Değişim göstermeye çalışmak: Sırların Sırrı
- Litera

- 2 dakika önce
- 4 dakikada okunur
Tugay Kaban, Dan Brown'un son romanı, Sırların Sırrı üzerine yazdı: "Dan Brown'un, romanlarında üç temel yapıtaşını bir araya getirdiği mâlum: Semboller, bilim ve inanç. Sırların Sırrı'nda, bu üçlü denkleme yeni bir bilinmeyen ekliyor: Bilinç"

Dan Brown’a popüler kültürün “entelektüel mühendisi” demek, bir nevî alışkanlık oldu. Romanlarında üç temel yapıtaşını bir araya getirdiği mâlum: semboller, bilim ve inanç. Bu formül, yazarın Da Vinci Şifresi’nden Başlangıç’a uzanan külliyatının belkemiği durumunda artık. Lâkin Sırların Sırrı, bu üçlü denkleme yeni bir bilinmeyen ekliyor: Bilinç. Burada hemen alâkası yok fakat İsmet Özel’in Bilinç Bile İlginç isimli eserini anmak istiyorum.
Tesla’nın bir epigraf ile selam durduğu yeni romanında Brown, insanın kendi mevcudiyetini masaya yatırıyor. Bu eksen kayması, hem yazarın anlatıdaki tekâmülünü hem de çağımızın (özellikle Batı çerçevesinde) ruhanî arayışlarını ele veren bir ayna. Zira romanda ‘Tanrı’, gizli bir isim olmaktan sıyrılıp insanın sinir sisteminde yankılanan bir titreşime dönüşüyor.
Dan Brown romanları, ilk bakışta birer polisiye-gerilim metni gibi okunabilir. Fakat biraz derinlerine inildiğinde, gnostik bir yapı barındırdıklarını görürsünüz. Her romanında “bilginin kurtarıcı” olduğu bir dünya tasarlanır. Sırların Sırrı da bu düşüncenin takipçilerinden biri olmuş. Fakat bu defa bilgi, kutsal görülen metinlerin tozlu sayfalarında yahut sanat eserlerinin gölgelerinde değil, insan beyninin derinliklerinde aranıyor. Başkarakter Dr. Katherine Solomon, noetik bilimin temsilcilerinden biri, noetik bilim sözlükte, bilinci, fiziksel olmayan bir gerçeklik şeklinde kabul gören disiplin olarak tasvir ediliyor. Hipotezi ise şu: Bilinç, beynin bir ürünü değil, aksine, kâinatın temel dokusunun bir boyutu. Katherine’in teziyle söylersek, antik Gnostiklerin “Tanrısal Kıvılcım” öğretisi arasında bariz bir paralellik mevcut, insan zihni evrenin özünü taşıyor. Ve, her insan bir mikrokosmostur. Brown tam bu noktada, bilimi bir mitin içine yerleştiriyor. Katherine’in Vladislav Salonu’ndaki sunumunu, romanın epistemolojik kırılma ânı olarak tanımlayabiliriz. O sahnede dinleyicilere yöneltilen sual, aslında oldukça meşhur: “Bilincimiz beynimizin içinde değilse, nerede?”
Dan Brown’un romanlarındaki şehirler, tıpkı karakterler gibi etten kemikten gibi hissedilir. Roma, Paris veya Floransa… Bu defa sahne Prag. Bilindiği üzere Prag, simyacıların, kabalistlerin ve hermetik bilginlerin şehri olarak anılır.
Prag roman boyunca bir dekordan ibaret olarak kalmaz. Golem efsanesinin doğduğu, Kral Rudolf’un simya deneyleri yaptığı, Kafka’nın varoluşun kâbusunu yazdığı bu şehir, Brown’un kaleminde bir labirente dönüşüyor. Köprüler, kuleler, kiliseler ve yeraltı tünelleri, üzerimize sinematografi kusuyor gibi. Bunlara “beni filme çek” diyen bir kitapta rastlamak elbette şaşırtıcı değil.
