Öykü: Taze Dul
"Garip, çelimsiz dallara tutunmaya çalışıyorum yalpalamamak için onun karşısında. “Senin nasıl geçti peki günün?” diye sorarken doldurduğum üçüncü bardağı da sohbetimizin nişanesi olarak ona uzatıyorum."
Erdem Kıralı
Çay demini aldı. Bardaklar hasretmiş tavşan kanına. Bizde yine de tık yok. Kelime üstüne kelime koyamıyoruz. Birbirimizi tanımayan gözlerle bakıyoruz etrafa. Orda o an bulunmaktan ne o ne de ben hoşnut değiliz. Eteğinin ucunu aşağı çekip duruyor kanepede otururken. Ben ise onun hala sütun gibi olan bacaklarını hiç fark etmemiş gibi başka yana bakıyorum. İkinci bardakları dolduruyorum. Sözsüz muhabbetsiz üçüncüsünün doldurulmayacağı belli. Son yudumdan önce bir şey sorsam ona, baksa bana tebessümle, sadece baksa, cevap vermese de olur. Yeter ki bardağı boşaldı diye bana uzatsın yeter. Üçüncü bardağı isterse bilirim ki yanımda olmaktan hoşnuttur. Bir kelime etmese de olur. Gitmesin, kalsın, aynı odada nefes alıp verelim, nefeslerimiz varsın birbirine değmesin. Son yudumdayım artık. “Ne desem?” kasırgası içimde, tüm organlarım birbirine düğümlenmiş sanki.
“Televizyonu açmamı ister misin, belki sevdiğin bir dizi vardır bugün. Benim yüzümden kaçırmanı istemem.”
Böbreğini borç istemişim gibi bakıyor bana. Bu nasıl bir sıçıştır. Kalkıp gitmedi en azından. Beni tekrar yüreklendirecek tebessümüyle ve boşalan çay bardağını uzatarak
“Benim dizi günüm dündü. En sevdiğim oyuncu bizim Nejat biliyorsun. Onu izliyorum sadece.”
Ulan nereden girdim şu dizi işine şimdi. Yine çıktı bizim Nejat hergelesi karşımıza. Lisedeyken de kızlarla sohbette yanında stepne gibi kalırdım. Hortlak gibi adam, yıllar sonra yeniden aramızda kara kedi misali.
“Haa, o Nejat, hala oyunculuk yapıyor mu o ya? Tiyatro koluna sırf ders kırmak için girmişti kerata zamanında.”
Gözlerini fal taşı gibi açarak “Abartma Serdar. Nejat İşler’ den bahsediyoruz burada. Ondan haberin yokmuş gibi yapma bana lütfen. Adam bildiğin fenomen.”
“Al fenomenini çal başına” diyeceğim, tutuyorum kendimi. Toparlamam lazım. Yine sıçtım. Çok belli oluyor mu acaba ona olan zaafım? Olsun, sorun değil, yeni boşandım ben. “Serdar, canım, sen yeni boşandın, boşluktasın, bizimkisi mazide kaldı artık.” diye zırvalayacak şimdi. Hemen değiştirmem lazım mevzuyu.
“Bugün hava ne güzeldi değil mi? Uzun zaman sonra güneşi gördük şöyle adam akıllı. Arkadaşlarla beraber kahve keyfi yaptık.”
Nasıl zıpladım jön Nejat’tan “havalar da ne güzel” sohbetine. Şaşırdı biraz ama sordu bugün kimlerleydim diye. Tanımadığı kişileri, yıkaya ballandıra çok özel şahsiyetlermiş gibi abartarak anlattım. Garip, çelimsiz dallara tutunmaya çalışıyorum yalpalamamak için onun karşısında. “Senin nasıl geçti peki günün?” diye sorarken doldurduğum üçüncü bardağı da sohbetimizin nişanesi olarak ona uzatıyorum. Aylardır çay içmiyormuş gibi kavrıyor bardağı ve bana cevap vermeden bir fırt çekiyor.
“Biz de nerede güneş keyfi canım? Yine doluştuk kümese. Çok yoğundu ajansta işler bugün. Akşam üstü bir simit yedim, onunla duruyorum.”
Bir tek salon dağınık değil. O da tüm kalabalıkları onun geleceğini duyunca beş dakikada diğer odalara fırlatarak attığımdan. Hele mutfak. Arkamdan mutfağa girecek diye ödüm patlıyor. Ya taze dulum ben daha. Ya yatak odamı görürse, ki nasıl görecek, sanırım tüm fantezilerim kaotik bir güne dönüşür.
“Açsın demek. Bir omlet yapayım sana hemen. Çayın yanına. Taze dulum ya ben, daha yeni başlıyorum bu yemek işlerine falan. Ama omlette ustayım ha.”
Ne diyorum ben ya? Taze dulum ne demek lan? Kadın hayvan sahiplenmeye mi geldi sana? Senin evin barınak mı salak herif?
“Omlette iyi olduğuna göre hafta sonları kahvaltıyı sen hazırlıyordun galiba evliyken?”
Ne sorusuydu bu şimdi? Neye yoklama çekiyor? “Eski eşimi hala seviyor muyum?”, cevabımdan onu süzecek biliyorum. Sakın gözlerini ondan kaçırma Serdar cevap verirken. Seni hala eski karına aşık sanmasın ki karına hiç âşık olmamıştın. Sen evliyken bile ona aşıktın. Gel de söyle şimdi ona.
“Biz hiç kahvaltı etmezdik ki, çay bile demlemedik, filtre kahve severdi o. Ben de tek kişi için çaydanlık açmazdım. Ancak sallama çay kendime. Onun da lezzeti böyle değil tabi. Hem demlikten hem de sohbetten böyle çay içemedim yıllarca.”
Kalkıp yanıma oturuyor. Eteğini çekiştirmiyor bu kez. Bardağı tutmayan eliyle bardağı tutmayan elimi okşuyor. “Peki Serdar, bana da omlet yapar mısın? Aç karna dördüncü bardağı içemem çünkü.”
Cevap vermeden mutfağa koşuyorum. Kafamda sorular? Tavam temiz mi, yumurta var mı, çaktırmadan çarşafları nasıl değiştireceğim? Hayatımın omletini pişireceğim sonuçta.
Comments