top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Sınırlar yokmuşçasına yolda olmak

Nagihan Kahraman, Kadir Işık'ın ikinci kitabı, yolda olmaya ve anda kalmaya odaklanan, aynı isimli bir gezi/anlatı kitabı Yolda Olmak üzerine yazdı: "Salt bir gezi yazısı değil; kendi içinde tutarlı bir kurgusu olan minik bir anlatı da diyebiliriz bu kitabın türü için."



Yolda olmak, çoğu kişinin hayatın belli zamanlarında kullandığı bir ifadedir. Ancak zihnimizde daha çok felsefi bir yer edinmiş hâlde; bir yerden başka bir yere gitmeyi yani hedefe varmayı değil de yolculuğun kendisini çağrıştırıyor daha çok. Biraz sonra bahsi geçeceği üzere “turist” olmayı değil de “gezgin” olmayı… 2023'ün son günlerinde bu minvalde yazılmış, yolda olmaya ve anda kalmaya odaklanan, aynı isimli bir gezi/anlatı kitabı yayımlandı: Yolda Olmak. Kadir Işık'ın ikinci kitabı bu. İlki Herkesten Uzakta idi. 2022 yılında Vedat Türkali Öykü Ödülü alan bu kitap ile kendisini zaten çeşitli dergi ve gazetelerdeki öykü, edebiyat ve sinema yazılarından tanıdığımız yazar adını daha da geniş bir çevreye duyurmuş oldu.


İthaki Yayınları'ndan çıkan Yolda Olmak, öyküden farklı bir tür olarak karşımıza çıksa da onu, klasik anlamda bir gezi yazısı olarak değerlendirmek yeterli gelmez. Çünkü öykü hatta bir novella tadı veriyor bu eser. Adını bilmediğimiz erkek bir anlatıcı -kendisi hakkında daha sonra daha detaylı bilgi edineceğiz- kitabın girişinde Meral adındaki sevgilisiyle Tiflis’tedir. Bu yolculuğa bir ilişkiyi canlandırma amacıyla birlikte çıkılmış ancak çok geçmeden anlatıcının böyle bir amacının zaten bulunmadığını, onun hayatını yönlendiren enerjinin çok farklı olduğunu öğreneceğiz. Yer yer anlatıcının üslûbu, yazarın kendisiymiş izlenimi yaratsa da sırf böyle olmasını istemediğinden, yazarın baştaki kurmaca gerçekliği yarattığını düşündüm. Bu sebeple salt bir gezi yazısı değil; kendi içinde tutarlı bir kurgusu olan minik bir anlatı da diyebiliriz bu kitabın türü için.


Kitap, Tiflis’te başlayıp sırayla Bakü, Tebriz, Tahran, İsmihan, Persepolis, Şiraz, Kirmanşah, Süleymaniye, Erbil'e devam ediyor ve Midyat'a kadar uzanıyor. Böylece anlatıcı ile birlikte okur da bir doğu rotasında ilerliyor ve en son anlatıcının Gaziantep otobüsüne binmesiyle birlikte "Sırada neresi var?" sorusunun peşine takılıyor. Anlatıcının planlı olmama gibi bir hedefi olduğunu öğreniyoruz satır aralarında. Çünkü o bir turist değil gezgin! Bunu kitabın içinde bolca vurguluyor.


"Sorunsuz geçtik kapıdan. 'Ben turist değil gezginim' dedim Yasmin'e. Aradaki farkı sordu. 'Gezginde para olmaz.' dedim, 'gezginler bir bilinmezin peşinde kendilerini ararlar, paraları olsa da olmasa da sürekli yer değiştirerek hayatta bağ kurarlar. Cesaret gezginler için paranın yerini dolduran tek geçer akçe, geride kaybedecek bir şeyleri yok. Gezdiğimde, yeni bir yer gördüğümde ya da bir yolculuğa çıktığımda bir kitap okumak ya da bir yazının içinde kaybolmakla aynı duyguları yaşıyorum, o anlarda kötü olan her şeyin fersah fersah uzağındayım. İstanbul’da yaşadığımı, bir işte çalıştığıma, dostlarım arkadaşlarım sorunlarım olduğunu unutuyorum. Heyecanla yeni tanıştığım insanların, gördüğüm yerlerin ve içine girdiğim kültürün bir parçasına bürünüyor, bu da bendeki gerçeklik algısını değiştiriyor, kendimi huzurlu hissediyorum. Hayatım boyunca peşinde koştuğum tek şey huzur, sükunet.'"(s.65)


