Âdem ile Havva’nın Günlükleri'nde aşk, kaybın ve varoluşun izleri
- Litera

- 9 Ağu
- 4 dakikada okunur
Özge Topuz Karadayı, Mark Twain'in kaleme aldığı, Âdem Ve Havva’nın Günlükleri üzerine yazdı: "Eşi Livy’nin etkisiyle Hristiyanlık ve din tarihiyle yakından ilgilenen Twain, ilk olarak 1892’de Âdem’in Günlüğü‘nü yaratır. Kendisinin tüm yazılarının editörlüğünü de üstlenen eşinin kaybından oldukça etkilendiğini anladığımız Havva’nın Günlüğü ise ilk metnin devamı niteliğindedir."

İşte bu kitapla klasik anlatıdan uzaklaşmadan kadın ile erkek dünyasına dair farklılıklara ve varoluş sancılarına dalıp yazarın iç dünyasını keşfe çıkıyoruz.
İnsanın ilk ataları olarak kabul edilen bu iki ismin hikâyesi her daim ilgi uyandıran bir konu. Yazar Mark Twain ise asıl hikâyeye bağlı kalarak farklı bir bakış açısı sunuyor ve karakterlerine günlük yazdırıyor.
Asıl adı Samuel Clemens olan yazarın bu kitabında anlatı tarzının dışında kendi hayatına dair izler de görebileceğimizin ipuçlarına rastlıyoruz. Okuyucu olarak Mark Twain’in günlükleri kaleme aldığı dönem boyunca yaşadıklarını ve hayata bakış açısını bu iki karakterin duygu durumları vesilesiyle keşfetme şansımız oluyor. Yazarın ruh haline tanıklık edebileceğimiz öykü bu anlamda da herkesin bildiğinden daha dokunaklı bir anlama sahip oluyor. Çünkü Havva’nın Günlüğü’nün yazıldığı dönem eşi Olivia’yı (Livy) kaybettikten bir yıl sonrasına denk geliyor. Ona olan özlemini dile getirdiğini fark ettiğimizde eserlerin ele alındığı dönemin etkisini de yakından görebiliyoruz.
Livy’nin de etkisiyle Hristiyanlık ve din tarihiyle yakından ilgilenen Twain ilk olarak 1892’de Âdem’in Günlüğü‘nü yaratır. Kendisinin tüm yazılarının editörlüğünü de üstlenen eşinin kaybından oldukça etkilendiğini anladığımız Havva’nın Günlüğü ise ilk metnin devamı niteliğindedir. Yapıtlarıyla ilgili tüm övgüleri düzeltmelerinden ötürü eşinin hak ettiğini belirten Mark’ın, Havva’yı anlatırken Âdem’e nazaran daha bilgili, duyarlı ve sevecen bir karakter yarattığını görüyoruz. Sonsuz mutluluktan kovulmalarına sebep olan olayın müsebbibi olarak resmedilen Havva’yı iyi özellikleriyle ele alıyor. 1904’de kalp yetmezliğinden dolayı kaybettiği Livy’nin ölümünden sonra zorlanan Sam’in anlatının devamında Âdem ile bir, aynı olduğunu keşfediyoruz. Havva’nın mezarında ‘O neredeyse, Cennet orası idi.’ diyen Âdem’in ağzından gerçek ile kurgunun bütünleştiği bir cümle dökülüyor.
Yaratım sürecinde sahibinin yaşamından etkilendiği anlaşılan kitabın karakterleri hakkında şimdiye kadar bildiklerimizden farklı başka ne olabilir ki diyecek olursak karşılaştıklarımız şöyle oluyor. Öncelikle asıl hikâyeye ve dolayısıyla kutsallığına bağlı kalan yazarın yaptığı şey olaya cezalandırılanların gözünden bakmak. Çünkü tüm güzelliklerden yoksun bırakılıp dünyaya düşen Havva’nın ilginç bir savunmasını okuyoruz. İnsan ırkını ölüme mahkûm ettiğine inanılan bu olayla ilgili anlatıda kendisinin bilinçli bir itaatsizlik sergilemediğini çünkü emredilen ile itaatin ne olduğunu bile bilmediği savunuluyor. Ona göre her şeyi bilme arzusu kötü niyetli bir şey değildir. ‘’Yaşayıp görmek dışında hiçbir şeyin onu tatmin etmediği’’ Havva’nın öğrenme tutkusu yasaklananı yapmasına neden olmuştur. Ama ona göre cezalandırılmaları son derece anlamsızdır. Sözcükler kendilerine yabancı, doğru ile yanlışın farkı bilinmezken bu hiç adil değildir. Bu cahil çocuklara hiçbir şey anlatılmamasına rağmen onlardan çok şey beklemek yersiz değil de nedir? Ona göre ahlak duygusunu, iyi ile kötünün farkını, suç ile yasayı biliyor olsalardı sonuç çok farklı olabilirdi oysa. İnsanlık için aydınlanmayı sembolize eden ateşi de bulan bu kadının en büyük kaygılarından birisi keşfedecek şeyleri bitirmiş olmakken yeni şeyler öğrenmek uğruna yasağı tabii ki de çiğneyeceğini çoktan biliyor olmak gerekmez miydi?
