Seçimler ve sınırlara dair bir roman
- Nagihan Kahraman
- 4 gün önce
- 4 dakikada okunur
Nagihan Kahraman, İsveçli yazar Johanna Hedman’ın ilk romanı Üçlü üzerine yazdı: "Yazar romanında, insanların hayatları boyunca birtakım insanları odağına alıp sonra da onlardan tamamen vazgeçerek başka bir hayata ve insanlara yöneldiğini ya da yönelmek durumunda kaldığını nostaljik ve biraz da melankolik biçimde ele alıyor."

Hayatta seçilen yollar, alınan kararlar insanların kimliğini oluşturan ana faktörlerden biri. Bunu inkâr edecek kimse herhalde yoktur. Bir insanı bugünkü hâline ulaştıran şey, seçimlerin sonunda başka yapılan seçimler ve onların ardından da yapılan daha başka seçimlerdir. Bunu bir tür dallandırılmış ağaç olarak düşünmek mümkün. Doğru/yanlış, iyi/kötü ayrımı yapmadan, sadece bir yolculuk olarak bakıldığında insanın aldığı kararların önünde bambaşka senaryolar oluşturduğu bir gerçek. Bu biraz da araçlardaki navigasyon cihazlarının sizin gittiğiniz yöne doğru hedeflenen konuma ulaştırabilmek için “Rota yeniden oluşturuluyor.” diye bilgi vermesine benziyor. Uzaklaşılan her hedeften sonra insan kendisinin yeni bir varyantını keşfeder ve devamlı adaptasyon hâlinde olduğu için de bu yeni kendisine kısa sürede alışır. Geriye dönüp bakıldığında insanların kendilerine “Acaba şu gün başka bir karar alsaydım, diğer yolu seçseydim, başkasıyla devam etseydim, öbür şehre gitseydim… neler olurdu?” sorusunu sormaktan kendilerini alakoyamaması da çok doğal görünüyor. Böylece Jean Paul Sartre’a atfedilen “Her seçiş bir vazgeçiştir.” sözünün klişe olmaktan öte ne kadar doğru olduğu da öne çıkıyor.
Seçimler üzerine bu kadar konuştuktan sonra bunu odağına alan bir romandan bahsedeceğim: Üçlü. 1993’te Stockholm’de doğan İsveçli yazar Johanna Hedman’ın ilk romanı. 2021 yılında orijinal dilinde Trion olarak yayımlanan roman, büyük ses getirmesinin ardından iki yıl sonra Türkçede de yerini aldı. Eseri İsveççe aslından çevirense diğer İsveççe eserlerden aşina olduğumuz Zeynep Tamer. Kitabın arka kapağında yine son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz İsveçli yazar Alex Schulman’ın bir yorumu yer alıyor ki aslında bu, kitabı da bir nevi özetliyor: “Johanna Hedman nasıl yeni bir yazar olabilir, anlayamıyorum. İsveç edebiyatının geleceğini görmüş gibi hissediyorum.” Bu sözler gencecik bir yazarın ilk romanı için kurulabilecek en güzel cümlelerden biri şüphesiz.
Hedman’ın Barış ve Çatışma Çalışmaları alanında yüksek lisans çalışması da bulunuyor. Genç yaşına rağmen Paris, Güney Hindistan ve New York gibi birbirinden farklı coğrafyalardaki şehirlerde yaşamış ve hatta New York’ta Birleşmiş Milletler İsveç temsilciliği için staj da yapmıştır. Yazarın, insanların hayatları boyunca birtakım insanları odağına alıp sonra da onlardan tamamen vazgeçerek başka bir hayata ve insanlara yöneldiğini ya da yönelmek durumunda kaldığını nostaljik ve biraz da melankolik biçimde ele aldığı bu romanı İthaki Yayınları etiketiyle okura ulaşıyor.
