Yaratıcılık Ritüelleri 64 / Seda Aksoy Evren: "Yazarken içimdeki lunaparkın kapısı aralanıyor"
- Semrin Şahin

- 7 saat önce
- 3 dakikada okunur
“Alacakaranlıkta geçirilen dakikalar hem çocuk Seda’ya hem de kalemime iyi geliyor.”
Yazarların yaratım süreçlerine odaklanan "Yaratıcılık Ritüelleri Söyleşileri"nde Semrin Şahin'in bu haftaki konuğu, Seda Aksoy Evren

Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?
Yaratıcılık hem bir yandan algıların açık olmasını, hem de akışta kalırken yaptığınız işe yoğunlaşmayı gerekli kılıyor. Bu tarz bir atmosferi bulmak veya oluşturmak yaşadığımız çılgın dünyada giderek daha da imkânsız hale geliyor.
Tam da bu aşamada sabah insanı olmanın can simidim olduğunu söyleyebilirim. Küçüklüğümden beri herkes uyanmadan önce kalkıp kitap okumayı, bir şeyler karalamayı veya dans etmeyi tercih etmişimdir. Çocuklar olduktan sonra bu ritüele kızlarımla sohbet de eklendi. Dünyanın günlük koşuşturması henüz başlamamışken güne başladığımda aklımdakileri düzenlemek, süzgeçten geçirmek ve sonra da kelimelere aktarmak çok daha kolaylaşıyor sanki.
Kısacası alacakaranlıkta geçirilen dakikalar hem çocuk Seda’ya hem de kalemime iyi geliyor.
Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?
Evet, bu duygu çok tanıdık. Bazen yazma serüvenimde bazen de iş hayatımda karşılaşıyorum ama insan ilk şoku atlatınca eskisi kadar korkmuyor bu tıkanıklıktan.
Böyle zamanlarda bana en iyi gelen şey denize bakarak notlar almak. Denizin o her mevsimde sevdiğim tüm değişen tonlarının hayal dünyamda oluşturduğu yeni yolları, kurduğu bağlantıları seviyorum. Bunu yaparken yanımda yıllardır her gittiğim kitapçıdan satın aldığım özel defter koleksiyonumdan bir üye de bana eşlik ediyor.
Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?
Yaratıcı çalışmalar yaparken engeller sık sık karşıma çıkıyor. Hem kurumsal iş hayatına devam eden bir anne, hem de çocuk kitapları dünyasında üretmeye çalışan hevesli bir yazar olarak en ciddi sorunum zaman bulamamak.
Ancak yazı yazmanın beni özgürleştirdiğini ve iyi hissettirdiğini gördükçe bu ek zamanı yaratmayı öğrendim. Bunda anlayışlı eşimin de katkısı çok.
Eğer aklımda bir öykü fikri varsa ancak onu baştan sona yazmak için uygun ortamım yoksa küçük notlar alıyorum. Bazen defterime, bazen peçeteye, bazen kızımın bana sabah verdiği resmin kenarına… Bunlar beni iyi hissettiriyor.
Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?
Ne zaman yazsam içimdeki lunaparkın kapısı aralanıyor gibi hissediyorum. Bazen eğlenceli aynaların önünde türlü hallerimle yüzleşiyorum, bazen de ucu bucağı gözükmeyen bir dönme dolabın tepesinde yıldızlara dokunuyorum.
Yazmak, sancılı da olsa, büyüleyici bir serüven özelliğini hiçbir zaman kaybetmedi.
Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?
Biraz önce de belirttiğim gibi sabah insanı olmak benim can simidim. Gün doğmadan kendimle kalabildiğim bir saat çok kıymetli. Gün içindeki motivasyonumun yüksek olması ve farkındalığımın artması o altın saati yaşamamla doğru orantılı.
Yeni bir şey yazmayacaksam da her gün masa başında oturmaya gayret ediyorum. Son öykü dosyamı açarak çalışmaya başlarım. Bazen sadece o dosyada ilerlerim ama bazen de bambaşka bir hikâyenin oluşumuna tanık olurum. Yanımda kızlarıma ait özel şeyler olmasına da dikkat ederim.
Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo , öykü, şiir, beste vs…) var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?
Okumaya başladığım günden beri yazmış olsaydım dediğim pek çok yapıt ile karşılaştım ve bence hayatımın sonuna kadar da bu listeye eklemeler hep olacak. Ancak Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” romanının yeri bende çok özeldir.
Bir de animasyon film hayranıyım. Mesela “Totoro” veya “Coco” animasyonlarını yapan ekipte olmayı çok isterdim.













































Yorumlar