top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Şey

"İçeride hissederek dışarıda ya da dışarıda hissederek içeride olabilmemin mekanıydı balkon; bir kapı bir de sineklik ayırıyordu bu iki dünyayı."


Ece Eken


Balkondaki sineklerden sıkılıp içeri girerken fark ettim onu. Kapının balkona açıldığı tarafta, tavanda, kendi etrafında hızlı hızlı dönen bir şey. Korktum. İçeri girip sinekliği kapattım ve sinekliğin ardından baktım. Tavanda kendi etrafında dönüp duran bu şey, hiçbir şekilde tanıdık değildi bana. Karanlıkta onun ne olduğunu seçemiyor ancak balkonun ışığını açmaya da cesaret edemiyordum. Sabaha kadar oradan ayrılacağını umarak çekildim kapının yanından. Akşam boyu tek bir kez daha dönüp bakmadım. Madem ışığı açamıyordum, karanlıkta tahminlerde bulunup, kendimi olasılıkların çemberinde sıkıştırmamın da bir anlamı yoktu. Böylece her ne kadar bizi bir kapı ayırsa da o belirsiz, biçimsiz, tekinsiz şeyle aynı evde uykuya daldık. Görüş alanımdan çıkması, kaygısını göğüs kafesimde hissetmeme engel değildi. Uykuya dalana kadar derin derin almaya uğraştığım nefeslerin sorumlusu hep o “şey”di.


Ertesi sabah aklımda o “şey”le uyandım. Bu defa ortalığı aydınlatmak benim tercihime kalmamıştı. Ona bakmaya cesaret edene kadar balkona çıkmayacaktım. Ne zaman bakabileceğimi bilmediğim için balkondan mahrum bırakacaktım kendimi kim bilir hangi güne kadar. Sonra bir gün unutup da neyden kaçtığımı, ansızın açıverecektim balkonun kapısını; hazırlıksız yakalanacaktım. Usul usul bakma şansımı tepip, kendimi o “şey”in altında buluverecektim. Muhtemelen gözüme daha bir büyük görünecekti; bir çığlık atacak, içeri kaçacak, balkon kapısına duvar örecek, kim bilir belki de balkonu yakıp yıkacaktım.


İçeride hissederek dışarıda ya da dışarıda hissederek içeride olabilmemin mekanıydı balkon; bir kapı bir de sineklik ayırıyordu bu iki dünyayı. Yalnızca sinekliği veya yalnızca kapıyı kapatmayı tercih edebilirdim. Her iki koşulda da sineklerden sakınmış olurdum kendimi. Ancak birinde cam kapının dışarıyı tüm berraklığıyla sunmasına aldanıp havasız kalabilir, diğerinde tenimde duyumsadığım rüzgarın dinginliğinde gözlerimi bozabilirdim. İkisini bir kapatmak ise balkona hiç bakmamayı seçmek gibiydi. İkisini bir açmamın bedeli ise nesnesi belirsiz bir istilaya kurban gitme olasılığını kucaklamaktı.


Bir de içeriden taşınanlarla temizlenmesi, renklenmesi vardı balkonun. Yine içeriden taşınanlarla doyuran bir hal alması vardı; bu doyuruculuk benimle birlikte, karıncalara, börtü böceğe de bir davetti. Kimi zaman rahatsız da edebilirdi bu börtü böcek, ancak her daim onlardan kaçınma telaşında olursam balkonun meziyetlerini de köreltmiş olacaktım, biliyordum.


Balkonu yakıp yıkmakla neyi yıkacaktım o vakit? Karıncalara yuva olabilen yanımı harap etmeye dönük arzumun üzerini kapatan korkumun nesnesi; kendi etrafında dönüp duran, nispeten küçük, karanlıkta siyah algıladığım o “şey”.


Balkon kapısı camdandı. Uzağından bakınca balkon her zamanki aydınlığındaydı. Bir adım yaklaştım, balkondaki masaya baktım. Şimdi oranın bir güzel tozunu alıp, sabah kahvemi o masada içebilirdim. Bir adım daha yaklaştım, sandalyeler çarptı gözüme. Geceden bu yana hafif hafif toz birikmişti onların da üzerlerinde. Demek bıraksam günlerce, toz kaplayacaktı balkonun her bir karışını. Her şey rengini kaybedecekti. Bir adım daha yaklaştım. Bakışlarımı yukarıya doğrulttum. Onu gördüm. Kendi etrafında bu defa oldukça yavaş dönüyordu. Görüntüsü tanıdık, eylemi bir o kadar yabancıydı. Bu, örümcek ağına takılmış bir arıydı; neye dolandığını bilmeden, kendini kurtarma telaşıyla etrafa korku saçan bir arı.


Korktuğum şeye bakmaktan kaçınarak onu tanımaktan kendimi alıkoyan, böylece balkonu da tekinsiz bir yer olarak imleyen bendim. Bakabilseydim tanırdım belki de onu. Hatta kurtarmaya yeltenirdim. Her bir temasın ona ölüm tehdidi gibi geleceğini, hatta belki de bu çabamla onun daha çok çırpınmasına, o ağa biraz daha fazla dolanmasına sebep olabileceğimi bilerek yapardım bunu. O ağı ören örümceği küstürmek de olacaktı göze aldıklarım arasında ve o ağın benim de ellerime dolanmasına, bulaşmasına tahammül etmek de.


Olmadı, kurtaramadım. Birkaç gün onu oradan almaya da yanaşmadım. Balkona her çıkışımda bazen uzun uzun bazen yalnızca göz değdirerek baktım ona. Balkonumu ondan kurtarmış olmaktan ziyade onun da balkonumun bir parçası olduğunu idrak etmek gibiydi bu halim. Gecikmeliydi. Günden güne arının giderek kararan gövdesine bakmayı sürdürmeyi gerektiriyordu. Bakıyordum. Bir yerlerde ağlarını örüyordu örümceklerim. Bir yerlerde takıldığı ağdan kurtulmaya uğraşırken etrafa dehşet saçıyordu arılarım. Bense elimde tahtadan bir süpürge, nöbet tutuyor, kimi ağları bozuyor, kimi örümceklerden sakınıyordum. Bundan böyle görebilme yetimi güneşin insafına bırakmıyordum.

bottom of page