Öykü: Pier
“Aslında o zamanlar da yalnızmışım, değil mi Pamuk Hanım?”
Kübra Kangüleç Coşkun
Buruşmuş ayaklarını yavaşça soğuk taş zemine indirdi, tenine değen soğukluk içini ürpertti. Komodinin üzerindeki saatin ışığını yaktı, sabahın dördü olmuştu. Kadının canı sıkıldı, “Yine mi” diye söylendi. Son bir yıldır sabahın bu kör saatinde uyanmayı alışkanlık haline getirmişti, geri yatsa da uyuyamıyor, gün ışıyana kadar tavanı izliyordu. Derin bir iç çekerek, ağrıyan beline rağmen ayağa kalktı. Koridordan sızan ışığa yöneldi, duvardaki aynada beyaz saçlarını geriye taradı, ölüm sessizliğindeki evinde hafif aksayan ayağıyla ilerledi. Sokak lambalarının arsız ışığı salonun geniş penceresinden içeri girmiş, salonu sepya tonuna bürümüştü. Kadın camın önündeki berjere yerleşti, kendi gibi yaşlı kedisi onu takip edip ayağının dibine uzandı. Sokak lambalarının sarı ışığı yere doğru ağır ağır inen kar tanelerini görünür kılarken, Nermin buruşmuş ellerine kaygıyla baktı, yüreği ağırlaştı.
Eşi hayattayken, her kar yağdığında, onu zorla camın önündeki berjere oturtup, eline bir ıhlamur tutuştururdu. “Osman Bey bu güzelliği kaçırma istedim” derdi. Karşılıklı oturup, ağır ağır düşen kar tanelerini izlerlerdi. Nermin o geceden romantik bir sahne çıkarmaya çalışırken, Osman Bey’in aklında hep bir sonraki gün gireceği davanın detayları olur, Nermin’e vereceği kararın gerekçelerini anlatırdı. Nermin eşinin olağanlığını izlerken, vereceği kararı hep haklı bulurdu. Gece eşinin berjerde uyuyakalmasıyla sonlanırdı. Nermin kırık kalbiyle ayaklanır, paşa babasından kalan udu alıp evin en uç köşesinde, olabildiğince sessiz tıngırdatırdı. Osman Bey öyle derin uyumuş olurdu ki o sessizliğe mahkûm notaları duymazdı. Nermin ansızın aklına gelen bu anı karşısında istemsiz gülümsedi. Ayağının dibindeki kediye eğilip, “Aslında o zamanlar da yalnızmışım, değil mi Pamuk Hanım?” dedi. Kedi onaylarcasına miyavladı. “Nur içinde yatsın Osman Bey,” diyerek iç çekti.
Kar ağır ağır yağmaya devam edince, Nermin yatağa geri dönüp tavanı izlemeyi vakit ziyanlığı saydı, sabah çayını demlemek için ayağa kalktı ve yağan karla aynı tempoda mutfağa yürümeye başladı, yolda gözü oğullarının fotoğrafına takıldı. Fotoğraftaki o iki haşarı çocuk çoktan büyümüş, koskoca adam olmuşlardı. Her ikisi de hayırlı evlat çıkmıştı; her sabah Nermin’i arayıp halini hatırını sorarlar, yıllık izinlerinin bir haftasında mutlaka annelerinin evinde kalırlardı. O zamanlar evi kaplayan ölüm sessizliği yırtılır, evin odalarını iki koca adamın şen kahkahaları, atışmaları doldururdu. Nermin öylesi vakitlerde yaşadığı hayata değdiğini düşünürdü ama onlar gider gitmez, o inatçı hayal kırıklığı tekrar peyda olur, yüreğini kerpetenle sıkıştırır gibi acıtırdı. Nermin belki de o acıdan kurtulmak için evin odalarında gezinir, duvarlardaki fotoğraflara bakar, eski günleri hatırlamaya çalışırdı. Paşa babası Kemal Bey ile pek muhterem annesi Ruhan Hanım’ın ruhlarına birer Fatiha okurdu da Osman Bey’e okumazdı. Hatta “Ah Osman ah!” diyerek kocasının fotoğraflarına yarı kırgın yarı kızgın takılırdı.
