top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Sınav

"Yarış başlayacaktı ve akabinde yetersiz olanlar elenecekti."


Levent Berkay Aydoğan


‘’Başaracaksın!’’ dedi babası Selin’i sınav merkezine uğurlarken. Gözdağı verir gibi bakmayı da unutmadı. Bu delici bakışların ardında omuzları göçtü, dişlediği dudakları titredi, bacaklarında bir uyuşukluk baş gösterdi küçük kızın. Sırtında koca dağları taşıyormuş gibi hissediyordu. Babasından başarılı olmanın önemi üzerine dinlediği nasihatler kulağında çınlıyorken hayat çetin ceviz, sıkıntı verici bir uğraştı.

Yarış başlayacaktı ve akabinde yetersiz olanlar elenecekti.

Saatin geldiğini haber veren zil az sonra çaldı, öğrenciler bir yığın halinde hareket ettiler. Haşarı çocuklar rahat, vurdumduymaz adımlarla ilerlediler, uslu olanlar başları yerde yürüyerek. Kimileri ceplerindeki çer çöpü konteynırlara attı, kimileri zaten iki eli boş gelmişti. Çocuklardan ana babalarıyla son kez kucaklaşıp ayrılanlar oldu. Selin ise babasının yırtıcı gözlerine bakamadı, arkasını döndü, hevesizce okula yürümeye başladı. Bahçeden binaya çıkan merdivenlere vardı. Sonsuza uzamıştı merdivenler. Aşağıdan bakılınca, önündeki yol hiç bitmeyecek gibiydi, onu meçhul bir hedefe götürüyordu, yıllarca ardı arkası kesilmeyecek bir yarışı vaat ediyordu.

Gerçi tel örgülerle çevrelenmiş alelade bir okuldu burası. Gri badanadan mamul duvarları, filesi sökülmüş bir potası, paslı demirden su boruları, bir köşesi rüzgarda uçmuş kameriyesi. Binaya yönelmiş öğrencilere bıyıkaltından sırıtıyormuşcasına bakan kırmızı kiremitten okul çatısı.


Selin öğrenci kalabalığının arasında okula güçbela ilerliyordu. Merdivenleri bir miktar tırmanıp sahanlığına vardı, diğerleri gibi çöp konteynırına elindekini attı. Adamın biri plastik bir kutu içerisinde kırtasiye malzemelerini uzattı ona. Su şişesinin ambalajını sökmesi istendi. Söktü. Merdivenleri çıkmaya devam etti, zaman zaman demir tırabzanlardan destek aldı. Yürüdükçe ardındakiler küçülüp güçsüzleştiler. Bir zaman başını çevirdi, babasının ufaldıkça ufaldığını gördü, bu adam mıydı ona türlü baskılarla son bir senesini zehir eden? Oysa dönüş yolunu da aklından çıkaramıyor, babasının nasıl da aniden eski korkunç haline dönüşebileceğini tahmin ediyor ve kulaklarında hala işittiği başarı nasihatlerinin etkisiyle canı boğazında kilitleniyordu.


Her şey tam da canı boğazında kilitlendiği vakit gerçekleşti. Merdivenleri çıkmaya devam ediyordu ki birinin arkadan ittirmesiyle sarsıldı. Başka bir öğrenciydi muhtemelen. Hemen öncesinde aşağılara, babasından tarafa bakması dengesini yitirme sebeplerinden başka biriydi. Çok uğraştı. Bir ayağını kaldırıp bir ayağını indirerek doğrulmaya çabaladı, kollarını bir uçağın kanatları gibi açıp havalandırdı, yaylandı. Sonra iki-üç kere daha çırpındı, ama nihayetinde gerisin geri mermer basamağa düştü.


Feci bir ağrı zuhur etti, ensesine sivri bir şey batıp çıkıyordu adeta. Kanamış mıydı? Bilmiyordu, ama zonkluyordu. Sesler duyuyordu etrafından. Boğuk konuşmalar bir yükselip bir alçalıyordu, işittiği cümleler bağlamından kopuyor, bazen uzayıp genişliyor bazen ise tiz mi tiz çığlıklara dönüşüyordu. Selin hiçbirini umursamadı. Kendini bıraktı, ıslak gözlerini usul usul kapadı. Sıklaşıp daralmış soluk alışverişine dikkat kesildi. Dumanlanan düşünceleri onu bir rüyanın içine çekti sanki.


‘’Selin!’’ dedi biri, kolundan tutup kaldırdı kızı. İkide bir kararan, bulanıklaşan dünya az sonra yavaş yavaş açılmaya başladı. Sis bulutu dağıldı. Gözlerini tamamen araladığında, karşısında, az önce kırtasiye malzemelerini kendisine uzatan adamı buldu.