Langdon karakteri (yine başrolde elbette), Sırların Sırrı’nda, alıştığımızdan daha kırılgan bir surette karşımıza çıkıyor. Sanırım yaşlılığın verdiği bir ahval bu… Brown, Langdon’ı bu kez sadece bir sembol avcısı olarak değil, bir bilinç krizi yaşayan adam olarak da resmediyor. Langdon artık kendi zihninin hakikatini arayan, daha gerçekçi bir roman karakteri gibi duruyor karşımızda. ‘Daha gerçekçi roman karakteri’ ibaresinin bazı okurların kafasını karıştırması muhtemel, ‘çerezlik bir roman karakteri gibi değil’ diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışayım.
Langdon’ın değişimini vurgulayan sahne, Karl Köprüsü’nde gerçekleşiyor. Bu noktadan sonra bir profesörden fazlası oluyor gibi, sanki İlahi Komedya’daki Dante gibi, ruhanî bir seyahate çıkıyor. Prag onun Cehennem’i, Golem ise Virgilius’u oluyor.
Romanın ilgi çekici karakteri ise Golem. Dan Brown’un Golem’i yalnızca bir efsane kahraman değil, o, bilimin doğurduğu Frankenstein ile mitin doğurduğu melek arasında salınan varlık gibi.
Romanın kalbindeki noetik bilim, normalde tartışmalı bir alan. Bu disiplin, “düşüncelerin maddeyi etkileyebileceği” fikrini savunuyor. Brown bu fikir üzerinden iki katmanlı bir tartışma başlatıyor eserinde:
• Bilimin metafiziğe yakınlaşması: Modern bilim, bilincin kökenine indikçe ruh kavramına komşu düşer.
• İnancın deneysel zemine çekilmesi: Ruhanî tecrübeler artık mistik birer hâl değil, ölçülebilir olgulardır.
Dan Brown, Katherine’in dilinden modern bilime şöyle meydan okuyor romanında:
“Bilim, bilinci açıklamakta başarısız oldu; çünkü bilinci maddeye hapsetti.”
Dan Brown, anlatının ritmini bilgilerle/verilerle kuran bir yazar. Zaten çok satan romanlarının matematiği de burada yatıyor. Olaylar kadar, karakterlerin keşfettiği kavramlar da gerilimi okur için sürekli tırmandırıyor. Da Vinci Şifresi’nde bu vazifeyi sanat tarihi üstlenirken, Sırların Sırrı’nda bayrağı nörobilim ve kuantum felsefesi devralıyor. Brown, romanın her bölümde yeni bir kavramı okurun önüne atıyor, sonra bu kavramı bir sembol yahut mekânla ete kemiğe büründürüyor.
Romanın en kuvvetli tarafı, Dan Brown’un bilimsel materyalizme karşı ortaya attığı o itiraz: “Bilim fiziksel olmayan olayları incelemeye başladığı gün, bir yüzyılda kaydettiği ilerlemeden fazlasını, on yılda kat eder.” Tesla’dan yapılan bu alıntı bir manifesto maddesi gibi. Fakat bu tavrın edebî olana etkisi hâlâ tam olarak tartışılmış değil bence. Dan Brown gibi yazarlar hâlâ kalıplaşmış aynı anlatı formülüne sâdık kalıyorlar: Gizemli bir ölüm, sembollerle örülü bir şehir, bilginin peşindeki kahramanlar. Ve bu yapı, mesela mevzumuzun merkezindeki Sırların Sırrı’nı bir “yeniden yazım” hissinden kurtaramıyor. Karakter derinliği meselesinde Brown hâlâ sığ sularda. Golem çoğu okura dikkat çekici bir figür olarak görünecek olsa da aslında mitolojik bir makineden farksız. Langdon ve Katherine ise romantik gerilim dışında pek bir değişim göstermiyorlar.
Şunu söyleyebilirim, Dan Brown bu son romanında artık, sembolleri dış dünyada değil de, insan zihninin kıvrımlarında arıyor. Brown, modern çağın bilimsel mitolojisini oluşturabildi mi sizce? Çünkü bence ulaşmak istediği hedef bu. Peki, bu suali bir de şu açıdan soralım: Sinema sanatı olmasaydı, Dan Brown daha mı çok okunurdu, daha mı az okunurdu ve modern çağın bilimsel mitolojisini kurma isteğini sadece romanlarıyla başarabileceğini düşünür müydü?
SIRLARIN SIRRI
Dan Brown
Altın Kitaplar, 2025
Çeviri: Petek Demir, İpek Demir
600 s.













































Yorumlar