top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Mabetlerinden çalınan hazineler

Nilay Kaya, Kaouther Adimi'nin pek çok prestijli edebiyat ödülüne layık görülmüş kitabı, Zenginliklerimiz üzerine yazdı: "Kitabevleri sadece kitap satmaz; hayat kurtarır, dostluk kurar, hikâyelere kapı aralar. Bazen de başlı başına birer edebiyat kahramanına dönüşür."



Küçük yaşlarda kalplerini kitaplara kaptıranlara mabet olur kitabevleri. Kitap aşkının yanında bu mabetlere yapılan ziyaretlerin zevki de kana karışır, genellikle ömür boyu sürer. Hele bir de kitabevlerini konu alan kitaplar yok mu? Edebiyatta başlı başına bir alt tür olarak değerlendirilmeleri mümkündür.

İlk olarak aklıma modern bir çocuk edebiyatı klasiği olan Michael Ende’nin Bitmeyecek Öykü'sü (1979) geliyor: Romanın kahramanı Bastian Balthazar Bux, okumayı çok seven, sessiz, içine kapanık bir çocuktur. Bir grup zorbadan kaçtığı sırada kendini bir dükkâna atar; burası tesadüfen bir sahaftır. Hayatının büyük yolculuğu, bu dükkândan güzel bir kitabı çalması ve okumaya koyulmasıyla başlar. Sonunda, kitabın büyülü dünyasına fırlatılır ve burada bir dolu macera yaşar. Büyülü mabetlerle tanışmak için hiç de fena bir başlangıç sayılmaz, öyle değil mi?


Kitabevlerini konu edinen ya da başlıca mesken tutan kitapların hepsi böyle fantastik değil elbette. Penelope Fitzgerald'ın 1978 tarihli The Bookshop (Kitapçı) adlı romanı, 1959 yılında, Doğu Suffolk'ta küçük bir sahil kasabası olan Hardborough’da varını yoğunu satarak, tek başına küçük bir kitapçı açmaya çalışan bir kadının, Florence Green'in trajikomik hikâyesini konu alır. Daha yakın tarihli bir örnek olarak Louise Erdrich'in The Sentence'ını (2021) anabiliriz: The Sentence, Minneapolis’te Amerikan yerlilerinin yaşadığı bir bölgede bir kitapçıda çalışmaya başlayan Tookie adlı eski bir mahkûmun hikâyesidir. Dükkânın "en sinir bozucu" müşterisi öldükten sonra, Tookie’nin vardiyaları sırasında dükkânda belirerek ona musallat olur. 2024 tarihli, Hwang Bo-Reum imzalı Hyunam-Dong Kitabevi ise hayatı dağılan ve tükenmişlik yaşayan bir kadını konu alır. Kadın işinden istifa eder ve Seul’ün sevimli bir mahallesinde bir kitapçı açar. Roman ilerledikçe, kitapçının müdavimleriyle tanışır; her birinin okudukları kitaplarda nasıl şifa bulduğunu ve dükkânda bir araya geldikçe nasıl bir aile ortamı yakaladıklarını görürüz.


Şimdi bahsedeceğimiz kitabevi konulu kitap ise üç adet prestijli edebiyat ödülüyle de taçlandırılan Kaouther Adimi imzalı Zenginliklerimiz. 2017'de yayımlanan roman, Fransızcadan Türkçeye Damla Kellecioğlu tarafından ustalıkla çevrilmiş ve 2018'de Delidolu etiketiyle yayımlanmıştı. Roman kurmaca değil, gerçekten var olmuş bir kitabevinin hikâyesini konu ediniyor. Burası öyle bir kitabevi ki -aynı zamanda bir yayınevi ve kütüphane- Albert Camus, Antoine de Saint-Exupery gibi pek çok ünlü yazarın eserlerini basmış, Paris'ten Gertrude Stein tarafından desteklenmiş; savaşlar, işgaller, siyasi baskılar, ekonomik güçlükler arasında hayatta kalma mücadelesi vermiş "gerçek bir mabet".


1936 yılında, 22 yaşında genç bir adam, Edmond Charlot, Cezayir'in başkentinde, Charras Sokağı'nda küçücük bir dükkana el atıyor, "Burası bir kütüphane, bir kitapçı, bir yayınevi, ama her şeyden önce edebiyatı ve Akdeniz'i seven dostlar için bir buluşma yeri olacak" diyerek yıllar sürecek inatçı ve onurlu bir yolculuğa atılıyor. Henüz kitaplarını yayımlatamamış Cezayirli, Fransız ve başka milletlerden yazarların kitaplarını kâğıt, mürekkep, matbaa sıkıntılarına rağmen ne yapıp edip yayınlıyor, dükkânında satıyor; genelde kitap almaya parası yetmeyen çocuk ve gençler için kitabevinde bir kütüphane sistemi kuruyor. Yazar Jean Giono'nun Les Vraies Richesses (Gerçek Zenginlikler, 1937) adlı kitabına saygı duruşunda bulunarak, isim konusunda Giono'dan icazet ve destek alarak, Nos Richesses (Zenginliklerimiz) adını verdiği mekânı bir kültür vahası haline getiriyor, hem de Cezayir'in Fransız sömürgesinden kurtulmaya çalıştığı, İkinci Dünya Savaşı'nı yaşadığı, iç savaşlarda kan döktüğü on yıllar boyunca.


