top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Yaratıcılık Ritüelleri 51 / Mesut Barış Övün: "Sessizlik aramam, uykumu bile ertelerim."

"Zihinsel anlamda dolduğumda yazı zaten oradan kendine bir yol bulur ve ben kendimi bilgisayarın başında bulurum. Metin kendini dayattığında ortamın gürültülü olması bir sorun olmaz, sessizlik aramam, uykumu bile ertelerim." Semrin Şahin Yaratıcılık Ritüelleri söyleşilerinde bu hafta Mesut Barış Övün'ü ağırlıyor.



Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?

Yazmaya başlamadan önce çok düşünürüm. Bu bir ritüel değil şüphesiz ama ben şimdi bu düşünme eylemini böyle nitelemek istiyorum. Kafamda fikirler, cümleler bir süre dolaşır. Zihinsel anlamda dolduğumda yazı zaten oradan kendine bir yol bulur ve ben kendimi bilgisayarın başında bulurum. Metin kendini dayattığında ortamın gürültülü olması bir sorun olmaz, sessizlik aramam, uykumu bile ertelerim. Yazma şevkim olduğu sürece bir ritüele, bir toteme ihtiyaç duymam. Ama bir fincan kahve iyi gelebilir.


Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?

Bizim şapkalarımız diğer yazarlar herhalde. Bunu daha önce burada, Yaratıcılık Ritüelleri’nde söz alan başka edebiyatçıları okuyunca daha iyi anladım. Bu tip tıkanma çok yaşamıyorum, olursa da aşmak için beni açan yazarlara başvuruyorum. Ufkumu açan, fikirlerimi bileyen ve beni düşünmeye sevk eden yazarlar var. Ferid Edgü, Max Frisch, Nabakov ya da Raymond Carver. Bu isimler ve daha pek çok şahane isim sadece üslup konusunda bana şekil vermezler, aynı zamanda -nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde- bilinçaltımı da harekete geçirirler, orada okuduklarımdan kendi yazılarım için fikirler devşiririm.



Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?

İşle ilgili konular, evet, yazma sürecini sekteye uğratabiliyor. Ama iş olmadan da olamayacağına göre bu konudan şikâyet etmek anlamlı değil. Görünür olmama bir sorun, öte yandan. Yazdıklarımızı paylaşmak isteriz, ismimizi bir derginin kapağında görmek bir dönüm noktası hepimiz için. Ürettiğiniz metnin belli standartlara ulaştığını bilmek güzel bir şey.


Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?

Sanırım tür anlamında bir çeşitliliğe ulaştım. Henüz dergilerde iki öyküm çıkmışken bir söyleşide gelen soruya “Hayır, başka türde yazmıyorum, öyküdeki yoğun ton hoşuma gidiyor” demiştim. Sonra roman geldi, eş zamanlı olarak denemeler ve şiirler izledi. Ve iki yıldır her ay günlük notlarımı yayımlıyorum. Yani kendimi de şaşırtan bir seyir izledi yazı yolculuğum.


Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?

Belli bir zaman dilimim yok. Yukarda da dediğim gibi, metnin kendini dayattığı bir nokta var. O bir uç nokta ve okumalar sizi oraya doğru yükseltiyor. Sonrasında yazmak kaçınılmaz oluyor.

Elimin altında Max Frisch’in günlükleri durur. Faulkner ve Salinger. Elbette Sait Faik. Barış Bıçakçı, Thomas Bernhard, Katherine Mansfield, ilk aklıma gelenler.


Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo , öykü, şiir, beste vs…)  var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?

Hayran olduğum çok tablo, severek dinlediğim pek çok şarkı var. Ama onlara özenemem. Bu konularda elimden bir şey gelmeyeceğini bilirim. Fakat yazı söz konusu olduğunda kendimi bir esere yakın hissettiğim çok olmuştur. Biraz, ben de yapabilirim, duygusu yani. Bir Başkadır diye bir dizi vardı birkaç yıl önce, hatırlarsınız. Berkun Oya. Ben onun senaryosunu yazmış olmayı isterdim. Ülkeye ve topluma ve kişisel ilişkilere dair gözlemleri ve yazın diliyle özel bir yapımdı. 

Bir de kitap adı vereyim: Eduardo Galeano’nun kitabı Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri. Parçalı yazılar, biraz anı, biraz mitoloji, bir miktar gezi izlenimi, öykücükler ve Sistem’e dair eleştiriler. Çok özgün ve farklı bir kitaptır. Ben de buna benzer bir kitap yayımlamayı isterdim.

Comments


bottom of page