Dolayısıyla, deyimi yerindeyse ayakları ve tanıştığı insanlar onu nereye götürürse anlatıcı da oraya gidiyor. Genellikle hostellerde birer ikişer gün kalıp o şehirde gidilmesi gereken tarihî yer, müze, cami, manastır ve bunlara benzer ne varsa oraları geziyor ve sonra kaldığı yerden devam ediyor. Gittiği yerlerin kültürel değerleri, gelenekleri, yemekleri onun için çok önemli. Gittiği şehirlerde halkın yaşayışını yorumluyor; kadın erkeklerin toplum içindeki tavırlarını, hatta dükkanların açılış kapanış saatlerini… Şehirlerdeki binalara göre nerenin daha zengin ya da gelişmiş, nerenin daha fakir ya da geri kalmış bir bölge olduğuna dair yorum yapıyor. İnsanlarla da bol bol iletişim kuruyor çünkü bir toplumu anlamanın en iyi yolu yolu budur diye düşünüyor. Rastgele bir şekilde insanlarla muhabbet ediyor hatta şehirlerdeki farklı toplumlardan olan turistlerle bile… Böylece bu şehirler hakkında var olan algının gerçekliğini ölçüyor kendi bakış açısına göre. Daha sonra da tüm bunları laptopu açtığında unutmamak için kaleme alıyor. 


Anlatıcı ara ara kendisi hakkında da bilgi veriyor anlatı içinde. Mesela bu seyahatin ilk olmadığını, önceki gittiği yerlerle buraları kıyaslayarak anlatmasından kendisini boşuna gezgin olarak nitelendirmediğini anlıyoruz. Anlatıcının daha önceden Hollanda, Londra, Brüksel, Pekin, Sidney gibi pek çok şehre gittiğini okuyor. Sözünü ettiği farklı ülkelerden hatta farklı kıtalardan bu şehirler, anlatıcı kültürel, siyasi, ekonomik gibi konular hakkında düşünme fırsatı sunuyor. Özellikle de sınırlar üzerine düşünüyor uzun uzun. Siyasi sebeplerle oluşturulmuş bu harita çizgilerinin insanları ve kültürleri ayırmaya yetmediğini dile getiriyor defalarca. Topraklar uluslararası ilişkiler açısından çizgilerle ayrılmış olsa da benzer coğrafyada yetişen insanların birbirine çok benzediğini kendi küçüklüğünden de hatıralar aracılığıyla anlatıyor. “Her adımda birbirine uzak olmayan aynı kültüre sahip insanların benzerliklerini fark ediyorum, yaban ellerde olmadığımı hissediyorum. Aynı coğrafya, benzer insanlar, ülkelerin farklı olması çok az şeyi değiştiriyor.” (s.126-127) cümlesi bu düşüncesini dile getiren ifadelerine iyi bir örnek. "Sonra kahvaltıda yoğurdun yenmediği yerlerde yaşamaya başladım."(s.144) diyor mesela Süleymaniye ile kendi çocukluğunun geçtiği şehrin benzerliğini ve aslında farklı coğrafyalardaki şehirlerden farkını dile getirirken. Anlatıcının şimdisine değil de çocukluğuna dair daha çok bilgi ediniyoruz bir noktadan sonra. Hatta bu açıdan bir noktadan sonra anlatıcı ile yazar birbirine karışıyor. Tüm bu anlatılanlar, yazarın kendi anıları mı yoksa kurgunun bir parçası mı emin olmak mümkün olmuyor. Belki de sorgulamamak, sadece anlatıya ve yazarın üslûbuna odaklanmak en güzeli. 


Kitapta anlatıcının kimlik meselesi ve iki dillilik üzerine düşünceleri de göze çarpıyor. "Dolayısıyla iki dilli insanlar yerine iki dili de yeterince iyi konuşamayan ve yazamayan, iki dilde de kendini evinde hissetmeyen yani sadece korkudan veya utançtan dolayı mecazi anlamda dilsiz kalan değil hiçbir dili tam olarak bilmediği için kelimenin gerçek anlamıyla dilsiz kalan insanlar ortaya çıkmaktadır. “(s.125) cümleleri, anlatıcının bu konudaki temel düşüncelerini dile getiriyor. Herhangi bir coğrafyada yaşayan toplumların içindeki bulundukları durumları pek çok başka şehirde yaşayanlarla karşılaştırarak anlatıyor; karşılaştırmalı bir anlatı sunuyor okurlara. Neticede de anlatıcının sınırlar yokmuşçasına yolculuk ettiği bir gezi-anlatı kitabı çıkıyor ortaya. Kadir Işık’ı öykü kitabından tanıyanlar bu kitabında da o benzer tadı alacaklardır. Yazarla henüz tanışmamış olanlar ise Kadir Işık’ın Yolda Olmak’ını kaçırmamalılar. Bu gezginin başka topraklardaki anlatılarına da eşlik etmek çok keyifli olurdu. Bir okur talebi olarak kabul görür dilerim.


YOLDA OLMAK

Kadir Işık

İthaki Yayınları, 2024

168 s.


bottom of page