top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Raskolnikov Sendromu

"Ağzı bağlanmış poşetleri genelde açmazdı. İçlerinden dökülenler, bunca yıldır bu işi yapmasına rağmen hâlâ midesini bulandırıyordu. Bu sefer kulağına gelen şıkırtılar merakını arttırdı."

Berrin Yelkenbiçer


Çöp kamyonlarından önce yola koyulması her zaman işe yarardı. Daha gün doğmadan çekçekinin neredeyse yarısını doldurmuştu. Son iki konteyneri de karıştırıp topladıklarını depoya teslim edecekti. Sonra akşamki tura kadar evde ayaklarını uzatıp dinlenirdi artık.

Başını sağa sola çevirip konteynerin içini iyice aydınlattı. Geçenlerde yukarı mahalledeki sitenin çöplerinde bulmuştu bu lambayı. Çocuklarının oyuncaklarının pillerini yenilemekle uğraşmayıp olduğu gibi çöpe atmayı tercih edenlerin oturduğu havuzlu, palmiyeli, güvenlikli sitenin çöpleri çekçekler arasında paylaşılamıyordu. Erken giden kazanıyordu. Karanlıkta yollara düşmesinin o kadarcık ödülü olsundu artık. Çok işine yarıyor, kendini karanlık dehlizlerde elmas arayan madencilere benzetiyordu. Kömür değil ama, illaki elmas!

Plastik yoğurt kaplarını, deterjan kutularını, konserve tenekelerini branda torbasının ön gözüne koydu. Kartonlarla gazeteleri özenle katlayıp torbanın arka gözüne yerleştirdi. İşe yarar bir şeyler kalıp kalmadığını anlamak için çöp poşetlerini eldivenli elleriyle yokladı.

Ağzı sıkıca bağlanmış bez bir torbanın içinde eline sert nesneler gelince ne olabileceğini anlamak için hafifçe salladı. Ağzı bağlanmış poşetleri genelde açmazdı. İçlerinden dökülenler, bunca yıldır bu işi yapmasına rağmen hâlâ midesini bulandırıyordu. Bu sefer kulağına gelen şıkırtılar merakını arttırdı.


Eldivenlerini çıkarıp torbanın ağzındaki düğümü çözdü. Ters çevirip içindekileri yere boşalttı. İçini çekti. Konteynerin etrafında dolaşan kediler kaçıştılar. Çömeldi, alnındaki ışığı yere dökülenlere doğrulttu. Gözleri kamaştı. Burma bilezikler, zincir kolyeler, sarı liralar nasıl da güzel parlıyorlardı. Telaşla etrafına bakındı. Hepsini alelacele topladı. Gözünden kaçan olup olmadığını anlamak için sağa sola bakındı. Torbanın ağzını sımsıkı bağlayıp ceketinin göğüs cebine yerleştirdi. Başındaki lambanın ışığını kapattı. Çekçeki sırtlandığı gibi oradan uzaklaştı.


Yan sokaktaki parkta ganimetini tekrar gözden geçirmeyi düşündü ama hemen vazgeçti. En iyisi evin güvenli duvarlarının arasına sığınmaktı. Anası babası uyanmadan dönerse kimseye hesap vermek zorunda kalmazdı.


Eve vardığında gün doğuyordu. Elini yüzünü bile yıkamadan yatağının serili olduğu yüklüğe koştu. Kapıyı sımsıkı kapadı. Koynundan bez torbayı çıkardı. Derin bir nefes alıp sabaha karşı çıktığı dağınık yatağının üzerine boşalttı. Duvarın üst kısmındaki küçük pencereden sızan ışık, neşeyle gelip yığına vurdu. Bir kez daha gözleri kamaştı. Dakikalar geçtikçe ışık daha da güçleniyor, yığın daha da parlıyordu.


Nihayet cesaret edip saymaya başladığında güneş iyice yükselip pencereden çekilmiş, geriye her şeyi görmeye yetecek kadar tatlı bir aydınlık bırakmıştı.

Beşi burma, üçü Trabzon sekiz bilezik, işaret parmağı kalınlığında, biri diğerinden az kısa iki zincir, yine Trabzon işi, bilek kalınlığında bir kemer, kırmızı bir kurdeleyle bağlı iki adet beşi bir yerde, on iki adet çeyrek.


Bir daha saydı. Sonra bir daha. Tekrar bez torbaya yerleştirdiğinde hepsi ezberindeydi artık. Yatağın içine girip yorganı burnuna çekti. Torbaya sarılıp uykuy