"Ait olmak bir konfor alanı yaratır"
- Litera

- 30 Ağu
- 4 dakikada okunur
Tuba Ayşe Özgür, Murat Güneş ile ilk romanı Aidiyetsizler üzerine söyleşti: "Yazar, günümüz insanının kırılgan ruh hâlini, köksüzlüğün ve yönsüzlüğün açtığı yaraları, bireysel yalnızlıkla kolektif boşluk arasındaki ince hatta işlerken edebiyata güçlü bir giriş yapıyor."

Edebiyat sahnesine adım atan yeni isimler, çoğu zaman kendi çağlarının sancılarını yakalama ve dile getirme çabasıyla gelirler. Murat Güneş’in ilk romanı Aidiyetsizler tam da böyle bir uğraşın ürünü. Yazar, günümüz insanının kırılgan ruh hâlini, köksüzlüğün ve yönsüzlüğün açtığı yaraları, bireysel yalnızlıkla kolektif boşluk arasındaki ince hatta işlerken edebiyata güçlü bir giriş yapıyor.
Aidiyetsizler, modern bireyin içsel yalnızlığına ve aidiyet kavramındaki kırılmalara odaklanan derinlikli bir anlatımla okura “nerede duruyorum, neye aitim?” sorularının peşine düşme imkânı sunuyor. Bu soruları cevabını yazarından almak üzere sordum...
Aidiyetsizler’de aidiyetin kaybını işliyorsunuz. Sizce insan, gerçekten “bir yere ait olmadan” var olabilir mi?
Evet, var olabilir.
Aidiyet duygusu bir gereksinim, bir şart ya da bir zorunluluk değildir. Öleceğini bilen tek canlı insandır ve aidiyetsizlik duygusu sadece bunu bilmekten de kaynaklanıyor olabilir. Var olduğumuz dünyaya ait olmamak duygusu gibi. Ancak kendimizi ait hissettiğimiz şeylerin temeli, sanki içerisine düştüğümüz dünyanın çocukluğumuzda bize ilk tesir ettiği anlardadır ve bu dünyadaki ilk anlarımızın bize işlemesindendir. Ait olduklarımızdan kopmamız bizi zamanın insanı yapar diye düşünüyorum çünkü ait olmak bir konfor alanı da yaratır. Ancak mutlak bir kopuş olmaz bu, aidiyeti ve aidiyetsizliği kavrayarak var oluruz.
Sizce “ait olamamak”, kayıp mıdır yoksa özgürlüğün en saf hâli mi?
Yerine ne koyduğunuzla ilgili bir şey… Kevser karakteri aidiyet yerine beklemeyi koymuş olabilir mesela.
Özgürlüğün en saf halini tarif etmek mümkün olmasa da ait olmamak kayıp değildir diyebilirim. Aynı şekilde ait olmak da bu çağda artı bir değer değil bence. Aidiyetsizlik duygusu özgürlükle ilintilenebilinir, aidiyetimizin özgürlüğümüze etki ettiği bir yerde mahkum olmuş oluruz bu durumda bu aidiyet değil hükümlülüktür. Aidiyetleri içerisinde güvende hisseden de aksine hapis hisseden de vardır.
Romanınızdaki karakterler bir nevi köksüzlük içinde yaşıyor. Sizce insanın köklerinden kopması, zamanla ilişkisini de bozar mı?
Aidiyetsiz insanın zamanla ilişkisini, kişinin zamanı kavrayışıyla nasıl ele alıp yaşadığıyla açıklanabilinir. Bir yaprak dalından kopar mesela ve süzülür bu süzülme anı uzun bir zamana denk gelir.
Köklerinden kopmak, zamanı sadece biraz daha geç anlamamıza sebep olabilir. Fakat zamanla ilişkimizi yönetmek —bir yola çıkmak, bir ilişkiyi bitirmek gibi— bizim tercihlerimizle mümkündür. Tercihlerimizi ise kavrayışımıza göre yaptığımızı sanarak çağı ve tüm varoluşsal etkenleri es geçmemeliyiz. Aidiyet dahil.
Yalnızlık, sizin romanınızda bir acı mı yoksa bir imkân mı? İnsan kendini ancak yalnızlıkta mı bulur, yoksa yalnızlıkta daha da mı kaybolur?
Yalnızlık herkes için bir fırsat olmalı. Mero bunu fırsata çevirmek itiyordu.