Kaouther Adimi bu tarihsel hikâyeyi hakiki bir edebiyat işçiliğiyle kurguluyor: Romana ne olay örgüsüne dair bir doneyle ne de karakterlerle başlıyor; bunun yerine doğrudan okura hitap ederek kamera gözüyle bizi Cezayir sokaklarında gezdiriyor ve şehrin çok katmanlı tarihine bakmamızı istiyor. Fransız edebiyatının geleneksel flâneur figürüne, yani yürüyen, gözlemleyen, düşünen Charles Baudelaire ve Walter Benjamin’e bir selam göndererek dükkanları, ara sokakları, avluları ve gizli merdivenleri arayan aylak gezginin ruhunu bugünün başkent Cezayir'ine çağırıyor. Roman bu şekilde açıldıktan sonra Adimi, kentin tarihine dair üç anlatı çizgisini yan yana getiriyor: bunlardan birinde kitapçının kuruluşundan yıkılışına kadar olan süreyi başrolü kitapçıya vererek Charlot’nun tuttuğu bir günlük olarak kurguluyor. Diğer anlatı çizgisinde 2017 yılında, yeni sahibi tarafından bir donut dükkânına çevrilecek olan kitapçı dükkânını, bütün kitapları, fotoğrafları ve belgeleri çöp torbalarına doldurup atmak üzere boşaltmak ve badanasını yapmakla görevlendirilen yeni mezun bir üniversite öğrencisi olan Ryad’ı izliyor. Üçüncü düzlemde ise "biz" anlatıcıyla kolektif bir ses oluşturuyor ve Cezayir'in yakın tarihini daha makro ölçekte bir tarih anlatısı olarak sunuyor. Yunan tragedyalarının korolarını andıran bu ses, ilginç ve hayranlık uyandıran bir şekilde, romanın hem tarihi-nesnel-belgesel sesi hem de vicdanı oluyor.


Adimi, olay örgülerini ustalıkla birbirine örerken, hiçbir anlatı düzleminde uzun süre oyalanmadan ilerliyor. Bu anlatım tarzının, yani hızlı ve ustaca yaptığı ton geçişlerinin, belki de çağımızın okuma tavırlarına uygun olduğunu söyleyebiliriz. Tarihsel anlatı ilerlerken duygular ve bakış açıları arasında yumuşak ve maharetli geçişler yapılıyor; kolektif “biz” anlatıcıdan bir çocuğun zihnine girip gerçek hayatın içindeki masalsı “devleri” gözlemleyebiliyor ya da 1954’teki sömürge karşıtı bir bombalama olayını resmî bir anlatımdan gayriresmî bir dile hızla kaymış haliyle okuyoruz.


Okumak şüphesiz değer kazandırır, hatta yeri geldiğinde kutsiyet atfedilen bir eylem olarak görülebilir; ancak Adimi’nin evreninde fiziksel kitabı "korumak" özverili bir eylem olarak öne çıkıyor. Okuma ediminin kendisinden daha soylu bir değere dönüşüyor. Bugüne kadar tek satırını okumadığı kitapları ölene kadar korumaya ant içmiş, kefenini üzerinde taşıyan dev adam Abdallah, kör olduğu halde kitaplara dokunarak hangi metin olduğunu söyleyen ve ilk paragrafını ezberden okuyan Youcef gibi masalsı karakterler bu değeri özellikle destekliyor. Bütün faşist zamanlarda, kitapları sevmeseler, okumayıp sadece onlara saygı gösterseler bile, kitaplara sahip çıkanlar gerçek kahramanlardır. Onlar, geleceğe artı bir değer bırakmak adına kitaplara tutunurlar; metinlerin büyük kısmının hızla üretilip düşünülmeden ortaya atıldığı ve fiziksel varlığının silikleştiği bir çağda, kitapları gençler için korurlar. Adimi'nin bir diğer romanı olan Cebimdeki Taşlar'ın da Delidolu tarafından yayımlandığını hatırlatalım ve bu heyecan verici yazarı kitabevleri sakinleri olarak takibimize alalım.



ZENGİNLİKLERİMİZ

Kaouther Adimi

Delidolu Kitap, 2018

Çeviri: Damla Kellecioğlu

188 s.

bottom of page