Öykü: Terk
"Dudağımdaki ıslığı sokakların eciş bücüş canlılık emarelerine dağıttım. Bilinen manzaralardan biriydi hızlıca göz gezdirdiğim. Yanındakine bilmeden yalan söylüyordu köşeyi dönmekte olan tabansız. Salyalı gözler yapışıyordu kadınlardan birkaçına. Köpekler -yeni efendiler-, kaldırıma sıvanan bedenlerinden hoşnuttu, önlerinde lezzetli boncuklar."
Fatih Selvi
Bir daha geri dönmemek için gidiyorum gibi gelmiyordu bana. Bir gün dolambaçlı karmaşık yollardan terk ettiğim bu yere yeniden geleceğimi hissediyordum. Molloy, S. Beckett
Bugün yerimi terke kalkıştım. Şehre benziyordu, biraz da tıkalı bir tuvalet deliğine. Koşa koşa çıkmaya yeltendim derinden, kapıları açıp açıp kapattım. Fazlalıkları saptadım tuvalde, renkleri elimde tutmaktan sıkılmıştım. Ayağım aksıyordu, dalağım kaşınıyordu, sessiz olmayı beceremiyordum. Dudağımdaki ıslığı sokakların eciş bücüş canlılık emarelerine dağıttım. Bilinen manzaralardan biriydi hızlıca göz gezdirdiğim. Yanındakine bilmeden yalan söylüyordu köşeyi dönmekte olan tabansız. Salyalı gözler yapışıyordu kadınlardan birkaçına. Köpekler -yeni efendiler-, kaldırıma sıvanan bedenlerinden hoşnuttu, önlerinde lezzetli boncuklar. Arabalar vızır vızırdı, şarkılar gulu gulu, kulaklıklar pembe kepçe, gözlükler o biçim. Kıstırılmıştım yani, her taraf arı kovanıydı. Herkes bitmekte olan şölene koşturuyor, hazzın kırbacıyla inliyordu. Aralarına dalınca bir karışıklık oldu, sesler doluştu boşluklara, havayı yakan bir kıvılcımlanma. Gördüklerimi isteksizce beynime yetiştirdim, göz kapaklarımı silecek gibi çalıştırıyordum. Ne görsem hep hava cıvaydı ama. Bir bulanıklıktı, bir hiçlik. Algımın kalemini iyice tıraşlayınca ötesi berisi kalmadı bu işin. Terk edeceğim bölgemin şeklini çizdim elimle elime ki, unutmayayım. Bir kere terk edilene bir daha dönmek pek görülmemiş iş miydi? Çizdiğim çemberleri iç içe geçirince gözüm sulandı. Duygularımı sıvazladım hemen; üzgün değildim. Kimseyi özlememiş, pişman olmamıştım. Görev adamıydım sadece. Tadında, kararında bir terkin sınırlarını belirlemeliydim o zaman. Sınır deyince irkilen kulaklarıma aldırmamalıydım. Kalkıp o buruşuk etlerden mi kurtulmalıydım? Terke kaldığım yerden tekrar tekrar başlamalı, sınır ötelerin ötesinde belirdiğinde anca rahatlamalıydım. Birçok nesne sızmalıydı paçalarımdan. Kap kacak işte, komşular, evim, annem ve babam belki, boyunbağım, ceviz kıracağım, paslı jiletim. Şehrin içinde açtığım büyük çukurun zeminini döşeyecekti topu da. Üstlerini kremşantiyle süslemeliydim. Mumlar, püfürükler, hasret, yoksunluk ıvır zıvır. Şehrin bunalmış andavalı, yalnız kovboy, hüzünlü delici mısralar, böceğin çiçekten ayrılığını resmeden bir terkin yakıcı hissiyatıyla missiyatıyla... Of yeter tamam, dedim. Şişmiştim. Heybemde neyim var, diyerek listeme odaklandım. İkiye kadar saymayı başarabilseydim feleği şaşardı belki varlıklarımın, neyse ki bir’de tıkandım. Kendimi aldım ele, elimdeki tek elle tutulur terk tutamağına. Terk