Ahmet Altan’ın Zarlar’ı hep düşeş…
Sevim Şentürk, Ahmet Altan’ın son romanı Zarlar üzerine yazdı: "Ahmet Altan, devlet denen aygıtın kimlere hangi amaçla nasıl maşalık yaptırdığını ibretlik bir biçimde anlatıyor. Evet romancı; zarları ölümü unutmak için atanların, hayatın dışına nasıl çıktıklarını anlatıyor."

Şüphesiz; Kılıç Yarası Gibi/İsyan Günlerde Aşk/Ölmek Kolaydır Sevmekten, modern Türk edebiyatının en güzel üçlemelerinden. Ahmet Altan’ın son romanı Zarlar, birbirine nehirler gibi dolanan ve sonunda aynı yere dökülen bir çatal ağzını hatırlatıyor. Yazar burada, üçlemenin ilk kitabını yazarken ara verdiği, Tehlikeli Masallar’ı yayımladıktan sonra tamamladığı büyük anlatısında eksik kalanı tamamlamış sanki. Olay yine; İmparatorluğun en uzun yüzyılını kapsayan ve dalları yirminci asrın başlarına uzayan vakitlerde geçiyor çünkü. ‘Gerçek olaylardan esinlenilmiştir’ ikaz lambasının ışığı altında başlayan kurgu, Osmanlı Devleti’nin en kudretli başbakanlarından Mahmud Şevket Paşa etrafında örülmüş. İkinci Meşrutiyet devri sadrazamlarından olan ‘Arap Paşa’, 1909’da gerçekleşen 31 Mart Vakası sonrası Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu’nun İstanbul’da kumandanı olur, nüfuzu ve karizmasıyla Sultan Hamid’i alt eder, Âkif’in tabiriyle “Yıldız’daki Baykuş”un istibdadını devirir. Meşhur 1913 Babıali Baskını sonrası iktidarı ele geçiren İttihatçıların tayin ettiği sadrazam ondan başkası olmaz. Ancak zamanla İTC ile ters düşer ve gücü kendinde toplaması Paşa’nın da sonunu getirir.
Bir Devam Filmi…
İşte Ahmet Altan, Osmanlı İstanbul’unun namlı kabadayılarından Arif’in gölgesinde yetişmiş Ziya’nın ekseninde bir tarih anlatıyor bize. Romanda, Mahmut Şevket Paşa suikastını işleyecek olan Ziya’nın ışığı nasıl gittikçe kısılıyor, büyük bir heyecanla takip ediyorsunuz. Dediğim gibi kurgu, yazarın üçlemesinde kıyıda kalmış kimi detayları da misafir ediyor. Örneğin, “O dönemlerde, sırmalı apoletleri, göğsü madalyalarla dolu üniformaları olan paşaların çoğunun kendi bağlı çeteleri vardı.” cümleleri, İsyan Günlerinde Aşk’taki diyalogların hatırlatması.
