top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Sustalı Amazon Kelebeği

Kapalı alanda kelebek ne arasın? Katillerin arasında kahraman ne alaka?


Yonca Tandoğan


“Gereği düşünüldü! Zanlının olay gecesi...” Hâkimin sözleri kulaklarını bininci kez tırmalıyor. Gözlerini kapatıyorsun. Farklı bir boyuta, yeni bir gerçekliğe geçiyorsun. Soğukkanlısın. Etrafını ifadesizce süzen bakışlarınla bu duyguyu diğerlerine hissettirmek istiyorsun. Lakin nasıl sakin duracağını bilmeyen ellerin heyecanını ortaya çıkarıyor.


Bayram günü koğuşta on iki kadınsınız. Şu entel dantel atölyelere katılmayı çok seven kütüphaneci arkadaşın bu anı görebilseydi, sana kesin on iki arketipten, sembollerden, kahramanın yolcuğundan bahsederdi. Kahramanın yolculuğu. Birden bir gülümseme gelip konuyor dudağına. Hafif, yumuşacık bir kelebek gibi duruyor orada, tam kenarda. Sonra kendine geliyorsun. Kapalı alanda kelebek ne arasın? Katillerin arasında kahraman ne alaka? Konuşabilseydi eğer, “O bir sembol,” derdi. “Kırılganlığın, kısa süreli ömrün habercisidir o nermin canlı. Parmaklıklar ardında olan içinse özgürlüğün.” Bu cümlesiyle konuyu kapatırdı, karanlıkta aniden karşınıza çıkan -hani senin canın pahasına mücadele ettiğin- üç sarhoş serserinin saldırısında ölen arkadaşın. Mezelerine bayıldığınız ama hiç alkol almadığınız meyhaneden çıkarken ikiniz de ayrı ton kırmızı ruj sürmüştünüz. Dizlerinin biraz üstünde biten etek boyuna bakıp nasıl duruyor diye sormuştun ona. Sürmene bıçağı getirmişti sana Karadeniz gezisinden. Çantana üstünkörü bırakmıştın, nerede kullanacağını bilemeden, çok da incelemeden. Sonrasında defalarca adını duyduğun ve ömrün boyunca unutmayacağın sokağa girerken, arkanızdan sizi takip edenleri fark etmeden, gündüz sosyal medyada gördüğünüz videoya uzun saçlarınızı savurarak yine kahkahalarla gülmüştünüz. İkinizin de dünyası farklı karanlıklara açılmadan, sen ikinizi de savunmak için caydırıcı olsun diye bıçağa sarılmadan biraz önceydi…


Kırk beş metrekarelik, camsız koğuşta gözlerini dolaştırıyorsun. Özüyle, gölgesiyle herkes hareketli. Sağ tarafta, üst ranzadaki yankesicinin kızıl, upuzun saçlarını ören kadında gözlerin. Adını bilmiyorsun. Herkes ona Amazon diyor. Fındık toplarken saldıran dört erkeği de öldürdükten sonra lakabını kendisi böyle koymuş. Kendi göbeğini kesmek gibi, rüştünü adamları doğrayarak, namusunu ancak canına kast edeni öldürerek ispat etmek zorunda kalmak… Ha fındık hasadı dönüşü, ha gecenin ilerleyen saatinde İstanbul’un göbeğinde, karanlık bir sokakta olmuş ne fark eder? Kulağına yabancı gelmiyor değil mi? Ya vicdanın ne diyor bu işe? Neyse. Kelebek işte. Sustalı Amazon kelebeği. Kader arkadaşın sana doğru dönüp göz kırpınca nedense utanıyorsun. Daha yenisin. Buranın raconu nedir bilmiyorsun. Duygularını göstermemelisin. Kendi kendine sürekli tekrar ediyorsun. Soğukkanlısın. Soğukkanlısın.


Nereden geldiğini anlamadığın bir mikrofon cızırtısı duyuyorsun. Bir kadın sesi. “Bayram ziyareti 13.00-14.00 arası yapılacaktır. Adı okunan kişi gardiyanla görüş odasına geçecek. Süre otuz dakikayla sınırlıdır. Görüldü onayı olmayan mektup, kontrol edilmeyen yiyecek, giyecek, kitap kabulü kesinlikle yasaktır. Tüm mahkumlara önemle duyurulur.” İlk Amazon gidiyor. Sonra yankesici. Hepsi tek tek koğuştan çıkıyor. Bir sen kalıyorsun yeni gerçekliğinin içinde. Biraz daha bekliyorsun. Seni buraya dimdik getiren ayakların, adının okunduğunu duyduğu anda yine dimdik durup o görüş odasına gitmeye hazır. Ama ne cızırtı var ne de adını anons eden birisi.


Mahkeme salonunda hâkimin kararını duyduğun andaki derin sessizliği yaşıyorsun. “Gereği düşünüldü!” En son hücrene kadar donmuşsun ama hâkim dahil herkes soğukkanlısın sanıyor. An’a dönüyorsun. Dizlerin titriyor. Ranzanın demirine tutunup altta iyice ezilmiş döşeğe oturuyorsun. Geldiğinden beri tek kelime etmeden geçen on günden sonra ilk bayramın. Bunlardan en az otuz tane daha yaşayacaksın. O zamana kadar alışırsın elbet. Koğuşta teksin. Hayatta da. Burası kozan olacak. İlmek ilmek, sıra sıra öreceksin. Çıkabilirsen; kelebeksin. Ömrünü sorma… Dört taraf, hiçlikle dolu boşluk üstüne üstüne geliyor. Önce hayatta da hep yaptığın gibi sessizce içinden. Sonra… Sonra sesin, çıplak, kirli duvarları yalaya yalaya, “O” gece sokakta olanlar olur, ölenler ölürken, mahkeme salonunda seni dudağındaki rujunla, eteğinin boyuyla, kadın başına meyhaneye giden hayasızlığınla, günaha teşvik eden her halinle acımasızca eleştiren ikiyüzlü kocaman dünya kırk beş metrekrelik kodesin içine hapsederken atamadığın çığlığı atıyorsun. Bu, yeni benliğinde çıkardığın ilk ses oluyor. Kesik kesik değil keskinsin. Kelebekler gerçek grisi duvarlara çarpıp koğuşun içine savruluyor. Saçlarını olay gecesi yaşadığın şokla kısacık yapmasaydın gelip konarlardı kıvırcıklarına. Kayıplarından sadece birisi o güzelim buklelerin. Belki de o yüzden koğuştaki uzun saçlılara ve yakın arkadaş olanlara sürekli bakıyorsun. Ölen arkadaşının yüzünü görüyorsun kırılgan, kısa ömürlü kanatların arasında. “Katil değil kahramansın, benim için de yolculuğa devam edeceksin!” diyor dudağının kenarında bir gülücükle sana. Sense sadece. Soğukkanlısın. Soğukkanlısın.

bottom of page