Ancak bunu fırsata çevirirken acı çekebiliriz. İnsanın kendini bulabileceği tek yer yalnızlıktır ve kendini kaybedip yeniden bulacağı yer de yalnızlıktır. Kendimizle kurduğumuz ilişki acıyı da, kayıplarımızı da, içerisinde bulunduğumuz hali de belirleyecek şeydir. Yalnız doğar, yaşar, ölürüz. Aidiyetlerimiz bizimle gelmez fakat manaları kalabilir.
Mekânların da aidiyetsizleştiğini görüyoruz. Sizce yaşadığımız coğrafya bizi şekillendirir mi, yoksa biz ona aidiyet duygusu yüklediğimiz sürece mi anlam kazanır?
Mekanlara aşık ya da tapıyor değilsek ve bizde ciddi etkiler ya da travmalar yaratmadıysa, bir süre sonra mekanlar silikleşir, bunun için de geçmişte olduğumuz geçtiğimiz yerlerden tekrar geçmek isteriz. Coğrafyanın bizi şekillendirdiği tek kısım çocukluğumuzdur diyebilirim (onu da ömür boyu taşırız benliğimizde) (Freud: Çocukluğun ilk yıllarında yaşadığı deneyimler yetişkin kişiliğinin temelini oluşturur.) Şehirlerin, köylerin, coğrafyanın isimleri zihnimizde tanımlanmıştır. Bizden önce de, sonra da, varlıklarını sürdüreceklerdir.
Zihnimizden silinip gidecek olmaları, coğrafyayı ve mekanları yok etmeyecektir. Mekan ve zamanın etkileri, kendimizi ait hissetme duygumuzla eş değerli olabilir. Ancak zaman içerisinde mekanların da aidiyet duygumuzun da değişip dönüştüğü bir hayatı zamanın içerisinde yaşıyor olacağız.
“Belki de iyisi mi, sadece yaşamak,” diyorsunuz. Sizce yalnızca yaşamak mümkün mü, yoksa insanın zihni sürekli bir anlam arayışıyla mı lanetlenmiş?
Sadece yaşamaktan kastım; o an’ın içerisinde bulunduğumuz ve yaşadığımız an’ı tüm kavrayışımız, tüm benliğimiz, tüm ruhumuz ile kavrayarak yaşamaktır. (Carpe diem) Bunun için süper bir gücümüzün ve etrafımızdaki birçok şeyden etkilenmiyor olmamız gerekirdi. Belki de Nietzsche’nin “üst insan” dediği insan modeline yakın bir tariften bahsediyorum. Sürekli bir anlam arayışı belki de bizi o seviyeye eriştirecekti, bilemiyorum. Kitaptaki Mero karakteri bilinçdışının etkisiyle yaşarken, Mustafa Amca’nın tavrı hangisine daha yakındı olgunluğa mı?
Yazarlık sizin için bir “yer arayışı” mı, yoksa “yerden kopuş” mu?
Yazarlık benim için bilinçdışının ve zihnimin birbirine karışıp toplamını anlamaya çalışma arayışı… Bu bir varoluş hali de olabilir ya da bir var olma çabası da olabilir. Bu bir kopuş da olabilir, bir yer arayışı da olabilir. Ucu açık.
Romanınızda okuyucuya hissettirmek istediğiniz en derin felsefi soru neydi?
En derin ve en anlamlı yüzyıllardan beri sorulabilecek tek bir soruyu sordurmak istiyorum: “Neden?”
Son olarak: Sizce biz, kendi aidiyetsizliğimizi yazıya dökerek mi var oluruz, yoksa yazı bile bir aidiyet yanılsaması mıdır? Aidiyetsizlik bir var olma biçimi değildir. Aidiyetsiz de var olabiliriz. Yazı aidiyetsizliklerimizi araştırma biçimi olabilir, inceleme yöntemi olabilir, hafıza işlevi görebilir. Ancak yazdıktan sonra anlamlandırdığımız dünyada var olabilirsek, yanılsama olabilecek bir aidiyetten de kurtulmuş olacak ve ancak o zaman onu hakikat e dönüştürmüş oluruz. Yani aidiyetsizliğe ait olabiliriz ya da olmayız.
Benim kavramlarla aram pek iyi sayılmaz bu yüzden kavram çok kullanmamaya özen gösterdim ancak kavramak için kavramlara ihtiyacım var yeniden anlamlandırmak için belkide…











































Yorumlar