top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Yaratıcılık Ritüelleri 44 / Demet Özdemir: “Sonuca odaklanmadan üretmeyi seçiyorum.”

Yazarın fotoğrafı: Semrin ŞahinSemrin Şahin

“Yaratma sürecinde konu sıkıntısı çektiğimi söyleyemem. Benim için yaratım süreci dinlemek, bakmak ve görmekle alakalı bir durum halini aldı. Evren tohumlarla dolu bize sadece keşfetmek kalıyor. Keşif sonsuz bir yolculuk.” Semrin Şahin, Yaratıcılık Ritüelleri Söyleşileri’nde bu hafta Demet Özdemir’i ağırlıyor.



Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?

Değişken bir yapıyım bu anlamda bir şeyi idealize etmek pek bana göre değil. Evrendeki akışkanlığa uyumluyum diyebiliriz. Bu uyum içerisinde zaman zaman bana iyi gelen mekanlar ve atmosferler var. Açık havada yazmak yahut evimin balkonundaki sedire kurulmak ya da buhurdanlıktan yükselen güzel bir kokunun eşliğinde olmak gibi. Ortam hazırlamak kimi zaman yazdığım bir karakterle ya da olayla bütünleşmeme hizmet edebiliyor. 



Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?

Yazar tıkanması mükemmeliyetçilik kaygısı ya da mental yorgunluk şeklinde olabilir. Yazma sürecinde yaratıcı durgunluk yaşadığım bazı zamanlarım oldu. Özellikle ilk yıllarda düşünmek ve kurguyu oluşturmak için daha uzun zamanlara ihtiyaç duyuyordum.  Bu kişiye, deneyime ve beklentiye göre değişkenlik gösteriyor olmalı. Halen daha iyiye ulaşmak kaygısıyla uzun süren yazma deneyimlerim oluyor. Yaratma sürecinde konu sıkıntısı çektiğimi söyleyemem. Benim için yaratım süreci dinlemek, bakmak ve görmekle alakalı bir durum halini aldı. Evren tohumlarla dolu bize sadece keşfetmek kalıyor. Keşif sonsuz bir yolculuk.



Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?

Yaratıcılık aşamasında ortamsal, zamansal ve fikirsel bir engele rastlamış değilim. Tecrübeleriyle bana destek olan pek çok dostum oldu. Ailemin desteğini de her zaman hissediyorum. Bence bir yazarın yaşadığı en büyük zorluk yayımlanma süreciyle ilgili. Onay ya da geri bildirim alma süreçleri, içinde bulunduğumuz konvektöre göre değişkenlik gösterdiğinden biraz zorlayıcı olabiliyor. Bunun da olumlu yanlarını görerek heyecanı kaybetmemeyi önemsiyorum. Nihayetinde bizi ayakta tutan arzulanana kavuşmak hayali değil midir?  Ben sonuca odaklanmadan üretmeyi seçiyorum. 



Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?

Birçok başlangıçta olduğu gibi ben de bilinmeyenin heyecanı ve korkusunu yaşadım. Neyi nasıl yapacağımı bilmemek beni çok korkuttu. Çoğu zaman vazgeçmenin eşiğinde buldum kendimi. Gerçek şu ki bu keşif ciddi bir çalışma ve zaman gerektiriyor. Keşif diyorum, benim için yazmak gerçekten bir keşif. Yaşadığım bu dönemi çok önemsiyorum. Katkısı çok büyük oldu. Şimdilerde ise daha iyi nasıl olabilirimin peşindeyim. Sonuçta yol uzun ve sonsuz. Benim heyecanımsa ilk günden daha kuvvetli.



Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?

 “Ne olursa olsun yaz, bu sadece bir iç döküş olsa bile.” Ben, bu şekilde masaya oturabilenlerden değilim. Günün illaki bir zaman diliminde yazmak gerektiğini düşünmüyorum. Bunun işe yaramayan bir pratik olduğunu da söylemiyorum. Sadece yazmak istediğim an bana kendini hissettiriyor. Bazen günlerce yazabiliyorken bazen sadece okumayı tercih edebiliyorum. Yine de en verimli saatler sabah kahvesi eşliğindeki çalışmalarım oluyor. Yazarken elbette faydalandığım eserler var. Bu yazdığım konu ve edebi türle ilgili değişkenlik gösteriyor. Bazen bir klasik bazen postmodern bir eser fikir açıcı olabiliyor. 



Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo , öykü, şiir, beste vs…)  var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?

Olmaz mı? Öykücülüğümde Sait Faik izleğini önemsiyorum. Plajdaki Ayna öyküsündeki gibi metaforik ve simgesel anlamlar taşıyan, hayatın içindeki bir anın sonsuz döngü içinde betimlendiği öyküler yazmak harika olur. Aynı şekilde büyülü gerçekçiliğin olağan üstücülüğün sınırlarını bulanıklaştırarak sunduğu yaşam dokusunun hayranıyım. Mesela Isabel Allende’nin Ruhlar Evi’ndeki Clara’nın telepatik güçleri, büyülü unsurlarıyla hayallerimizin sınırlarını genişletiyor. Bunun gibi sevgili Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm’ünde Anadolu köy yaşantısının mistik öğeleriyle harmanlanmış hikayelerin gündelik şehir hayatında yer bulması ve anlam dünyamızı bulandırması gibi bu dokuda ve tatta  eserler yazabilmeyi dilerim.

Comments


bottom of page