Tüm bunları düşünürken, Nermin çayı demlemişti bile! Gün boyu içeceği bir çaydanlık çayın hazır olmasına az kalmıştı. Salona geri döndü, yıllardır salonun bir köşesinde boynu bükük duran udu eline aldı. Fildişi mızrabı titreyen parmaklarıyla tellere sürttü, salonu tellerin büyülü tınısı kapladı. Nermin gözlerini kapayarak, teller üstünde dolaşan parmaklarının acısını duymamaya çalıştı. Ömrümüzün son demini çalacaktı ama hızlanan kardan olsa gerek, parmakları Nermin’i unuttu, salonu mahcup bir coşkunluk kapladı. Nermin kendini melodiye bıraktı, mırıltılarla başladı, “Ağlatır gönlümü sensiz akşamlar” derken yükseldi. Birden çalmayı kesti, kar taneleri ona tezat hâlâ hızlıydı. Nermin, kendi kendine konuşmayı alışkanlık haline getirmişti. “Kimi hatırlatır Nermin, kim ağlatır senin gönlünü?” diye kendine çıkıştı. İşte yine olmuştu, Nermin’in yüreğine çöken o hayal kırıklığı birden salonu kapladı. Nermin yaşından utanıyor, bu nedenini bilmediği hayal kırıklığını, pişmanlığı nereye koyacağını, nasıl aşacağını bilmiyordu. Hayatı boyunca hep örnek bir kadın olmuştu. Rahmetli annesinin dert ortağı, en büyük yardımcısı; kardeşlerinin fedakâr ablası, ikinci annesi; Paşa babasının edepli, vatansever kızı; eşi Osman Bey’in zarif, eğitimli karısı; iki yaramaz oğlanın sabırlı, sevecen annesi; pembe yanaklı nice çocuğun ilk öğretmeni, okuma-yazma öğreteni… Nermin düşündükçe kendini nankör saydı, utancından dudağını ısırdı ama yine de durmadı yüreği. Kar hızlandıkça, Nermin olduklarını değil de olamadıklarını düşünmeye başladı. Nereden aklına geldi bilinmez, aklı sıcak bir Roma gününe gidiverdi. Yalan yok, Osman Bey’le herkesin imreneceği bir hayat yaşamış, iyi de gezmişlerdi, hele bir defasında…
Nermin yüreğini susturmaya çalışıyor, yüreği onu dinlemeden kartları karıyordu. Bir defasında, yani o sıcak Roma gezisinde Osman Bey kitapçıda gezerken, Nermin sıcaktan bunalıp da kapının önüne çıkmış, ağacın hemen altındaki banka oturup kocasını beklemeye başlamıştı. İşte tam o esnada, karşı bankta oturan bir delikanlıyı fark etmiş, yüzünün o ince detaylarını incelemeye dalmıştı. Genç adam Nermin’in bakışlarını fark edince ona gülümsemiş, bir süre sonra yanına gelmişti. Nermin de gençti o zaman, güzeldi; dalgalı saçları omuzlarına dökülür, gözleri hülyalı bakardı. Delikanlı Nermin’e önce İtalyanca, sonra İngilizce bir şeyler anlatmaya çalışmıştı. Nermin’in anlamadığını fark edince, cebinden çıkardığı ufak bir kâğıda bir şeyler karalayıp avucuna bırakmıştı. Osman Bey’in Nermin’e seslenmesiyle delikanlının biraz mahcup kalabalığa karışması, Nermin’in ise kâğıdı çantasına atması bir olmuştu. Gece loş bir otel odasında kocasından gizli açıvermişti kâğıdı. Güzel bir el yazısıyla Pier yazıyordu, hemen altında ise bir telefon numarası ve aceleyle çizilmiş bir kalp vardı. Nermin o gece lisan bilmediğine pek üzülmüş, genç adamın neler demiş olabileceğini hayal etmişti. Sonra düşündüklerinden utanıp, alelacele yatağa girmiş, günah çıkarır gibi kocasına sokulmuştu.
Nedendir bilinmez, bu karlı Ankara gecesi ona o sıcak Roma gününü hatırlattı. Yüzünü hâlâ hatırladığı Pier, sanki geçmişten gelip karşısındaki berjere oturuverdi. Genç adam hiç değişmemiş, hiç yaşlanmamıştı, gözleri hâlâ aynı sevecenlikle bakıyor, Nermin’e gülümsüyordu. En sonunda, kafasıyla Nermin’in kucağındaki udu işaret etti. Nermin utanarak parmaklarını tellerde gezindirdi, notalar salınınca gözlerinden yaşlar boşaldı. Karın notalarla dansı bitince, Nermin kararlılıkla yatak odasına gitti. Giysi dolabının en arkasına sakladığı tahta kutuyu çıkardı. Yıllar boyu usanmadan doldurduğu defterlerini kurcalayıp, birinin yaprakları arasında o sıcak Roma günü hatırasını buldu, “Pier” diye mırıldandı. Telefon ahizesini kaldırıp, cevapsız kalacağını bile bile, geçmişe ait o numarayı tuşladı.
Comments