Yaratıcılık Ritüelleri 68 / Öznur Unat: "Yazıyla ilişkimin takvimli, zorunlu, yetiştirme telaşlı, yani bir nevi kurumsal ilişki olmasını istemem"
- Semrin Şahin
- 4 dakika önce
- 3 dakikada okunur
"Görünür olmak beraberinde bir anlamla var olmayı kapsıyorsa bunun kıymetli olduğunu düşünüyorum. Öteki türlü yazar da eseri de kısa süreli bir parıltıdan ibaret, tüketilen, hızla unutulan bir görüntüye dönüşüyor."
Yazarların yazma deneyimlerine odaklanan Yaratıcılık Ritüelleri'nde Semrin Şahin'in bu haftaki konuğu Öznur Unat.

Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?
Yazmaya başlama ritüeli olarak sayılacaksa sırt çantamı hazırlamak, bilgisayar, kitaplar, defterim, kalemler, kulaklık, anahtarları aldım mı, telefonumun şarjı var mı… Bütün bunları toparladığımda omuzumu çökerten bir çanta. Sonra bir kafeye gidip masaya hepsini yayma, yazıya başlayıncaya kadar kitap karıştırmak, etrafı seyretmek, on tane fikir uçuşurken kafamda çoğu zaman hiçbir şey yazmadan üç suları eve dönmek. Bunlar aslında yazmaya başlayamamanın ritüelleri. Eğer aklımda beni heyecanlandıracak bir fikir ya da devam eden bir yazı varsa uyanmam yeter.
Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?
Bekliyorum. Hayatı normal akışında yaşamaya devam ederken kısa kısa notlar tutarım. Bazen bu eski defterleri geriye dönüp karıştırırım. Yazdıklarım beni hâlâ heyecanlandırıyorsa, üzerine bir kurgu inşa edilebilir mi ya da hikâyeye eklenebilir mi düşünürüm. Genelde doğada olmak, yolda olmak, trenler, bilmediğim şehirler ya da kasabalara tek başına yaptığım seyahatlerdeki gözlemlerim, oradaki duygularım, dinlediğim müzik, iyi bir film ya da kitap, tarif ettiğiniz durumdan çıkarır beni. Bir de şu var, yazıyla ilişkimin takvimli, zorunlu, yetiştirme telaşlı, yani bir nevi kurumsal ilişki olmasını da istemem. Bu yüzden telaş etmeden günleri yaşamaya devam.
Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?
Engellerle de destekleyenlerle de karşılaştım. İlk zamanlar hem yazıyor hem de kurumsal hayatın içinde sorumluluklarımı yerine getiriyordum. Bu durum işin özüne aykırı. Çünkü finansal dünyanın düzeni ve çalışandan beklentisi çok sıkı kurallarla yönetiliyor. Ve bu durumun ruhu beslediğini de söyleyemem. İş hayatından ayrıldıktan sonra kendimi bu yüzden daha iyi hissettim. Görünür olmak kısmı geniş kapsamlı bir konu. Görünür olmak beraberinde bir anlamla var olmayı kapsıyorsa bunun kıymetli olduğunu düşünüyorum. Öteki türlü yazar da eseri de kısa süreli bir parıltıdan ibaret, tüketilen, hızla unutulan bir görüntüye dönüşüyor. Görünürlükten ziyade sahip oldukları değerlerle bana örnek olan ve edebiyatla derinlikli bir ilişki kurmama katkısı olan isimleri saygıyla ve minnetle kalbimde taşıyorum.
Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?
İnsan yıllar itibariyle fiziksel değişikliğe uğradığı kadar, duygusal dünyası da aynı şekilde değişiyor. Belki olgunlaşıyor belki sığlaşıyor. Bunun belirleyicisi de temas kurduğu diğer insanlar, okudukları, izledikleri, kısaca etkileşimde bulunduğu her şey oluyor. Bunlara ilaveten yolda olmayı çok seven bir insan olduğum için seyahat etmenin yazarlığıma olumlu katkısı olduğunu düşünüyorum. Yol her türlü belirsizliği, aksaklıkları, sürprizleri içinde barındırıyor. Bunlarla başa çıkmak, keşfetmek, temas kurmak benim için öğrenmenin keyifli bir yolu. İkinci kitabım Bizans Kapısı Çin Büyüsü ’nün mekanlarına da bu yansıdı.
Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?
Ben genelde sabah kalktıktan sonra bir saat kadar gündelik işlerle uğraşıyorum. İki kedi var onların bakımı, evin işleri önceliğim oluyor. Sonra gittiğim kafe ya da kütüphanede bilgisayarımı açmam on biri buluyor. Kızımın okuldan gelişine göre de ikindi suları eve dönüyorum. Rutinim bu şekilde. Akşam saatleri genelde okuma ya da film izlemeye ayrılıyor. Elimin altında duran kitaplar sürekli değişiyor. Kurgu kadar hatta daha çok sevdiğim metinler kuramsal ve felsefi olanlar.
Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo, öykü, şiir, beste vs.…) var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?
Ben yaratmış olsaydım diye hiç düşünmem. Sadece çok beğenir, hayranlık duyarım. Nasıl yazıldığı üzerine düşünür, ders kitabı gibi ikinci bir okuma yaparım. Bu müzik konusunda da böyledir. Notalar duygularımı o kadar yükseltir ki bunu kelimelere nasıl dökebilirim diye düşünürüm. Sinema, müzik, roman… Bunların hangisi anlatıda daha etkilidir diye düşünür, mukayeseler yaparım. Resim ve edebiyatı “Patika” isimli sergide bir araya getirerek, her iki kitabımın illüstrasyonlarını yapan ressam dostum Yiğit’le bu iki sanatın gücünü duvarlara yansıttık. Kitabın içinde, duygusuyla ilintili olarak karakterlerin söylediği ya da dinlediği şarkılar var. Bir zamanlar Fransa’nın Provence bölgesinde resim sergisi gezmiştim. Mağara benzeri kayaların içinde bir alan serginin duvarlarını oluşturuyordu. Eserler dijital olarak taşlara yansıtılırken Stairway to Heaven çalıyordu. Hiç unutamayacağım bir deneyimdi. Yıllar sonra Bizans Kapısı Çin Büyüsü’nde yer alan bir öyküm, bu parçanın ilhamıyla doğdu.







































