top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Öykü: Boş Bir Hoşluk

  • Yazarın fotoğrafı: Litera
    Litera
  • 19 saat önce
  • 4 dakikada okunur

"Başka vücutlar, başka kafalar, o kafalardan çıkan sürprizli fikirler, sonsuz olasılıklar ve dünyadaki milyarlarca insan aklına geldikçe gözlerinin sağa sola kaymasına, burun kanatlarının farklı kokuları hayal ederek istemsizce oynamasına engel olamıyordu."


Yelin Bilgin


Otuz üç yaşındaydı ve hayatının dörtte üçünü annesine benzemeyeceğini tekrarlayarak, üçte birini ise bir/tek/aynı adamı severek geçirmişti. Annesi gibi. Yirmi iki yaşındayken açık renk pardösüsünü savurarak aklına giren bu adam, yirmi yedi yaşında hayatının merkezine oturmuştu. Otuz üçüne geldiğinde ona olan aşkından korkmaya başladı. "Tıpkı annen gibisin" damgasını yememek bir gurur meselesine dönüştü. İsa'nın çarmıha gerildiği yaştaydı, gurur mühimdi. Gururunu korumak uğruna varoluşunun huzurlu merkezini kaydırmayı göze alabileceğine karar verdi. İçinde yeşeren yeni meraklar vardı bir de. 8-10-20-30-40 yıl daha bir/tek/aynı adamla aynı yatakta uyuyup aynı fantezileri kurmak düşüncesi onu endişelendiriyordu. Başka vücutlar, başka kafalar, o kafalardan çıkan sürprizli fikirler, sonsuz olasılıklar ve dünyadaki milyarlarca insan aklına geldikçe gözlerinin sağa sola kaymasına, burun kanatlarının farklı kokuları hayal ederek istemsizce oynamasına engel olamıyordu. Çelişkiler aleminde savruluyordu ve çelişkiler hoşuna gitmiyordu. 


Kararını vermişti ama bunu adama söyleyecek cesareti yoktu. Kafasını meşgul edenler ve söyleyemedikleri yüzünden sevişmeleri de zorlama olmaya başlamıştı. Bir gün sevişirken kendini tutamadı, ağladı. Ayrılık sadece ağlamakla olacak bir iş değildi oysa. Adamdan ayrılmak için zorlama sevişmelerden, sevişirken ağlayıvermekten, dünyaya ve içindeki milyarlarca insana olan merakından daha mantıklı bir açıklamaya, bir sebebe ihtiyacı vardı. Bir kavga, en azından bir sürtüşme gerekmez miydi? Onca yılın ve hayatının merkezi olmasının hatırına bunu adama borçluydu. Bir gün, Moda'da bir pizzacıda otururken, ayrılma ihtimalinden bahsetti. Ağzından çıkan her bir kelimede Moda sokakları sessizleşti sanki, uzak olması olası bir ihtimal bile hayatı durdurmaya yetmiş gibiydi. Gözlerini masadaki kırmızı-beyaz pötikareli örtüden kaldırıp adamın yüzüne bakmayı başardığında yanaklarını sildiğini gördü. "Ayrılsak da birlikte yaşamaya devam ederiz" dedi adam, "Seni evin içinde görmeden yaşayamam". Oysa o bir zamandır ev bakıyordu. Kiralık, satılık... Hayal ediyordu yalnız yaşamak nasıl olur diye. Adamdan ayrılıp - ki bu başlı başına bir cesaret meselesiydi zaten - onunla aynı evde yaşamaya devam etmek fikri hoşuna gitmedi. Öyle ayrılık olmazdı.