Kitapta Havva’nın başlangıçtan beri varoluş amacına yönelik sorgulamaları olduğunu görürüz. Çevresindeki hayvanları isimlendiren, gökyüzünü hayranlıkla gözlemleyen, kendisinin bir deney olduğunu düşünen meraklı birisidir. Âdem ise tek başına, herhangi bir benzerine ihtiyaç duymadan yaşayan, etrafında olup bitenlere karşı çok da duyarlı olmayan bir karakterdir. Öyle ki ona göre tanımadığı bu varlık ortada yokken her şey çok daha güzel ve sessizdir. Sanki dünyaya düşmelerine sebep olacak olayı önceden bilir gibi onun varlığından rahatsızlık duyacaktır. Yalnızlığından gayet memnunken şimdi çok konuşan ve sürekli bir şeyleri adlandırmaya çalışan bu yaratık yüzünden keyfi kaçan Âdem yerinden de olacaktır bir süre sonra.
Aynı yerde yaşayıp hayatı çok farklı algılayan bu iki insanın birbirleri hakkındaki düşüncelerini okuruz sırayla. Havva bir nevi varoluşsal sancılar çekerken Âdem yaşamı olduğu gibi kabul etmiştir. Kadın hayatın anlamıyla ve seçim yapmakla ilgili düşüncelere dalar, özgürlüğün ne olduğunu keşfetmeye çalışır. Yaşadıkları Cennet Bahçesinde nasıl bir yeri olduğunu sorgular. Tek yaratılmış olamayacağına inanır ve bu fikrinde de haklı çıkacaktır çünkü Âdem’le karşılaşır. Onunla karşılaşana kadar hiç bu tür sorgulamalara sahip olmayan Âdem’in huzuru bozulmuş olacak ki ondan kaçarcasına uzaklaşmaya çalışır. Birbirinden farklı iki karakter olmaları sürpriz değildir elbette. Başlangıçta nereden çıktığını anlayamadığı kadının yaşamına dâhil olmasıyla aklı karışan birini tanırız önce. Fakat okumaya devam ettikçe yazarın hayatıyla benzerlik taşıyan bir dönüşüm görürüz. Kendisinin eşi Livy ile tanışmadan önce tek bir ciddi kelime dahi yazamadığını belirtmesi gibi Âdem de Havva ile birlikte yaşamı daha farklı algılamaya başlar. Önceleri her şeyi olduğu gibi kabul eden biriyken Havva’yı tanıdıktan sonra cennetin tüm güzelliklerini ve etrafında olup biten her şeyi daha ayrıntılı algılamaya ve sorgulamaya başlayan birine dönüşecektir. Yaşamı bu denli değişen Âdem için Havva’yı kaybetmenin beklenmedik derecede sarsıcı olduğunu anlarız. Bu durumun Twain’in kendisi için de geçerli olduğu aşikârdır.
Finalde herkesçe bilinen o sona gelinecektir. Hiç beklemedikleri halde her şey kararır ve cezalandırılırlar. Bu düşüş daha önce akıllarına bile gelmeyecek kötülüklere sahne olacaktır. Bu nedenle Âdem tarafından ‘’Gezegende ilgi duymadığı bir şey olmayan ve her şeyi şefkatle kucaklamaya hazır’’ olarak anlatılan kadının öğrenme arzusu dünyada karşılaştığı şeylerden sonra ona yalnızca pişmanlık getirir. Açlık, hastalık, acı ve yas. Bunların hiçbiri Cennet Bahçesindekilere benzemiyordur. Dünyaya düşmeden önce oraya özgü tek duygu tanıdıktır Havva için. O da korku. ‘’Şelalenin yukarı taraflarına gitmeyi bırakmam için yalvarmaya başladı. Ne zararı var ki bunun? Dediğine göre korkuyormuş. Sebebi nedir bilmiyorum. Bunu hep yaptım – suya dalmayı, heyecanı, serinliği severim…’’. Bu cümlelerle Havva’nın henüz yeni karşılaşmasına rağmen Âdem’i kaybetmekten ne kadar korktuğunu öğreniriz. Şeytan’ın cennette olmadığını iddia ettiği insan doğasına özgü o duyguya çoktan sahiptir.
Kaynakça:
ÂDEM VE HAVVA'NIN GÜNLÜKLERİ
Mark Twain
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2024
96 s.











































Yorumlar