‘’Geldin demek!’’ dedi adam, yüzüne asılı kalan gerzek bir gülümsemeyle.

‘’Nereye geldim?’’ diye sordu Selin. Kalabalık bir topluluğun bağırış çağrışlarını duydu.

‘’Buraya! Buraya!’’ Elleriyle etrafı işaret etti. ‘’Seni bekliyorlar, o kalabalık senin için’’

Ortada bir kalabalık yoktu ama ötedeki mermer sütunda latince bir cümle yazıyordu. Merdivenlerin sonunda ise kalabalık bir meydan vardı. Az önce yürümekte olduğu okul kayboluvermişti. Koca mermerlerin üst üste yığılmasıyla inşa edilmiş bir amfitiyatro, bir arena duruyordu karşısında. Yükselen aralıklı sütunlar bir hücrenin demir parmaklıklarını andırıyor, sütunların üzerine yerleştirilmiş toprak renginde betonlar ise insanın ruhunu daraltıyordu. Binanın etrafı tel örgülerle değil yüksekliği amfi-tiyatroyu aşkın gotik surlarla çevrilmişti.

Derin derin nefes aldı küçük kız. Strestendi. Yorgunluktandı. Sakinleşmesi lazımdı, gördüklerinin gerçek olmadığını telkin etti kendine, oysa çabaları karşılıksız kaldı, çevresinde en ufak bir değişiklik olmadı.


‘’Hızlı ol!’’ dedi Selin’in yanında dikilen, kızın hayret dolu gözlerine bakan adam.

‘’Ben...’’ dedi, adam kızı kolundan çekiştirip sürükledi.

‘’Hiç varamaycakmış gibi yürü. Bir makine gibi çalış.’’

‘’Anlamadım’’ dedi Selin. Adam atları gösterdi.

Merdivenin sonunda, curcunası bol meydanda atları gördüler. Amfitiyatronun tam önündelerdi şimdi. Kırbaçlar şaklıyor, ıslıklar çalınıyor, bağırtılar işitiliyor, bir hengame kopup gidiyordu. Kimsenin kimseyi önemsediği yoktu, insanların acelesi vardı. Etrafta majesteleri müdür efendinin kurallarını dikte eden, halka korku salan muhafızlar dolanıyordu. Öğrenciler ise kedi adımlarla, kalabalığın içinden, amfi tiyatroya yürüyordu. Çevresinde olup bitenlere akranlarından kimsenin tepki göstermiyor oluşu, Selin’i, içinde bulunduğu bu antik dünyadan daha çok şaşırttı.


Az sonra amfitiyatronun önünde bekleyen görevlileri gördü. Ellerinde cetveller kapının önünde volta atıyorlar, zaman zaman cetvellerini göz dağı verircesine öğrencilere sallıyorlar, kimi zaman ise haşarı çocukların zorla mum yaptığı ellerine bu cetvelleri indiriyorlardı. Bir şekilde buradan kurtulup babasının yanına geri mi dönseydi acaba? Sınav merkezi değildi burası. Değildi. Oysa bir keresinde nasıl da fırça yemişti, hastalanıp okula gidemeyeceğini söylediğinde, babası inanmamıştı ona. Hayır, geri dönmeye cesareti yoktu, durumunu kimseye açıklayamazdı. Kurtulmayı denemeli, sınav merkezini bulmalı. Belki okula giden bir otobüs vardı, bir şekilde ona binerdi. Doğru yolu tespit etse, o bilindik dünyasına geri dönebilse. Hem bunlar gerçek miydi ki?


Uyanmalıydı. Uyanmalıydı.

‘’Uyuduğunu mu sanıyorsun?’’ dedi kızı yakasından tutup çekiştiren adam. Onun da eline bir cetvel peyda oluvermişti. ‘’Hayır küçük hanım, hayır. Uyumuyorsun.’’

‘’Tüm bunlar gerçek olamaz.’’ dedi Selin.

‘’Neymiş gerçek olamayan?’’

‘’Burası’’


Adam’ın gözlerinde alaycı bir alev parladı. ‘’Demek yeterince araştırma yapmadın. Oysaki dünyamızda yaşanan bu köklü değişiklikten haberdar olman gerekirdi... Küçük hanım!’’ dedi. Sonra başını bezmiş bir edayla salladı. Eliyle tekrardan etrafı işaret etti. ‘’Burası sizin için tasarlandı. Bu bir mücadele. Zorlu ve bitmek bilmeyen bir yol. Herkes kendi yeteneklerine göre yarışa katılacak. Ve senin yeteneğine gelince...’’ Cevap almayı bekledi. Kızın kendisine afallamış bir suratla bakmak dışında bir şey yapmadığını görünce, ‘’gel!’’ dedi.

