top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Yaratıcılık Ritüelleri 53 / Murat Yalçın: "Herkesi mutlu ederek bir şey üretilemez."

"Günlük işlerin içindeki uğraşlardan biri artık yazı. Kafama takılanı takıldığı yerden kurtarana dek yazmak, ortaya çıkana çekidüzen vermekten ibaret." Yaratıcılık Ritüelleri söyleşilerinde Semrin Şahin bu hafta Murat Yalçın'ı ağırlıyor.

Fotoğraf: Ahmet Sel
Fotoğraf: Ahmet Sel

Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an”a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?

Yazı sanatı da öteki sanatlar gibi insanı nazlı kaprisli yapar. Yazmaktan kaçınmak, yazı masasından uzak durmak ya da bilgisayarda o klasörün üstünü tıklamamak… Hepsi, bu gelgitli anların tamamı yaratma sancısından. Yolun başındayken bazı takıntılarım vardı, usta bellediğim yazarlara özenerek “ritüeller” benimsemiştim. Zamanla unuttum bunları. Günlük işlerin içindeki uğraşlardan biri artık yazı. Kafama takılanı takıldığı yerden kurtarana dek yazmak, ortaya çıkana çekidüzen vermekten ibaret. Sorunuza dönersem, “yazmaya başlamadan önce” denebilecek bir an yaşamıyorum nicedir. Yaşamanın kendisi bende paralel bir yazı uğraşı.


Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?

Yazıyla ilişkimde zorlama hiç olmadığı için zorlanma da yaşamadım. Yazmadığım uzun zamanlarda artık hiç yazamayacağım endişesine kapıldığım olduysa da zamanla bunun geçici ve üstelik gerekli bir panik olduğu ayrımına vardım. Parlak fikirler peşinde olmadığımdandır belki, kendimi ifade edebilmekle yetindim. Bulduğum sözlerin, kurduğum cümlelerin bende bir etkisi olduysa yayımladım, değilse müsvedde halinde bıraktım. Kâğıt-kalem devrinde yayımlamaya değer görmediklerimi yırtıp çöpe atardım. Artık çöpe atarak hiçbir metinden kurtulamayacağımı biliyorum.


Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?

Zaman, yakın çevre ve günlük işler sanatçıyı huysuz gösterir. Yeri gelir, gölge etmesin diye olmayacak şeye razı olursunuz. Yazarken yaşamdan kopulur. Bu kopuşa fırsat vermeyenlere karşı birtakım kurnazlıklara başvurabilirsiniz. Her şeyi yerli yerinde yaparak ve herkesi mutlu ederek bir şey üretilemez. Seçilen yaşam biçimleri doğrultusunda ödenecek bedeller olabilir. Zaten engeller açısından bakılırsa çok şeye “rağmen” yapılır sanat. Kimselerin istemediği, beklemediği, belki hoşlanılmayacak bir metin için çok şeyi göze alabilen kişiye yazar diyoruz. Öte yandan, bırakın yazmayı, hayata küstüren bir ülke burası. O yüzden dayanışma ruhuyla sanatçılar birbirine aşırı sokuluyor. Bağımsız ve özgürce sergilenen bireysel tutumlara seyrek rastlıyoruz.


Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?

Başlangıçta yazmaya adanmış bir hayatın sahibiydim. Daha hiç kitabım yokken raf dolusu kitaplar yazmış yazar kudreti vardı üstümde. Daha emekleme çağlarında tuttuğum günlükte, bir gün bana Nobel ödülü verilecek olursa hangi mektupla reddedeceğimin provasını bile yapmıştım... O tutkulu ve gururlu genci sevdiğim roman kahramanlarına benzetiyorum şimdi. Yazının, sahibi olamadığım hayatlara sızmak, bir kişiliğe bürünmek olduğunu öğrendim.


Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?

Eskiden gececiydim. Kırkımdan sonra sabahın körüne inanmaya başladım. Gözümü açar açmaz, yüzümü yıkarcasına yazarak mahmurluğu atmanın tadına vardım. Yeni uyanmış zihnin tazeliğini sayfaya yansıtmanın tadına. Kitaplara da tutunmadan yazıyorum artık. Dayanaklar aramıyorum. Yeryüzünde ilk kitabı yazan kişiymişim, hatta okuma uğraşı yazdığım kitapla başlayacakmış gibi yazmak istiyorum.


Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo , öykü, şiir, beste vs…) var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?

Yıllar içinde sayısız yapıta imrenmişimdir. Bir şeyler yazabiliyorsam o imrenmelerin etkisi sürdüğü içindir. Şimdi daha çok bir müzik aletini kendi kulağıma beğendirecek kadar olsun çalabilmeyi isterdim. Resmi ne kadar çok sevdiğimi de çok sonra fark ettim yine. Bana öyküler kurduran resimler çok.


Yorumlar


bottom of page