top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Kimi zaman düşü görmek için uyumak gerekmez bazen uyanık olmak, en tuhaf rüyadır

Tuba Ayşe Özgür, Haruki Murakami’nin romanı, Sahilde Kafka üzerine yazdı: "Murakami, bu romanında rüyayı bir kaçış alanı değil, gerçeğin alternatif dili olarak kurar."


ree

Bazı kitaplar vardır, onları okumazsın içine düşersin. Murakami’nin Sahilde Kafkası da böyledir. Bir rüya gibi başlar, ama sabah uyandığında hâlâ seninle kalır; çünkü seni kendi düşüne değil, kendi bilinçdışına sokmuştur. Ve o andan itibaren artık kitap bitmez, sadece başka bir biçimde var olmaya devam eder.


Gerçekliğin kırıldığı yer

Murakami’nin dünyasında gerçek, düz bir çizgi değildir; bir su yüzeyi gibidir. Bazen saydam, bazen dalgalı. İçinde hem gökyüzü yansır hem dipteki taşlar. Kafka Tamura bu yüzeye bakar ve kendi yansımasını tanıyamaz çünkü kimliğini ararken kendine benzememeyi öğrenmiştir.

Büyülü gerçekçilik, burada bir kaçış değil, bir görme biçimidir. Gerçeklik, yalnızca gözle değil, iç sesle, rüya, hayal, hatta tesadüfle okunur. Murakami, bu romanında rüyayı bir kaçış alanı değil, gerçeğin alternatif dili olarak kurar. Balıkların gökyüzünden yağdığı, kedilerin konuştuğu bir dünya bize saçma gelmez çünkü o dünya zaten insanın içindedir. Kimi zaman düşü görmek için uyumak gerekmez bazen uyanık olmak, en tuhaf rüyadır.


Kediler, kargalar ve sessizlik

Murakami’nin evreninde hayvanlar, sessizliğin dilini konuşur. Kediler, Nakata’yla konuşur; karga, Kafka’ya akıl verir. Ama hiçbir kelime “anlatmak” için değildir hepsi duymak için söylenir. Çünkü bu romanda anlam, mantığın değil sezginin alanına aittir.


Karga, Kafka’nın bilinçdışıyla kurduğu köprüdür; kediler, sezgisel dünyanın rehberleridir; orman, bilinçdışının derinliklerine açılan kapıdır. Murakami’nin büyüsü, bu sembolleri açıklamamasında yatar o, okura güven duyar. Yani hiçbir şeyi çözmez, sadece hissettirir. Ve biz okurken fark ederiz: Anlam, bazen sessizlikte saklıdır. Tıpkı Nakata’nın konuşamadığı ama her şeyi hissettiği anlarda olduğu gibi.


Zamanın eşiğinde

Roman boyunca zaman, doğrusal değil, daireseldir. Geçmiş, şimdiye sızar; ölüm, yaşama karışır. Kafka, annesinin gençliğiyle tanışabilir çünkü Murakami’nin evreninde zaman da bir karakterdir. Bu, büyülü gerçekçiliğin sessiz devrimidir: Zamanı fiziksel bir mekanizma olmaktan çıkarır, duygusal bir titreşime dönüştürür. Bu titreşim, rüyaların süresine benzer uzun da olsa, göz kırpması kadar kısa da olabilir. Romanın sonunda hiçbir şey çözülmez ama her şey anlam kazanır. Çünkü cevap değil, yolculuk önemlidir.

Kafka’nın ormanda kaybolduğu sahneler, aslında bir kayboluş değil, “kendi içindeki evi bulma” hâlidir. Belki de Murakami’nin anlatmak istediği tam budur: "Kendine ulaşmak için, önce kaybolmak gerekir."


Rüyanın mantığı

Murakami, rüya ile bilinç arasında ince bir ipte yürür. Fantastiğe sapmadan, gerçeği “fazla görünür” kılar. Okur, olağanüstü olaylara şaşırmaz, çünkü anlatının tınısı onları doğal kılar. Tıpkı günlük bir sabah gibi. Bir rüyayı mantıkla açıklamaya kalktığında, o rüya çözülür. Murakami de bunu bilir açıklamak yerine atmosfer yaratır. “Sahilde Kafka”, anlamı değil, duyguyu merkeze alır.

Bir sahil sesi, bir taşın ağırlığı, bir müzik parçasının yankısı… Bütün bunlar, anlatının bilinçdışı öğeleridir. Yazar, okurun zihnine değil, alt bilincine seslenir.


Gerçeğin ötesinde

Murakami’nin büyülü gerçekçiliği, ne Latin Amerika’nın politik alegorisine benzer, ne de Batı’nın fantastik geleneğine. Onunki daha sessiz, daha içe dönük bir büyüdür. Kelimelerle değil, boşluklarla anlatır. O boşluklarda bir uğultu vardır rüyanın yankısı, hatırlamanın kırığı, varoluşun sızısı.


Kafka sahilde otururken biz de otururuz; deniz, bir anda hem geçmişi hem geleceği getirir.

Rüzgâr, hem annenin sesi hem kaderin nefesidir. Ve o anda büyülü gerçekçiliğin özü belirir: “Gerçek, bir yanılsama değil; birden fazla katmanı olan bir aynadır.”


Görünmeyeni görmek

Murakami bize mucizeleri göstermek için değil, mucizenin içinde yaşadığımızı hatırlatmak için yazar. Onun karakterleri dünyayı değiştirmez; dünyayı görme biçimlerini değiştirir. Kafka da, Nakata da, sonunda kendi gerçeğine ulaşmaz ama artık hangi sorunun kendisine ait olduğunu bilir. Ve bu, büyülü gerçekçiliğin en büyük armağanıdır: Gerçeği açıklamak değil, ona tanıklık etmek.


Murakami’nin sahilinde rüya bitmez, sadece şekil değiştirir. Okur kitabı kapattığında, karganın sesi hâlâ içindedir; çünkü Sahilde Kafka, okunan bir hikâye değil, içinde yaşanan bir bilinç hâlidir.



SAHİLDE KAFKA

Haruki Murakami

Doğan Kitap, 2009

Çeviri: Hüseyin Can Erkin

515 s.


Yorumlar


bottom of page