top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Öykü: Umudu Bittiği Zaman

  • Yazarın fotoğrafı: Litera
    Litera
  • 5 gün önce
  • 5 dakikada okunur

"'Ne bileyim, gece çekmemişlerdi ki fotoğrafları. Çekselerdi bile görebilir miydim ki yıldızları fotoğraflardan? Hem kim satın alır ki fotoğrafları gece çekilmiş evleri' demek istiyorum ama diyemiyorum."


Bülent Yüney


Sıcak bir ağustos gecesi. Saat üç. Bodrum’da Gümüşlük Koyu'nu gören yazlık evimin terasındayım. Belli belirsiz esen rüzgâr denizin kokusunu gecenin sessizliğine karıştırıp terasıma taşıyor. Birkaç saat sonra gün aydınlanacak. Bense hala içiyorum. Önümdeki masanın üstünde ikisi boş üç şarap şişesi duruyor. İkinci şişeyi az önce bitirdim. Boşalan kadehimi doldurmak için üçüncü şişeyi açıyorum. Elimdeki kadehi doldururken bu kez denizin kokusu şarabın kırmızısına karışıyor.

Yalnızlığıma eşlik eden Leonard’ın sesi geliyor salondan. Salondaki pikap Leonard Cohen’i döndürüyor durmadan; “Dance me to the end of love” diyor o tok sesiyle. Benim başım şaraptan Leonard’ın başı dönmekten sarhoş. 

Canım sigara istiyor. Kırk yıllık arkadaş edasıyla içeriye sesleniyorum. “Sen de sigara ister misin?” diyorum. “Dansım hala bitmedi” diye cevap veriyor Leonard, o tok sesiyle. “Sen bilirsin” diyerek elimdeki şarap dolu kadehi masaya bırakıp, masadan sigara paketimi ve kibrit kutusunu alıyorum. Sigara paketimden bir dal sigara çıkarıp kibriti yakıyorum. Tam o sırada rüzgâr esiyor; elimdeki kibritin alevi sönerken salonun perdesi rüzgârdan havalanıyor. Arkamı dönüp havalanan perdenin arasından Leonard’ın sesine doğru bakıyorum. İçeriye doğru havalanan perdenin arkasında seni görüyorum. Kalbim hızla çarpıyor. Üzerindeki elbisenin kumaşı bedenini sarmış, adım adım bana doğru yaklaşırken saçların hafifçe rüzgârda dalgalanıyor. Seni izlerken, yine dünyanın en güzel varlığı olduğunu düşünüyorum.

Yanıma geliyorsun. Her zaman yaptığın gibi gözlerimin içine bakıyorsun. “Yalnız mısın?” diye soruyorsun. O an, içimde sadece senin sesin var. Leonard’ın sesi ise şimdi çok uzaklardan geliyor. “Sanırım, Leonard salonda” diyorum, yüzümde kocaman bir özlemle. O an deli gibi sana sarılmak istesem de yapamıyorum. 

Sönen kibriti ve yakamadığım sigaramı masaya bırakıp masadaki şarap kadehini sana uzatıyorum. Sadece bir yudum alıp kadehi tekrar bana veriyorsun. Yüreğimi de kadehte bıraktığın dudağının iziyle birlikte masaya bırakıyorum. Leonard içerde hala dönüyor, sesi ise rüzgarla beraber denizin dalgalarına karışıyor. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıyorum. Burada olmadığını biliyorum yine de nefesin nefesime değiyor.

Gözümü açıyorum az önce senin durduğun yerde başında fötr şapkasıyla Leonard’ı görüyorum. Leonard Cohen, terasımda, karşımda duruyor. Üzerinde çok şık gri bir takım elbise var. “Yalnız mısın?” diye soruyor. “Artık değilim” diyorum. “Bana da bir kadeh şarap koyar mısın?” diyor yüzünde kocaman bir gülümsemeyle. “Saatlerdir şarkı söylemekten boğazım kurudu.” Masadaki şarap dolu kadehi ona uzatacakken kadehte bıraktığın dudağının izi geliyor aklıma. Vazgeçiyorum. İçeri gidip dolaptan bir kadeh alıyorum. Kadeh elimde tekrar terasa doğru yürürken bu saatte Leonard’ın ne işi var terasımda diyorum kendi kendime. Sonra da “Aman sen de boş versene, sana ne elin adamından.” diyerek elimde dolaptan aldığım boş kadehle Leonard’ın yanına terasa gidiyorum.