Meydan boyunca yürüyüp cetvelli görevliler tarafından sınav binası olarak tanıtılan amfi tiyatroya girdiler. Başlarını eğdiler. Alçak tavanlı bir hol karşıladı onları. Hiçbir zaman dik durulamazdı. Yürüyebilmek için kamburlarını çıkarmaları, majesteleri müdür efendiye ithafen diz çökmeleri gerekirdi. Tahta kapılar izbe salon boyunca sıralanmıştı, çeşitli branşları ifade eden flamalar bu kapıların yanına asılmıştı. Selin yine kalabalık bir topluluğun bağırış çağrışlarını duydu.


‘’Demiştim sana’’ dedi yanındaki adam. ‘’Seni bekliyorlar, o kalabalık senin için’’

Selin’in, kendisini bekleyen kalabalık hakkında hiçbir fikri yoktu ama... Durumu netleştirmek istiyordu. Uzun süre tereddüt etti, sonra çekine çekine sordu: ‘’Sınav test şeklinde olacak değil mi?’’


Adam cevap vermekte hiç gecikmedi. ‘’Hayır, küçük hanım. Tabi ki de hayır’’ dedi. ‘’Her koyun kendi bacağından asılır, her öğrenci kendi yeteneklerine göre yarışır. Şimdi bana iletilen bilgilere bakıyorum, senin yeteneğin baban tarafından çoktan belirlenmiş. İşte şurası’’

Kapılardan birinin önünde durdular, Selin flamadaki hayvanı görünce bir adım geri çekildi, yüzü bembeyaz kesildi. Bacaklarındaki kuvvet boşalıverdi. Mırıldandı. ‘’At mı...’’

Adam, ‘’tabi!’’ dedi, kızı itekleyerek odaya soktu.


Bakımları yapılmış atlar yarıştan önce odada dinlenmeye çekilmişti. Önlerinde tenekeler, tenekelerde avuç yükseliğinde saman. Ahıra sinmiş tezek kokusu. Kişnemeler.

‘’Yarışın yan etkisi’’ dedi içerideki bir görevli, bıyıkaltından sırıttı. Selin de diğer atlar gibi kişnedi. Şaha kalkıp tepindi ancak iki adam boynuna sarıldı, başka biri bacaklarından tutup çekiştirdi. Yüzü zemine bastırıldı. Koca burun kanatları bir açılıp bir kapandı kızın. Gözleri alev alev parlıyordu. Vahşileştirilmişti. Son bir çare sarsılıp yekindi, nasıl olduysa, görevlilerin ellerinden güçlükle kurtulmayı becerebildi. Pür telaş çıkış kapısına doğru koşturdu. Oysa önüne bütün yolu birlikte geldiği adam çıktı, cetvelini gösteriyor, ona göz dağı veriyordu. Durdu. Görevliler atıldı tekrardan, oradan buradan uzanan iri kolların yardımıyla at yere yatırıldı, güç bela sakinleştirilebildi.


Zaman kaybedilmemeliydi.

‘’Hazırlanması gerekiyor’’ dedi görevli. Yorgun at çekiştirildi, direnmeye gücü yoktu artık. Karanlık bir bölmede eyeri takıldı, kolan kayışı yerine sabitlendi ve ayağına nal çakıldı. Bir kova su ve büyük bir sünger getirildi. Aklayıp pakladılar Selin’i. Starting Box’taki yerine sürüldü sonra, adamın birisi üzerine bindi. Önünde bir kapı duruyordu. Hoparlörlerden spikerin sesi hipodroma yankılandı. Bir, iki ve üç... Bam!

Silah patladı, start verildi.


Bir numaralı Ali’nin atağı, dış kulvardan beş numaralı İrem peşinde ve altı numaralı Pelin, dört numaralı Semih... Koşturdular. Selin de diğerleriyle aşık atabildi. İlk turu bitirmişken, orta kulvarda altı numaralı Pelin ve dört numaralı Semih rakiplerinden ayrıldı, başbaşa ikinci tura girdiler. İlk kulvardan Ali, peşinden ise beş numaralı İrem takip etti onları.

Hipodromdaki tansiyon doruklara çıktı. Selin’in sahibi, ‘’başaracaksın!’’ diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Atlar hiç bitmeyecek bu sınavda, ölesiye yarıştılar.

bottom of page