Öykü: Türbe
"Oğlu babasının son isteğini bu olağanüstü koşulda yerine getirebilecek mi?"
Akın Ersöz
Koşa koşa vapura bindiler. Onlar altta mı oturalım, üst kata mı çıkalım diye düşünürlerken vapurun “kalkıyorum,” sesini duydular.
Merdivenin altındaki boşluktan müzik sesi gelince alt kata yöneldiler. İki müzisyen çok sevdikleri bir ezgiyi çalıyordu.
Cam kenarındaki boş yere yönelirken çalgı kutusuna kâğıt para bıraktı erkek. Yerlerine oturduklarında müzik eşliğinde akşam güneşinin vurduğu tarihi yarımadayı izlemeye başladılar.
Camiler, saraylar kızılın bin bir tonuyla etkileyici görsel bir şölen sunuyordu. Gözlerinin önünde tüm görkemiyle tarihi doku, kulaklarında yıllar önce birlikte izledikleri konserin ezgisi vardı. Birbirlerine bakıp hem manzaranın hem de müziğin güzelliğini onayladılar.
“Gözlerim yoldadır kulağım seste/Ben seni unutamam en son nefeste/
Ey ceylan bakışlım ey boyu deste/Ey taze sevdiğim yadıma düştün
Nazende sevdiğim yadıma düştün”
Şarkı bittiğinde alkışladılar grubu birkaç yolcu ile birlikte. Müzisyenler ara verince kadın “Bugün gazetede bir filmin eleştirisini okudum. İşin yoksa akşam birlikte izleyelim,” dedi.
Erkek, “Olur, konusu neymiş?” diye sordu.
“Bana ilginç geldi. Ölmek üzere olan bir adam oğluna son arzusu olarak çocukluğunda köyde diktiği ağacın altında gömülmek istediğini söyler.”
Erkek, ne var bunda. Nice anne, baba bu tür vasiyette bulunur der gibi bakınca kadın, “Buraya kadar bir ilginçlik yok belki. Asıl hikâye baba ile oğulun köye yolculuğu sonrası ortaya çıkıyor.”
“Bak şimdi merak ettim. Akşam izleriz ama devamını okuduysan onları köyde nasıl bir sürpriz bekliyor? Anlatsana.”
“Tamamını bilmiyorum ama bir anlamda baba ile oğul köye vardıklarında film başlıyormuş. 40 yıl önce bir anlaşmazlık yüzünden büyük kente göç eden adam ve oğlu köyü tanıyamıyorlar.
Köyün girişinde sıra sıra otobüslerin, minibüslerin dizildiğini görüyorlar. Yol kenarlarında bir konser ya da bir miting alanıymış gibi seyyar satıcıların bir şeyler sattığına tanık oluyorlar. Kadınlar, erkekler, her yer kalabalık.”
Kadın soluklandığı anda vapurların olmazsa olmazı kantin görevlisi elindeki tepside bulunan yiyecek ve içeceklerin reklamını bağıra bağıra yaparak yanlarından geçti.
“Taze sıkılmış portakal suyu, kaşarlı tost. Tavşankanı çaylarımız çok taze.”
Gülümsedi kadın anlatıma cuk diye oturan kesintiye. Filmde anlatılan seyyar satıcıların sesleri mekâna dolmuştu.
Filmin devamını merak eden erkek, zorunlu moladan yararlanarak kadına “Bir şey içer misin?” diye sordu.
“Sağ ol,” dedi kadın kaldığı yerden anlatmak için.
“Tahmin ettin mi bilmem. İnsanlar, adamın çocukluğunda diktiği 40-50 yıllık ağaca binlerce yıl öteden kalma olduğuna inanıp kutsallık yüklemişler. Böylece adamın altına gömülmeyi umduğu ağacın çevresinde dua eden, dilek tutan, adak adayan kalabalıklardan hatırı sayılır bir ekonomi oluşmuş.”
“Merak ettim doğrusu olacakları. Ölmekte olan adamın o ağacın altına gömülebilme arzusu gerçekleşebilecek mi? Oğlu babasının son isteğini bu olağanüstü koşulda yerine getirebilecek mi?” dedi erkek.
Vapur iskeleye yanaşıyordu ve uzun uzun düdüğünü çaldı. Hem inecekleri uğurlamak hem de yeni binecekleri karşılamak için yeni bir şarkıya başladı müzisyenler.
“Her şey seninle güzel yolda yürümek bile/Olmayacak düşlerin peşinde koşmak bile/ Her şey seninle güzel bu toprak bu taş bile/İçimdeki bu korku gözümdeki yaş bile/
Beklenmedik bir anda ayrılık gelip çatsa/Seninle paylaştığım tek bir gün yeter bana”
Vapurdan inmek için kapıya yönelirken şarkının hatırına çalgı kutusuna para atma sırası kadındaydı.
Hava kararmaya başlamıştı. Meydana çıkan dar yolda el ele tutuşarak yürüdüler.
“Bilmem hatırlıyor musun? Birkaç yıl önce kuzenim buna benzer bir hikâye anlatmıştı.
70’li yıllarda iki üniversite öğrencisi yaz sıcaklarında yurtlarının yakınındaki korulukta ders çalışırken bir gün arkadaşlarına şaka yapmak için ellerindeki bardaklardan esinlenerek 'Bardakçı Baba' yazıp küçük bir mezar yeri yapmışlar.
Yaz tatili için memleketlerine giden gençler geldiklerinde kendi yaptıkları mezarın çevre sakinlerince çaput bezlerinin bağlandığı bir türbeye dönüştüğünü gördüklerinde hem şaşırmışlar hem de bir zaman belki şaşkınlıklarından belki de yanlış bir şey yapmanın başlarına açacağı sıkıntının korkusundan seslerini çıkaramamışlar. Ta ki bir gazeteciye olanları yıllar sonra anlatıncaya kadar,” dedi erkek.
“Pekiyi gazetede çıkan haberden sonra Bardakçı Baba Türbesi kaldırılmış mı?” dedi kadın.
Gülümsedi erkek. “Birazdan taksiyle önünden geçeceğiz. Karanlık olmasaydı çaput bağlanmaz, bardak kırılmaz, mum yakılmaz yazısını okuyabilirdin.”
Comments