top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Bir büyüme romanı

Peyman Ünalsın Gökhan ve N. Banu Gümüştüs, Aslı Tohumcu’nun, doğum esnasında bir başka çocuğun sırasını çalan Adnan’ın büyüme hikâyesini anlattığı Ölü Reşat romanı üzerine yazdı.


Lafı uzatmak pahasına edilen o son sözü, hele ki o son cümleyi biz okurlarına ithaf eden Aslı Tohumcu, işte o “son sözle”, bu romanın yazılma sebebini açık ve net şekilde ortaya bırakıveriyor. Romanın ilham kaynağı kıymetli babacığı. Onun anlattığı hikâyeleri dinlerken kurgu fikri bir şimşek gibi beyninde çakıyor. Edgar Ellen Poe’nun yarattığı gerçekle düş arasında gidip gelen, okurken tüylerimizi ürperten karanlık atmosferli yazınına yaklaşıyor Tohumcu ve fakat aynı zamanda muzip kalemiyle onu canlı renklere boyayarak Ölü Reşat’ı yaratıyor. Roman babadan esinle ortaya çıkıyor ama anneciğinin desteğini de atlamıyor Tohumcu. Zira destek olmazsa taze fidan yan yatar, biçimsiz uzar. Çocuğunu tanımak, baktığını görmek, yeteneklerini analiz edebilmek bir ebeveynin çocuklarına en güzel armağanıdır bence. Dümeni ne yöne kırması gerektiğini bilemeyen çocuk gurcata lambasıyla* [*teknelerde denizi aydınlatan lamba] ebeveynin aydınlattığı istikamette siste ilerler gibi kullanır tekneyi, itina ile. Sis dağıldığında asılır gaza. Ne fırtınalar ne dalgalar engel olur. Açılır enginlere.



Peki, Ölü Reşat bize ne anlatıyor?

Bir bildungsroman* [*büyüme romanı] diyebiliriz. Uzam Bursa, zaman 1940’lar. Ana karakterimiz Adnan, babası Hafız Mehmet’in kulağına üflediği Reşat göbek adını alarak hayat denizine yelken açıyor. Reşat sadece bir isim olarak kalsa iyi, Adnan’ın ömür billah kambur gibi taşıdığı celladına dönüşüyor. Reşat doğum sırasını alan Adnan’ı hakkın rahmetine kavuşturmaya ant içiyor bir roman boyu…


Kitap bölümlere değil, “tekmil”lere ayrılıyor. Birinci, ikinci, üçüncü tekmil diye giderken karşınıza “Yangın Tekmili”, “Kafa boşaltsın, yorgunluk alsın diye bir tekmil”, “Ahiret yolculuğu tekmili” çıkıveriyor. Düz yolda giderken bir anda sek sek kutularında zıplamak gibi. Zıplamak dediysem, kurgusal anlamda oradan oraya savruluyorsunuz anlamında değil. Aksine lineer zamanda ara ara mâziye göz atarak emin adımlarla ilerliyorsunuz. Nesnelerin birliğini göz önünde bulundurursak roman, örgesi bakımından bütünsellik içerisinde kâh duygulandırarak kâh gülümseterek akıyor. Bununla birlikte yazarımız tarafından adı yalın tekmil bırakılmayanlar başka bir ritim katıyor okumaya.


Romanda Bursa’yı; alışkanlıkları ve yaşayış şekilleriyle ahalisini tanıyoruz. Yazarın yarattığı tipik falan değil, bildiğin nevi şahsına münhasır karakterler. Şehrin dokusu tam da eski hâliyle gözümün önünde canlanıyor; gösterişli camileri, çarşıları, servi ağaçları, eski evleri ile bir imparatorluk şehri. Bugünkü Bursa ile pek alâkası olmayan mistik bir masal şehri. Tiril tiril ipeklerin uçuştuğu Kozahan’da çınar ağacının altında kahvesini yudumlayan ve karşısında oturan kızlarına, uzak diyarların uçan halı üzerinde ta Bursa’ya ulaşan aşk hikâyelerini kendi hurafeleriyle çeşnilendirerek anlatan akça pakça tombul teyzeleri izliyorum.


Muzip bir yapıt. Tohumcu’nun kızıl saçlarından ve muzır çocuk bakışlarından fazlasıyla nasibini almış mizahi bölümler okurken güldürüyor. Sonra bir tekmilde birden, ninelerin karanlık gecelerde torunlarını etrafına toplayıp anlattığı tekinsiz hikâyeler zuhur ediveriyor. Bir ürpertidir gidiyor.


