araya girince Cem ayakkabıları ayağıma giydirmek için daha kararlı davrandı.
“Bir-iki saat idare ediver, Eda” dedi.
Kaç bir-iki saat, diye söylendim içimden. Yakın zamanda evlenen arkadaşlarımdan biri “İnsan heyecandan kendi nikâhını, düğününü filan hatırlamıyor,” demişti.“ Zaman öyle hızlı akıyor ki…” Hâlbuki o an bana gün hiç bitmeyecek gibi geliyordu.
Kapılar açıldı. Cem’le birlikte masaya kadar yürümemiz gereken yirmi-yirmi beş metrelik –bana kalsa yirmi beş kilometrelik- bir yol vardı. Cem’e baktım; o salona bakıyordu. Masaya varınca sandalyemi çekti, oturdum. Şahitler yerlerini aldılar. Salona bir göz attım. İş arkadaşlarım, fakülteden arkadaşlarım. İşte, şu fısır fısır dua eden annem! Yanında ise yüzü kapkara olmuş babam -strese girince böyle olur-. Onun yanında da düşünceli bir şekilde ayakta dikilen abim…
Malum soruyu önce bana sordu nikâh memuru. Gelinliğime baktım, gözüm sigaranın eteğimde açtığı deliğe takıldı, sonra da gelinliğimin rengine. Düpedüz kirli bir gri renk görüyordum.
Mikrofona uzandım: “Hayır!”
Önce derin bir sessizlik sonra bir uğultu koptu salonda. Abime baktım hemen. Bana bir şey söylüyordu. Ne dediğini duymasam da dudak hareketlerinden anladım.
“Patateez!”
Comments