edişler, dedim, fazlalıklardandır aslen. İnsana ev fazladır, eve kapı, kapıya kol fazladır. Şiire başlık, insana arkadaşlık. Göbeğimi yarıp bağırsak içeriğinin devinimiyle boşaltmalı tüm sıkıntıyı, dedim. Fazlalık takıntısından arınmanın bir yolunu bulmalıydım. Bu sonuncusu açıklık istiyordu. Doğrudan doğruya bıçağı tutan eli mi görmek gerekti? Yumuşak etin sızısını da duymak isterdim ayrıca. İhtimallerin hepsini üst üste koymak bir duvarın altında birkaç ömür kalmaya denkti. Bir terk imkânı bulmak, aklıma takılan fikirlerin kopçalarını açmakla mümkündü belki. Bu ihtimali denediğimi düşündüğümde fikirlerin birbirinden ayrıştığı yerlerden benzer yenileri sürgün veriyordu. Ve terk etmek, bu karmaşanın içinde gözden yitiyordu. Çaresizce ‘’terk etmek’’ fikrine sığındım diğerlerini es geçerek. Güvenli bir ıssızlık belirdi içerilerdeki kaosta. Can havliyle sıçradım yerimden, terk edilecek bir bölge belirlemeliydim. Birden yakaladım çenemi, içeride bir kurbağanınki gibi guruldayan dilimi. O kemiksiz eti dışarı çektim, çokça sağdım zehrini ama gücüm fazlasına yetmiyordu, bana daha iyisi gerekiyordu. Neyse ki akşamın cömertliği tutmuştu, boca ediverdi birden kara poşetini kafama. Nesneler azalmaktayken anbean, daha oturaklı bir azalış hevesine kapıldım. Kendimi kumar masasında buldum. Cismimi hırsla itekledim yüksek potlu oyuna. Acılarımı, kimsesizliğimi, yalnızlığımı ve sevgisizliğimi. Kâr etmiyordu, önüm hâlâ bomboştu. Bahisler yatırıldı, restler havada uçuştu. Basbayağı kazandığımı fark ettim zırnık koymadan. Oyun bitmişti, diğerleri kızdılar. Süpürgeye çevrilen bedenimi pencereden boşluğa salladılar huzurla. Kendimi sokakta buldum. Ağzım, burnum dağılmıştı. Çöp kenarında, tıraş artıklarında kımıldanan bitler gibi duyarsızdım ama. Karnımı sıvazladım. Açlığım; belalı cinim, kaçacak delik arıyordu. Sürüne sürüne caddeye vardım. Simitçilerin gözüne dizine baktım, pilavcıların kaşığına camına. Su tanımamış bir kaktüs gibi, enik gibi baktım. Parmaklar, başlar sallandı, şefkatle reddedildim. Aç biilaç kaldım ama yüküm azalmış mıydı ne? Terk hevesim kabarmıştı. Rüzgâr bastı ortalığı, pek bir oynak toz toprak kuşatması. Mevsim güze çalıyormuş, yağmur da yakınmış. Her zamanki nağmesiyle yakalarımı kaldırdı rüzgâr, yüzümü gözümü tırmalayıp. Dedim ona, bir şekilde terk edeceğim merak etme. Etmemiş miydim zaten? Kafam karıştı, bir hareketlenme oldu, zincirinden boşanan elim kolum seğiriyordu. Sahiden oluyor muydu? Tane tane dökülmeye koyuldum sahipliklerimden. Birkaç adımda işimi unuttum, şehrimi, en sevdiğim resmimi. İş adıma sanıma kadar geldi. Arabam zaten yoktu, sesim aylardır kısık. Ezberlediğim şarkılar fıkraya dönüşmüştü. Sevdiğim kadınları tek tek kazımaya kalkıştım oramdan buramdan, kirli grinin içine sakladığım şehvetten. Yüzüme şiddetle çarptığım kapının arkasındaki hiçlik nefis bir yolculuk vaat ediyordu, daha neydi? Bir nokta bulmalıyım, dedim iç monologdaki o süzme salağın gözüne soka soka. Uzaklaşırken