Romanlarında toplumsal çözümlemelere mutlaka yer veren Aslı Tohumcu; Ölü Reşat’ta emperyalizm karşıtı, davasıyla kahraman addettiğimiz Deniz Gezmiş’e bir selâm çakıyor. “Kafa boşaltsın, yorgunluk alsın diye bir tekmil” bölümünde dünyadan haberleri içeren gazete kupürlerine yer veriyor; şiddet gören kadınlar, tuhaf intiharlar, memleketimden insan manzaraları… Biraz hicivli, biraz ironik kupürlerle; bize Türkiye’nin siyasi, sosyolojik ve hatta psikolojik denge doğrusunu işaret ediyor.



N. Banu Gümüştüs ekledi:

Aslı Tohumcu’nun Ölü Reşat’ı ilk defa 2014’te basılmış; 2023, İletişim Yayınları’nca yeniden basılma yılı.

Yaz aylarının başı… Bu sıcak atmosferde gözlerden yaş akarcasına gülmenin, gülebilmenin ardında Aslı Tohumcu’nun sesine aşina olmanız; anlayışı, bakışı ve elbette göstermek istediği her ayrıntıyı şu ya da bu şekilde içselleştirebilmeniz yatıyor.


Mekân şehir(ler); karakterler de ‘göbek bağı’ mesafesinde kişiler olunca, bu kurgu metni okumak daha bir keyifli hâl alıveriyor. Tekmil tekmil ilerlerken bazen nefessiz kalmanız mümkün. ‘Yok daha neler, bu da mı?...’ derken ve karnınızı tutarken buluyorsunuz kendinizi. Sonra cümleler bir tokat şeklini alıveriyor ve önünüze çıkan ilk duvara çarpıyor sizi… Bir kısa tarih resmî geçidi, isteseniz de istemeseniz de tir tir titretiyor, içiniz dışınıza çıkıyor işte.

Tüm önyargılardan arınmayı, yazıyı hayatın tam da içinden ve kıyısından ‘dokunmadık kalmasın!’ düşüncesiyle ve böyle bir durumda asla didaktik olamadan okura sunma cesaretini üzerine zorlanmadan ‘cuk’ oturtan bir yazarlık ‘onuru’ yaşam biçimi haline gelmiş Aslı Tohumcu’nun…


Hayat ikilikten beslenir. Doğum -ölüm; iyi- kötü; gece- gündüz…. Peki “gölge” … Çocuğa konulan isim(ler) neyi gölgeler?... Hayatta attığımız her adımda gölgemiz neyi gölgeler?...

‘İki isimli olmak’ ‘göbek adına da sahip olmak’ üzerine hiç düşünmemiş ve fakat bazı ortamlarda “neden benim iki ismim var?” dırdırına kendini kaptırmış biri olarak böyle bir kurgu metinde adlarımın üzerinden ne hikâyeleri de göremediğimi fark ettim doğrusu.

Yaşadığın zamana tanıklık ettiğini, üzerinden zaman geçince ve sen biraz “aklı erdi” halinle aynada karşılaşınca anlıyorsun. Anı defteri ya da “günlük” tutmuşsan ne âlâ, ayrıntılar biraz daha net… Ee tutmamışsan; işte arşiv… Yani ey yazı sen nelere kâdirsin… Metnin içine, hem de kurgu almış başını seni de sürüklerken, arşivlerden satırlar giriverince “evet” diyorsun bunu ben de biliyorum… “evet, evet ben de yaşadım ucundan, kıyısından bunu” sonra dalıp gidiyorsun. Didikliyorsun kendini, anılarını, anlatılanları, okuduklarını sıraya diziyorsun. Sonrası gölgesiz olmasın diye güneşe yatırıyorsun adını, sanını, yaşadıklarını…

Kıvamında zeytinyağlı fasulye gibidir bazı metinler; az su ile, bol soğanlı, kısık ateşte pişen ve çimdik hesabı konan şekerin tadını gizlemesini bildiği ve mutlaka dinlenmiş… Anılar, kulaktan kâğıda süzülmüş hikâyeler ve elbette okunanlar böylece ve öylece bekler sizi bu sayfalar arasında.


Edebiyat ve yazmak… Elbette bu yazılanları da nefesimiz yettiğince okumak büyütüyor bizi… Bilmem farkında mısınız? Yazarlar çok cesur insanlar, bize güveniyorlar koşulsuz… Okuyacağımıza inançları bu kadar tam olmasa yazamazlar. Beğenip beğenmememiz öncelikli sorunları değil. Okumak ve düşünmek ve bir adım, sadece bir adım atabilmek diğer yazılmışlara doğru. Hepsi bu.


Ölü Reşat

Aslı Tohumcu

İletişim Yayınları, 2023

152 s.

bottom of page