Adından da anlaşılacağı üzere üç kişi var Üçlü’nün merkezinde: Hugo, Thora ve August. Roman Hugo’nun New York’taki evinin kapısında gizemli, genç bir kadının belirmesiyle başlıyor ve bu kadın kendini Thora ve August’un çocukları olarak tanıtıyor Hugo’ya. Bu bir sürprizbozan değil elbette; çünkü romanın asıl meselesi Hugo’yla tanışmaya gelen Frances’in sorduğu sorular sebebiyle Hugo’nun geçmişe gidip Thora ve August ile yaşadığı garip arkadaşlığı hatırlaması. Bu giriş niteliğindeki kısacık ilk bölümden sonra okur kendini asıl olayların kucağında buluyor. Hugo yıllar önce Stockholm’e öğrenci olarak gitmişken kendini ev kiraları çok pahalı olduğu için oranın en varlıklı ve kültürlü çiftlerinden biri olan Aron ve Laura’nın evlerindeki odalardan birini kiralarken bulur. Hugo, Aron ve Laura’nın Paris’teki eğitiminden dönen kızları Thora ve onun çocukluktan beri arkadaşı olan August ile tanışır kısa zaman içinde. Alman kökenli olan bu genç için İsveç kültürüne uyum sağlama sürecinde bir yandan Thora ve August ile arkadaşlık kurması ama aslında ikisinin de arkadaş mı sevgili mi olduklarını bir türlü anlayamaması üzerinden şekillenen kafa karışıklığı ile dolu günleri onu oradan oraya savurur. Thora ve August’un ilişkisini tam anlayamamakla birlikte kendi duygularını da tanımlamakta zorlanır. Bir süre sonra değişik bir ilişki yumağına dönen aralarındaki iletişim ya da bir yandan da iletişimsizlik Hugo ve beraberinde diğerlerini de farklı yerlere sürükler. Büyük büyük olaylar yok bu romanda. Daha çok bir salınım şeklinde ilerliyor. Çünkü kafası tek karışık olan Hugo değil; aynı zamanda Thora ve August da bir o kadar ikilem içinde. Bu sebeple romanın ikinci ve ana bölümü periyodik olarak “Hugo”, “Thora”, “Hugo”, “Thora”… şeklinde ilerliyor. Tahmin edileceği üzere bu bölümler Hugo ve Thora’nın bakış açısından anlatılıyor. Dikkat çekici olan ise August’a ait bir bölüm olmaması ve onun bakış açısından okuma yapamamamız. Romanda yazar asıl gerilimi Hugo ve Thora arasında yarattığı için belki de böyle bir tercihte bulunmuştur. August romanda da hep ikisinin arasında, biraz bocalayan, kendi hayatında da denge tutturmaya çalışan bir karakter. Yine de August’a ait bölümlerin olması, onun da kafa karışıklığı ile yaptığı seçimlerin arasında kalışını dengelemeye çalışmasını okumak keyifli olurdu.
Üçlü, pek çok yönden Sally Rooney edebiyatıyla karşılaştırılıyor; özellikle yazarın Normal People (Normal İnsanlar) eseri ile kıyaslanıyor sık sık. Okurken ben de bu hazzı almadım desem yalan olur; sanki onun bambaşka bir coğrafyadaki ruh benzeri gibi bir tat alarak okudum. Öte yandan, olay örgüsünden bağımsız olarak romandaki bazı kilit noktaları ve karakterlerin iletişim ve ilişki kuruş şekilleri ya da kuramayışları Christian Petzoldt’un en yeni filmi Afire’ı anımsattı. Orada da ikisi erkek biri kadın olan, normalde yaşadıkları coğrafyadan başka bir yerde iletişim kurmaya çalışan ve belirli seçimler yapmak durumunda kalan genç insanları izliyoruz. Bu roman bende o filmin tadını bıraktı.
Romanda üçlü ilişki yalnızca Hugo-Thora-August arasında kurulmuyor. Bu biraz dikkatli bir okuma yapınca pek çok “üç” karakter arasında gerilimli bir ilişkinin olduğu bariz şekilde çarpıyor göze. Örneğin Aron-Laura ve Thora üçlüsü. Gerilimi yüksek ve denge tutturulamamış bir anne-baba-kız formülü. Thora’nın anne babasının evinde kalan Hugo ve beraberindeki Vega ve Tiguan üçlüsü bir başka örnek. August’un pek çok yönden sorun yaşadığı abisi Samuel ve babası bir başka denge tutturulamamış üçlü örneği. Bu üçlüler arasındaki denge mücadelesi ve herbirinin yaptığı seçimlerle bambaşka bir yöne doğru güzergahlarının değişmesi, okurun zihninde “birbirini çok iyi tanıyan üç yabancı” imajını doğuruyor. Yazarın nihai amacının da bu olduğu kanaatindeyim. Yazarın insanlar arası ilişkide çok başarılı olduğu ve çok iyi gözlem yaptığı da karakterlere kurdurduğu cümleler ya da onların duygularını ifade ediş biçiminden çok net anlaşılıyor. Bu noktada bayağı iyi tespitlerle dolu kitap: “Samuel August’u önemsediğini ancak onun için kaygılanarak gösterebiliyor.” diyor örneğin. (s.113) Başka bir kısımda Hugo şöyle diyor: “Kendimle ilgili bir şeyi açığa vurmuşum gibi hissettim - August’un içinde filizlenmiş bir şüpheyi doğrulamıştım,(…)” (s.101) Bunun gibi pek çok nokta atışı cümle var romanın içinde. İnsan içi ilişkilere, seçimlerin insanları nasıl etkilediğine ve geride bırakılan duyguların seneler sonra ortaya çıkmasına dair derinlikli bir roman okumak isteyenler için eşsiz bir seçim Üçlü. İyi okumalar.
ÜÇLÜ
Johanna Hedman
İthaki Yayınları, 2025
Çeviri: Zeynep Tamer
Tür: Roman
312 s.
Kommentare