top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Ölümle doğumun imzaladığı geçişlerin eşiğinde beliren yumuşaklık

Aynur Kulak, Anne Dufourmantelle’nin kaleme aldığı Yumuşaklığın Gücü üzerine yazdı: "Yumuşaklığın Gücü’nü okumak yaşam ile ölümümüz arasında aslında varlığını hep sürdüren fakat bizim sıklıkla unutarak yaşamımıza devam etmeyi tercih ettiğimiz tüm belirsizliklerimizi ortadan kaldırıyor."


Anne Dufourmantelle’nin büyülü, yer yer gizemli, düşünen, hatırlayan ve tüm kavramlarla birlikte duygularla bağ kurabilen berrak zihnine büyük bir hayranlık duyuyorum. Çağımızın maalesef hayatta olmayan yetişmiş en önemli felsefecisi olan Dufourmantelle’nin tam da bugün, -yani benim bu yazıyı yazmak için masama oturduğum gün olan- 20 Mart’ta, 1964 senesinde doğduğunu öğrenerek irkiliyorum. Çünkü öldüğü yıl 2017. Öldüğü yaşı yazmak istemeyerek, yaşasaydı 59 yaşında olacaktı diye düşünüyorum; çünkü o, kitapları vasıtasıyla yaşıyor.



2021 yılında Kolektif Yayınları tarafından Murat Erşen çevirisi ile yayımlanan nefis kitabı Riske Övgü’den sonra (Bu kitabından da Litera Edebiyat’ta yayımlanan yazımda bahsetmiştim: Riske Övgü) yine Kolektif Yayınları tarafından geçtiğimiz ay Sinan Oruç-Samet Yalçın çevirileriyle yayımlanan bir diğer nefis kitabı Yumuşaklığın Gücü ile buluştuk. İrkilmiş olmam bir yana Yumuşaklığın Gücü’nü okumaya başlayıp, bitirdiğim andan beri çok sevdiğim yazarın bir sempozyumuna gitmiş gibiyim. İhtiyaç duyduğumuz şeyler ihtiyaç duyduğumuz anda geliyor hakikaten. Böylesine yıkıcı, kaba, kaotik, felaketlerle dolu dünya ve ülke gündeminde Yumuşaklığın Gücü’nü okumak yaşam ile ölümümüz arasında aslında varlığını hep sürdüren fakat bizim sıklıkla unutarak yaşamımıza devam etmeyi tercih ettiğimiz tüm belirsizliklerimizi ortadan kaldırıyor. Bu sebeplerden “Yumuşaklık” sıfatı sizi aldatmasın, son derece güçlü bir kitaptan bahsedeceğim size.


Kendi tavrını takınmak

Bir felsefe kavramı ile karşı karşıya değiliz. Öncelikle bunun belirtilmesi gerekiyor. Zira Yumuşaklık için bir davranış şekli ve bu davranış şeklini seçme isteğidir denilebilir. Ya da mecbur kalma. Ya da gelip bir şekilde sizi bulan bir davranış modeli. Verili olabilecek her ayrıntıya açık bir davranıştan söz ettiğimize göre aslında anlatması zor bir şeyden de bahsediyor olabilir miyiz? Bu durumda Anne Dufourmantelle gibi “Gerçek tehlikeyle yüzleşmek için risk almak elzemdir.” diyen bir çağdaş felsefeci neden böyle bir davranış modelini anlatmak istedi? Yumuşaklıktan uzak bir çağda yaşadığımız için mi acaba? Ya da Yumuşaklık bir tür zayıflık, gelip içimize yerleştiğinde her an ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalış ve aynı zamanda yaşama arzumuzu yok edebilme tehlikesi barındırdığı için mi? Anne Dufourmantelle’e yaşasaydı tüm bu soruları sormak isterdim gerçekten. Ve fakat içinde bulunduğum şartlar itibariyle kitaplarını okumuş biri olarak onun düşüncelerine biraz yaklaşabilmeyi deneyip Yumuşaklığın Gücü’nü yazma sebebi için şöyle bir yorumda bulunabilirim: Hızımıza hız kattığımız fakat hiçbir şeyi yakalayamadığımız, her şeyin belirsiz olduğu çağımızda biraz da olsa yatışmak ve bizi yatıştırmak için.


“Yumuşaklık kendi sesini bulmaya bırakmalı, adeta kendini icat etmelidir. (…) Yumuşaklık nedir? Hiçbir düşünür bu soruyu tematik biçimde ele almamıştır. Bu yüzden yumuşaklık kendi kendini ortaya çıkarmalıdır. (…) Fakat yumuşaklığın karşıtı da kendini hemen gösterir. Nedir o? Cevap basit: Şiddet, savaş, suç, katliam, soykırım… Gelgelelim kitabın en şaşırtıcı iddialarından biri yumuşaklığın düşmanının yine yumuşaklık olduğudur.”

