Pavese, yalnızlığın anatomisini çiziyor
Özlem Karahan, Cesare Pavese'nin ilk kez 1948 yılında yayımlanan kitabı Tutukevi üzerine yazdı: "Pavese’nin dili, okuyucuyu Stefano’nun yalnızlığının içine çekerken, aynı zamanda faşizmin birey üzerindeki baskıcı etkilerini de incelikle aktarır."
İtalyan yazar Cesare Pavese, şiirle başladığı kısa edebi kariyeri boyunca kaleme aldığı eserlerle İtalyan edebiyatının en derin ve güçlü kalemlerinden biri. “Senin Köylerin” (1941), “Tepedeki Ev” (1949), “Ay ve Şenlik Ateşleri” (1950) ve “Yalnız Kadınlar Arasında” (1949) başta olmak üzere, yayımlanan birçok romanının yanı sıra “Ağustos’ta Tatil” (1946) adlı bir öykü kitabı ile 1935 – 1950 yılları arasında günlük türünde yazdığı (benim de başucu kitaplarımdan olan) “Yaşama Uğraşı” hem edebi külliyatın hem de varoluşçu düşünün önemli yapıtları arasında gösteriliyor.
Bir otel odasında hayatına son verdiğinde 42 yaşındaydı. Bugün, ölümünden yetmiş iki yıl sonra eserleri hâlâ derinliğini, inceliğini, etkisini sürdüren Pavese’nin bu “zamansız” eserleri, yeni çevirilerle dünyanın dört yanında okurla buluşmaya devam ediyor. O eserlerden biri de, yazarın ilk kez 1948 yılında “Il carcere” adıyla yayımlanan, bugünlerde yeni baskısı İthaki Yayınları etiketiyle, Dünya Klasikleri seçkisi altında Güzin Molo çevirisiyle okurla buluşan Tutukevi.
Kendi gönderildiği sürgünden ilhamla yazdı
Pavese, 1935 yılında, anti-faşist dergi La Cultura’daki yazıları nedeniyle önce tutuklandı, ardından deniz kenarındaki küçük bir köy olan Brancaleone'de sürgüne gönderildi. Bir süre sonra yazar afla sürgünden döndü ama bu sürgün dönemi, Pavese’nin en derin eserlerinden biri olan Tutukevi”nin tohumlarının atıldığı yer oldu.
Pavese’nin yaşadığı sürgünden, gelelim romanda anlatılan hikâyeye:
Romanın başkahramanı Stefano, politik görüşleri nedeniyle önce hapsedilmiş, ardından İtalya’nın küçük bir köyüne sürgüne gönderilmiştir. Stefano için bu sürgün, fiziksel özgürlük yanılsamasının altında görünmez duvarlarla çevrili bir hapishaneyi temsil eder. Gündüzleri köyde serbestçe dolaşabilmesine rağmen, gece sokağa çıkma yasağı ve sürekli göz altında olma hissi, onun özgürlüğünü sembolik bir şekilde kısıtlar.
Özgürlük ve yalnızlık her yerde
Bir zamanlar olduğu adama dair artık çok az şeye sahip olan Stefano, hapsedilmenin ne olduğu sorusu üzerinde kafa yorar. Bir yandan da zihninde yalnızlığı sürekli olarak irdeler. Bu sürgün köyünde yatağına giren bir kadının sevgi dolu kollarında bile kendini tamamen yalnız hisseder örneğin. Günler boyunca türlü sohbetler ettiği köylülere rağmen, yalnızlığı iliklerine kadar hisseder kahramanımız. Her düşüncenin derininde ise, faşizm zamanlarında yaşayan herkesin, ister kendisine dayatılmış ister kişi kendi kendine dayatmış olsun, aslında bir şekilde hapsedildiğini savunur.
Stefano’nun köy yaşamı, dışarıdan sıradan ve huzurlu görünse de, birey için sessiz bir tecrit ve varoluşsal bir hesaplaşma alanıdır. Köyün basit yaşamı, denizin renksiz ufku ve boş sokaklar, Stefano’nun yalnızlığını hem bir ceza hem de bir sığınak olarak betimler. Deniz, özellikle Pavese’nin ustaca işlediği bir metafor olarak öne çıkar: Özgürlüğün cazibesi ve ulaşılmazlığı arasında gidip gelir. Stefano’nun denize olan bağlılığı hem kaçış arayışını hem de çaresizliğini simgeler.
Roman, Stefano’nun köydeki kadınlarla kurduğu ilişkiler üzerinden toplumun cinsiyet dinamiklerini ve bireyin yalnızlıkla başa çıkma yollarını sorgular. Köydeki kadınların toplumsal yaşamdan izole edilmesi, Stefano’nun yalnızlığını daha da görünür kılar. Elena’yla ilişkisi ise yalnızca bir teselli değil, aynı zamanda insanın bağlanma arzusu ve özgürlüğünü koruma isteği arasındaki çatışmayı da yansıtır.
Bir varoluş yolculuğu
Tutukevi, Stefano’nun hem köy halkıyla hem de kendi iç dünyasıyla kurduğu yüzeysel ve derin bağlantılarla yavaş yavaş bir varoluş yolculuğuna dönüşür. Köyün erkekleriyle iskambil oynadığı anlar, yalnızca bir sosyal bağ kurma çabası değildir; aynı zamanda bu bağların yüzeyselliğini ve geçiciliğini de vurgular. Stefano, köyde her zaman bir “yabancı” olarak kalır; bu, onun yalnızlık ve tecrit hissini daha da derinleştirir.
Sadelikteki derinlik
Cesare Pavese’nin sade ama derinlikli üslubu, romanın en güçlü yönlerinden biridir. Doğa betimlemeleri, köy yaşamının monotonluğunu ve Stefano’nun içsel dünyasını yansıtarak hikâyeye bir melankoli tonu katar. Deniz, dar sokaklar ve çorak topraklar, hem Stefano’nun fiziksel hem de duygusal tecritini simgeler. Pavese’nin dili, okuyucuyu Stefano’nun yalnızlığının içine çekerken, aynı zamanda faşizmin birey üzerindeki baskıcı etkilerini de incelikle aktarır.
Peki ya insanın kendi hapishaneleri?..
Roman, sadece faşist rejimin bir bireyi nasıl tecrit ettiğini değil, aynı zamanda bireyin kendi yarattığı hapishanelerle nasıl mücadele ettiğini de ele alır. Stefano’nun özgürlüğe kavuştuğu an bile, aslında ruhundaki tecritin sona ermediğini gösterir. Bu özgürlük, onun yalnızlığı ve yabancılaşmasıyla başa çıkabilmesinin bir yolu değildir; yalnızca bu mücadeleyi farklı bir bağlama taşır.
“Tutukevi”, yalnızlık, sürgün ve bireysel özgürlük üzerine yine Pavese derinliğiyle kaleme alınmış bir roman olarak okunmayı hak ediyor.
TUTUKEVİ
Cesare Pavese
İthaki Yayınları, 2024
Çeviri: Güzin Molo
Tür: Roman
136 s.
Comments