terk ettiğim yerden, bir başka menzile varmaktan korkuyordum. O zaman fısıltılar, fısıltılar... Çok da merak etmedim bunları, kulaklarımdaki alan yetersizdi. Zihnimin çöplüğünde her zamanki efendiler hüküm veriyordu, lortlar kamarası, o ne yüceler. Keşfedilmiş yalnızlığın çılgın dehası, becerikli parmaklarla fermanımı imzaladı hınçla, gösterişli bir terk belgesi. Aldım sepetimi, bohçamı. Terk fikrim eşeysiz üremeye koyuldu mayasında. Gidebilirsin, denmişti özetle. İşte bu hikâye de böyle başladı. Lortlar hangi çağın uzamında kaldılar, hangi mecraydı kaçtığım, umursamadım. Bir yol vardı önümde ama başkaları da vardı. Terke giden yol bir başka olmalıydı. Tabela isterim ben, dedim, kaç metrem kalmış bilmek isterim. Yine de ayaklarımla başlamadı bence terk edişlerim. Tabelalar yandı. Kapımı bıraktım evimde, evimi sokağımda, sokağımı bohçamda. Bohçam kokuşmuş, şişkince bir ağırlıktı. En çıkarcı tipler bağırıyordu içinden, satıcılar, kanımın tadına bakmışlar, nankörler ve fırsatçılar. Bunca yükle yolculuğun alemini araştırdım yol yol. Oraya buraya serpiştirdiklerimle hafifledim, belim doğruldu. Bir çıkar yol bulmuştum, çemberimsi bir kaçar yol. Terk başlamıştı. Az gittim, uz gittim, koruluk bir yerde dinleneyim, dedim. Fenerimin yokladığı ağaçların arası çöp poşeti, çekirdek kabuğu dolguluydu. Bira şişelerinin şişman bedenleri sızmıştı izbeye. Bir yaşanmışlık, bir tükenmişlik, terk edilmişlik... Çalı çırpıdan ısı ürettim, parmaklarımı yumuşattım kâhin hareketleriyle. Yüzümü ısıran alevlerin merkezinde bir çağrı şekillendi. Bohçama sarılan kızıl yılanların tütsüsüne kandım. Ciğerime çöken karanlığın davetiyle yıldızların kutsadığı duvarsız barınağıma çekildim. Uyku uyanıklık rekabetinde çekiştirilen kollarım kitlendi, soğuğun kristal kıvamına itelediği göz kürelerim katılaşmıştı. Köpek havlamaları, baykuş feryatları ve ağaç hışırtıları... Daha fazlası vardı önceden belki ama bana bunlar kalmıştı. Sırtımı çimenlere sunup yüzümü göğe yasladım. Gecenin ayak izlerini fark ettim yıldızlar arası boşlukta. Kan kaybeden bir gebe yüzüydü izler, sabunla çokça ovulmuş bir avuçtu işte bir şeyler, bir şeyler. Gecenin adımları sıklaştı. Sallantıdaki vadesi yakın, ölümüne huzurla yetişecekti. Heyecanı bana geçti. Yıldızlar sıkılıp sıvıştı. Ay soluklanmak için bezgin ağzını açtığında ayağa kalktım. Şekiller bulamacı yığıldı gözlerime, kapı kapı gezip reddedilmişti hepsi. Burada, bu koruluğun tüm kalabalığında ölüleri gördüm. Yaprak cinlerini, mineral posalarını, yaşam hazırlığındaki uykulu tohumları, aç kurtçukları. Terk etmeye hazırlanan gece son örtüsünü de soyundu. Güneşin, terk edişine attığı ilk adımı belirdi kızıl şapkasıyla. Kapısı kapanan dünün tortusu kalmıştı dudaklarımla, dilimi gezdirirken barut tadı aldım. Dünü hiçliğe iteleyen son hareket de bu oldu. Kalkıp küllerin arasından bomboş bohçamı topladım. Ayağa kalktım. Sırtımı güneşe yasladığımda, bir başka yeri terk etmeye çoktan başlamıştım bile.
コメント