Az önce dudağının izinin kaldığı kadeh elinde gökyüzüne doğru bakarken buluyorum seni. “Leonard nerede?” diye soruyorum sana. Oturduğun sandalyeden yüzünü bana doğru çeviriyorsun. Sol elinle saçını hafifçe geriye atıp “Buralarda gökyüzü hep bu kadar yıldızlı mıydı?” diye soruyorsun. “Bilmiyorum, üç ay önce bir gayrimenkul ofisinden satın aldım bu evi. Evin tüm fotoğraflarını bilgisayardan gösterdiler. Dikkat etmemişim” diyorum “Sen hep böyleydin, eskiden de hiçbir şeye dikkat etmezdin” diyorsun. “Ne bileyim, gece çekmemişlerdi ki fotoğrafları. Çekselerdi bile görebilir miydim ki yıldızları fotoğraflardan? Hem kim satın alır ki fotoğrafları gece çekilmiş evleri” demek istiyorum ama diyemiyorum. Desem de bir şey değişmeyecek biliyorum. Ama sen inatla, o hep yüzüne haklıymışsın ifadesi veren bakışlarınla sanki sana demek isteyip de diyemediğimi, desem de bir şey değişmeyecek olanı anlamışsın gibi yüzüme bakmaya devam ediyorsun.

Gözlerinin içine bakıp “Biliyor musun haklıydın” demek isterdim. Bir zamanlar gerçekten haklıydın ama sonra bende kalan her şeyin gibi haklılığın da değişti. Önce sen mi değiştin, yoksa sen hep aynıydın da ben mi bunu geç fark ettim, bilmiyorum. Bir insan, bir zamanlar deliler gibi sevdiği birisinden nasıl bu kadar nefret eder? Belki de bunu bilerek yaptın, içimdeki bu sevginin ancak böyle biteceğini düşündüğün için senden nefret etmemi istedin. Oysaki bir zamanlar hem en zor günlerinde hem de en mutlu anında aklına gelen ilk kişi ben değil miydim? Bu o kadar çok hoşuma gidiyordu ki. Her şeyini biliyordum. Tüm hayatını, başından geçen tüm hikâyeyi en ince ayrıntısına kadar… Hayatımızda olup biten her şeyi birbirimize anlatıyorduk. Hiçbir şeyi saklama gereği duymuyorduk. Kimselere anlatamadığımız her şeyi birbirimize anlattıkça rahatlıyorduk. Aslında güven üzerine kurulu bir terapi seansı gibiydi bizim dostluğumuz. Evet, bir zamanlar bir dostluğumuz vardı. 

Ne garip, insan ya çok seviyor ya da nefret ediyor; arası yok mu bunun? Aslında olmalı, birinden biri yapabilmeli bunu, belki o zaman her ne kadar içine duygusallık bulaşmış olsa da dostluklar üzerine kurulmuş olan sevgiler devam edebilirdi.

Aşk mı yoksa dostluk mu? Hangisi daha önemli? Hangisinin bitmesi daha çok acıtıyor insanın içini? Biliyor musun? Hayat bu soruların cevabını acıta acıta öğretiyor insana. Ve sadece geride yaşadıklarınla yüzleşmek kalıyor. Freud ne diyordu; “İnsan, hayatta karşılaştıkları kişilerin kalıntısıdır.” Peki, ya biz kaç kişinin kalıntısıyız?

İçim acıyor. Gözümü kapatıp parmaklarımın arasındaki, ne zaman yaktığımı hatırlamadığım sigaradan derin bir nefes çekiyorum. Sigaranın dumanını geceye doğru üflerken kirpiklerimin arasından az önce karşımda oturduğun sandalyede, elindeki şarap şişesiyle içeriden getirdiğim boş kadehi dolduran Leonard’ı görüyorum yine. Kadehini doldurduktan sonra yüzüme bakıyor ve sanki şarkı söyler gibi “Bir kadın sevdiği erkekten ne zaman vazgeçer biliyor musun?” diye soruyor. Anlamsızca “Ne zaman?” diyorum. “Umudu bittiği zaman” diyor. Sonra şarap dolu kadehini, dudağının izini bıraktığın masadaki diğer kadehe vuruyor “Cheers” diyerek. İstemsizce, sanırım biraz da koskoca Leonard’a ayıp olmasın diye masadaki kadehi alıp yudumluyorum.