Bu satırlar Fransa’nın bir diğer önemli çağdaş felsefecisi Catherine Malabou’ya ait. Yumuşaklığın Gücü ile ilgili Tüylü Felsefe ismini verdiği bir önsöz yazısı yazan Malabou aynı Dufourmantelle gibi Jacques Derrida’nın mirasçılarından. Derrida’nın bıraktığı felsefi miras olan eleştirel düşüncede yapı söküm uygulamalarını devam ettiren Mamabou, Yumuşaklığın Gücü için, sanki resim çizermiş gibi yazılmış bir kitapla karşılaşmanın hayranlığını yaşıyorum, diyor. “Normalde çizim resimden önce gelir. Buradaysa çizim resmin içinden çıkıyor. Yolculuk boyunca, ağır ağır; yumuşaklık şekil alıyor, var oluyor, en nihayetinde de düşünülebilir hale geliyor.”


Mamabou’nun kitapla ilgili bu çok güzel tasviri Yumuşaklığın Gücü adına algımızı genişletiyor. Bir konunun, davranışın “düşünülebilir hale gelmesi” o konunun veya davranışın kendi tavrını takınması ile eşdeğer. Bu eşdeğerlilik kitabın tamamına dalga dalga yayılıyor. Bu yumuşak dalgaların hiç acelesi yok, zira ilerleyen sayfalarda Dufourmantelle’in Yumuşaklığı anlattığı paragraf tüm tespitleriyle bunu bize açıkça gösteriyor. Evet, Dufourmantelle konu olarak neden Yumuşaklığı seçtiğini anlatıyor bizlere. Fakat bu paragrafı okuduktan sonra bile keşke hayatta olsaydı demekten kendimi alamıyorum. Çünkü, aynı zamanda, “risk”ten de bahsediyor Dufourmantelle, yumuşaklığın risklerinden ve gücünden, muazzam tespitlerle.


“Yumuşaklık bir muamma… Karşılamak ile vermekten müteşekkil bir ikili harekete eklenmiş, ölümle doğumun imzaladığı geçişlerin eşiğinde beliriyor. Kendi yoğunluk derecelerini taşıdığı, sembolik bir kuvvet olduğu ve şeyler ile varlıklar üzerinde dönüştürücü bir kabiliyeti bulunduğu için de bir güç. Bir kişi, bir taş, bir düşünce, bir jest, bir renk yumuşaklık gösterebilir. Böylesi bir eşsizliğe nasıl yaklaşabiliriz? Yumuşaklık onu kavramak üzere yaklaşanlar için bir risk teşkil eder. Birçok yönden vahşi bir hayvanın baş eğmeyen asaletini taşımaktadır. Başka birkaç nadir tür için daha aynısı söylenebilir sanki: Masumiyet, cesaret, hayret ve kırılganlık; bunlar da büyük düşünce tarihinin kontrol ettiği kavramların kıyısındadırlar ve felsefe tarafından kaygılı gözlerle izlenirler.”

Kontrol edilen kavramların kıyısında, felsefe tarafından kaygılı gözlerle izlenen, ölümle doğumun imzaladığı geçişlerin eşiğinde beliren Yumuşaklık. Bazen tanımlar, ifadeler, vurguladıklarınız anlattığınız şey her neyse onun önüne geçebiliyor. Yukarıdaki paragraf bunun ispatı niteliğinde sakince orada durup -aynı yumuşaklığın kendisinde olduğu gibi- kendi tavrını takınıyor.


Dufourmantelle yumuşaklığın neden dönüştürücü olduğunu ve dönüştürücü kabiliyeti olduğu için de neden riskli bir güç olduğunu son derece yumuşak bir anlatım tercihiyle, sakince bize aktarıyor. Hız, hırçınlık, sabırsızlık, ben bilirim arzusu ve narsizminin Dufourmantelle’de olmayışı böyle bir çağda anlattığı her olguya derinlik kazandırıyor. Yumuşaklığın Gücü’nü veya Riske Övgü’yü Nietzsche veya Wittgenstein böylesine sakin bir derinlik arzusuyla anlatabilirler miydi? Konuyu feminist bir yere taşımak istemeyerek, erkeksi doğanın felsefesi deyip, yumuşak bir şekilde kapatıyorum.