Kanlı Karanlık ya da Kaderin Elleri
Yazarın; “Kimi zaman ölüm öyle bir gelir ki hayatı, hayatın kendisinden bile daha kuvvetli biçimde değiştirir.” kehanetiyle sahneler akmaya başlıyor. Ziya; ağabeyi Arif Bey’i vuran padişahın Arnavut tüfekçilerinden bir diğer ünlü kabadayı Matlı Mustafa’yı, yargılama esnasında kör ve soğuk bir coşkuyla öldürür. Bu arada Ziyalar, dönemin Çerkes lobisini temsil ediyordur, hâliyle onun Saray’a mensup bir Arnavut silahşor tarafından vurulması, basit bir cinayetten daha büyük bir dalgalanmalar yaratır. Altan’ın da dediği gibi kavimler arası husumet, endişe verici bir siyasal çekişmeyi gözle görünür hâle getirir. Bir başka mahkemenin neticesinde Ziya, duvarlarından ‘Aldırma Gönül’ şiiri çıkacak olan Sinop Hapishanesi’ne yollanır. “Anadolu’nun Alkatrazı” olarak anılan bu mahpushanede, katillerin aynı usullerle içeride de işledikleri cinayetlerin kokusu her yanı sarmıştır. Ziya, İstanbul’dan taşıdığı kanlı karanlığını, mahkûmların ortasına serer. Matlı’yı vuran bu genç, kumarı ilk kez burada keşfeder ve elleri kaderini belirleyecek zarları tutmaya başlar. Kumarın parayla oynandığını; ama parayla alakası olmadığını sonradan anlayacaktır. Bu arada hapishane müdürü, kendisini odasına çağırır. Devletlülerden Çerkes Mehmed Bey, sonraki kaçış planını hemşerisine anlatır ve Ziya neden sonra İskenderiye’ye giden bir zahire gemisine atlar ve yeni hayatına başlar. Burada kadınları ve kumarın batınına dâhil olur. Eşraftan Doktor’un kızı Nora’da kendisinde ilk defa zuhur eden bir hastalık gibi, aşkı tanır. Ama vuslat olmaz; çünkü Ziya yeniden İstanbul’a, baba ocağına döner.
Hafızanın ve Hatıranın Kıyısında Dolaşmak
Mahmut Şevket Paşa’nın ‘tek adam’lığı, İttihat ve Terakki’nin komuta kademesini rahatsız ediyordur. Yazar, gündemden hiç düşmeyen açmazı şöyle çerçeveler: “Kimsenin diktatörlüğe itirazı yoktu, ama herkes diktatörün kendi ekibinden olmasını istiyordu.” Bir diğer Çerkes, Kazım Bey’in el altından örgütlediği militanlar özenle seçilir, Paşa’yı vurma görevi de Ziya’ya verilir. Ziya, katilliğin ve kumarbazlığın sarkacında hayatını oynuyor, bir insan öldürmemiş herkesi aşağılıyordur. Zengin bir dul olan Tahire Hanım’la vaktini harcayan Ziya, suikast zamanını bekliyordur. Yazar, kurgunun ana karakterini derinlemesine tahlil ederken, “Hafızası ve hatıraları ona düşman olmuştu, becerebilseydi onları öldürürdü.” diye konuşur.
Tarihin ve İnsanın Tesadüfü…
Nihayet 11 Haziran 1913 tarihi gelir çatar. Ziya, bir iki kere provasını yaptığı ‘zaman’la karşı karşıya gelir. Beyazıt Meydanı’nda arabasının içinde görünen sadrazamı tabancasıyla öldürür. Romancının gerilimi yükselttiği bu anlar, onun neden usta bir anlatıcı olduğunun kanıtı. Okuru hem on dokuzuncu asrın kurgu havalarına hem de bugünün sıkıntılarına götürüyor, okuyucuya kendi yarattığı manzarayı seyrettiriyor çünkü. Hikâyenin sonunda, kumpas içinde kumpasla karşılaşan Ziya için artık her şey çok geçtir, kısa sürede yakalanır ve göstermelik yargılamanın ardından idam edilir.
Ahmet Altan, devlet denen aygıtın kimlere hangi amaçla nasıl maşalık yaptırdığını ibretlik bir biçimde anlatıyor. Evet romancı; zarları ölümü unutmak için atanların, hayatın dışına nasıl çıktıklarını anlatıyor. Bunu Ece Ayhan’ın şiiriyle söylersem; ‘kendi kendinin terzisi kambur’u hatırlatarak; ruh denen meçhulün seslerini derleyerek yapıyor, sonunda anlatıyı, tarihin ve insanın tesadüfüne bırakıyor; ama Ahmet Altan’ın Zarlar’ı hep düşeş geliyor…
ZARLAR
Ahmet Altan
Everest Yayınları, 2024
Tür: Roman
208 s.
Comentarios