“Unutma evlat” diyor. Hadi bakalım şimdi de evlat olduk iyi mi? “Sakın unutma hayat bize yaptığımız seçimlerle gelir ve gelirken de önümüze durmadan seçenekler koymaya devam eder. Biz ise hayatın önümüze getirdiği seçeneklerden birini seçerek ya da hiçbirini seçmeyerek, ki önümüze gelen seçeneklerden hiçbirini seçmemenin de bir seçim olduğunu düşünürsek yaptığımız bu seçimlerle kendi varoluşumuzu tamamlıyoruz. Ama ne yazık ki seçimlerimizi yaparken yaptığımız seçimlerin sonucunu hiçbir zaman tam olarak bilemeyiz, bunu bilmemiz de imkânsızdır zaten; bu yüzden çoğu zaman düşünüp dururuz acaba diğer seçeneği seçseydim ne olurdu diye.”

Şimdi de gecenin bir yarısı hem de bu kafayla Leonard’dan Varoluşçuluk Felsefesi dinliyoruz. Sen şarkını söylesene be adam. Bırak artık peşimi. Seçimse bu benim seçimim kimi ne ilgilendirir. Hem ben, iyi bir dostluğun bir gün duygusallığa döneceğini nereden bilebilirdim ki? Seçim mi şimdi bu? Bazen insan hissettiği duyguları seçemiyor işte…

Leonard’ın sesini duymuyorum artık, sadece gecenin sessizliği var etrafımda. Sanki bakışlarımdan o da bu sessizliği hissetmiş olacak ki “Plaktaki son şarkıydı” diyor Leonard gülümseyerek. Gecenin bitmesini istemiyorum, ayağa kalkıp tekrar birinci şarkıdan başlasın diye, Leonard’ın yeniden pikap üzerinde dönmesi için salona geçiyorum. Leonard ilk şarkıyı söylemeye başlarken terastan gelen senin sesini duyuyorum. “Bu dostluğun bitmesi gerekiyordu” diyen sesini.

Leonard’ı pikabın üstünde dönmeye bırakıp yanına, terasa geliyorum “Biliyorum” diyorum “Ama lütfen sen de şimdi felsefe yapmaya başlama olur mu?” Gülümsedin mi yoksa bana mı öyle geldi bilmiyorum. “Hayır, felsefe yapmayacağım” diyorsun, “Sadece bir zamanlar senin bana söylediklerini tekrar edeceğim. Ne diyordun, hayatımız boyunca tanıştığımız her insan belli bir amaca hizmet eder diyordun. Kimisi en zor zamanımızda yanımızda olur kimisi ise imtihanımız… Biliyor musun sen benim için her ikisi de oldun. En zor zamanlarımda hep sesine sığındım, yalnızdım, bilirsin yalnız olmayı hiç sevemedim. Sana o kadar çok güveniyordum ki sanki herkesten gizlediğim hatta benim bile bilmediğim içimdeki kadını bulup çıkarmıştın. Alışmıştık birbirimize. Ama artık tek başıma ayakta durmam gerekiyordu çünkü kendi ellerimizle büyüttüğümüz bu dostluk artık bize yetmiyordu, yetmeyecekti ve gün gelecek daha fazlasını isteyecektik. Ama ne sen bunu yapabiliyordun ne de benim bunu yapabilecek bir cesaretim vardı. Artık bitmeliydi.”

O sırada Leonard elinde bir papatya demetiyle salondan yanımıza geldi. “Bir kadın sevdiği erkekten ne zaman vazgeçer biliyor musun?” dedi gözlerinin içine bakarak. Sen ise Leonard’ın sana uzattığı papatya demetini alırken “Umudu bittiği zaman” dedin.

Hayal de olsa bu seni son görüşüm oldu. Sen elinde papatya demetiyle evden dışarı çıkarken “Keşke dost kalabilseydik” dedim. Sana söylemek istediğim bu son cümleyi duydun mu bilmiyorum.

Comments


bottom of page