Yumuşaklığın düşmanı olan yumuşaklık

Dufourmantelle, Yumuşaklığı birkaç kavram veya düşünce üzerinden değil de tek tek tüm kavram ve düşünce yapısı üzerinden bölümler halinde okura sunuyor. Bunu daha anlaşılır olsun yaklaşımıyla değil, daha özel unsurlarıyla anlatmak istediği için tercih ediyor. Yaklaşım, Kökenler, Hayvan, İhtimam Göstermek, Zeka, Dil Kaynakları, Adalet ve Bağışlama, Sessiz Dönüşüm, Serbest Biçim, Yumuşaklığın Sembolik Kuvveti, Tolstoy’un Efendi ve Uşağı, Travma ve Yaratım, Yumuşaklığın Gizliliği. Bunlar bölüm başlıklarından bazıları.


Serbest Biçim bölümünde,

“Yumuşaklığı, etraflarındaki her şeyi hem de hiç kastetmeden altüst eden edebi figürlerde fark ederiz. Prens Mişkin, Kafka, ve Melville’in karakterlerinin bir çoğu, Tolstoy’un kısa kısa hikayelerindeki karakterler… Edebiyatta yumuşaklığın tecessümü olan bu karakterler, altında tüm uzlaşmaların gizlendiği suretleri su yüzüne çıkarır, gerçeği daha önce görülmemişi taşınması imkansız bir hakikat etrafında kutuplaştırırlar.”

Edebiyata ilişkin bu tespitlerde bulunan Dufourmantelle’in edebiyata dair alan açıklığını değerlendirme biçimi yumuşaklığın da ötesinde bir yol belirliyor, öyle değil mi? Aynı alan açıklığına felsefe konusuna değinirken de baş vuruyor:

“Filozoflara göre yumuşaklık uygarlıkla iç içedir. Buna rağmen Platon hoşgörü mefhumu ile barışamaz, düşüncesi daha ziyade adalet ve hakikat üstüne odaklanacaktır. (…) Nikomakos Etik’te Aristoteles şöyle yazar: 'Yumuşak insan intikam almaz, bağışlar.' Yumuşaklık müsamahakarlık ile birlikte, suçun silinme olanağını tanrılardan insanlara indiren kendine has bir anlam bükülmesine uğrar.”

Catherine Malabou’nun da dikkatimizi çektiği üzere kitabın en şaşırtıcı iddialarından biri yumuşaklığın düşmanının yine yumuşaklık olduğu. Ki yukarıda edebiyat ve felsefe konularında yaptığım alıntıların dip akıntılarında da görüyoruz bunu. Yine Malabou tarafından öne sürülen “Yumuşaklık 'hakkında' yumuşaklığın 'kendisi' tarafından yazılmış bir kitap” tespitine istinaden yumuşaklığın düşmanının yine yumuşaklık olduğuna şaşırmamalıyız aslında. Aksi takdirde Dufourmantelle bir davranış modelini alıp tüm açık alanlarıyla ve derinlemesine olacak şekilde çağdaş bir felsefi olgu yaratarak onu nasıl bu derece güçlü bir yapı ile ortaya koyabilirdi.


Yazımın sonuna doğru kitabın çeviri ayrıntılarına dikkat çekmek istiyorum. Aslında hem Riske Övgü’nün çevirisinde Murat Erşen hem de Yumuşaklığın Gücü’nde Sinan Oruç - Samet Yalçın dil unsurlarının tamamı düşünüldüğünde son derece özenli bir çeviri gerçekleştiriyorlar. Bunun için bir okur olarak teşekkür etmek isterim. Kolektif Yayınları’na da elbet çeviri konusuna önem verdikleri ve bu derece önemli kitapları yayın dünyamıza kazandırmaya devam ettikleri için teşekkür ederim.


Sözü Anne Dufourmantelle’e bırakarak bitirmek istiyorum. Yazımın başından beri kendisinin hayatta olma olasılığına çok fazla vurgu yaparak ilerledim. Bunun sebebi kendisinde bulunan yumuşaklık gücü ve risk alma cesaretinin hayatına mal olmasında gizlidir. 21 Temmuz 2017’de Saint-Tropez’de bir plajda boğulmakta olan iki çocuğu kurtarmaya çalışır. Çocuklar cankurtaranlar tarafından kurtarılır, ancak Dufourmantelle hayata döndürülemez.

“Yaşama veda edişte yumuşaklık vardır; 'kopuşta, tamamen kopma yanılsamasında', terk edişte, yasta, bırakmada.”

YUMUŞAKLIĞIN GÜCÜ

Anne Dufourmantelle

Kolektif Yayınları, 2023

Çeviri: Sinan Oruç – Samet Yalçın

139 s.

bottom of page