Birkaç gün sonra yine böyle düşünceli, evde süpürge yapıyordu. Akşam üstüydü, işten yeni dönmüştü. Evi öbek öbek istila etmekte olan kedi tüylerini ve ayaklarına batan kedi kumu tanelerini ivedilikle yok etmesi gerekiyordu rahat nefes alabilmek için. Salonda neredeyse her akşam içine gömülüp film izledikleri kanepeyi süpürürken onun hemen yanında, kütüphanenin en erişilebilir rafında altın rengi bir halka küpe buldu. Halka küpe takmazdı. Hiç halka küpesi yoktu. Altın rengi hiçbir şeyi yoktu. Hatta yıllardır küpe de takmıyordu. Halka küpe takan kızlar genelde uzun saçlı, dolgun dudaklı, güzel yüzlü olurdu. Öyle sıkı toplarlardı ki saçlarını, gözleri çekik görünürdü bu sayede. Onun uzun saçı, dolgun denebilecek dudakları yoktu. Küpeye dokunmadı. Uzaktan birbirlerine baktılar. Küpe de sahibini ve öbür tekini bekliyor gibiydi. Süpürge bağırıp dururken kanepeye çöktü. Küpe onun değilse, o zaman kimindi? Ne zamandır buradaydı? Bu kanepede adamın birlikte film izlediği başka kadın/lar da mı vardı? Kanepedeki (hâlâ daha tam temizleyemediği) ayran lekesi aslında tutkulu bir sevişmenin kaçınılmaz izi miydi? Geçen gün banyoda bulup hiç düşünmeden tuvalete attığı, üstüne sifonu çektiği o uzun saç teli bu küpe tekiyle bağlantılı mıydı? Düşüncelerinin hızına yetişmeye çalışmak yerine onları zar-zar bağıran süpürgenin içine hüüüp diye çekebilmek istedi. Beynindeki fırtınayı bir hortumla takas edebilse ne iyi olurdu. Kanepede çöktüğü yerden sağına, kütüphaneye doğru baktı tekrar. Küpenin hemen arkasında kim bilir ne zamandır orada duran bir kirli bardak ve içindeki kırmızı şarap kalıntıları ona göz kırptı. O lekenin ayran lekesi olmadığından artık emindi ve bu hiç hoşuna gitmedi. Gururu kırılmıştı. 


Elinde süpürgenin ucu, yüzü raftaki yalnız küpeye ve kirli bardağa dönük açtı gözlerini. Karanlık çökmüş. Uyuya kalmış, süpürge de sustuğuna göre o mu kapatmış yoksa elektrik mi kesilmiş, beynindeki fırtına hortuma dönüşmemiş, şimşekler çakmış, yıldırım mı düşmüş... İki kedinin mama isteyen bağırışları olmasa daha uzun süre uyanmazdı belki. Normalde olsa her anlarını birbirlerine haber verirlerdi adamla. Geldim, geliyorum, yoldayım, bir şey lâzım mı, yemekte ne var... Telefonuna baktı, tık yok. Ne bir mesaj, ne bir cevapsız arama. En az kediler kadar açtı. Önce onları besledi, sonra dolapta kalan son yumurtayı kırıp yine dolaptaki son peynir parçası ve son ekmek dilimi eşliğinde mideye indirdi. Dün akşamdan kalma kırmızı şaraptan bir bardak doldurup bilgisayarının başına geçti, ev ilanlarına bakacaktı. Şaraptan bir yudum almıştı ki bunun her zaman içtikleri ucuz şarap olmadığı ve dün akşamdan da kalmadığı dank etti kafasına. 


O halka küpeyi ve o kirli şarap bardağını oldukları yerden kımıldatmadı. Koltuktaki lekeyle uğraşmayı bıraktı. Yeni hayatını hoşuna gitmeyen bu birkaç şey sayesinde kurabileceğini düşünmek hoşuna gitti. Evden ayrılmak için başka bir sebebe, bahaneye ihtiyacı olmadığını bilmek hoşuna gitti. Çelişkilerinden sıyrılmak kırılan gururunu tamir etmesine yardım etti. Beyni ve adımları hafifledi, bedeni özgürleşti. Bir ay sonra varını yoğunu koyup, bir sürü borca girip satın aldığı minik evine taşınırken her gün kontrol ettiği halka küpe ve kirli bardak hâlâ aynı yerde duruyorlardı. O evden çıkarken adam arkasından ağladı, kediler onda kaldı. 


Minik evinde adamsız ve kedisiz yaşarken annesi gibi olmadığını kanıtladığı için kendisiyle gurur duydu. İnat etmiş, başarmıştı. İnat ve gurur iki kötü kardeş gibiydi. Birinden birine kapılınca diğeri de hemen peşinden gelip dolduruşa getiriyordu insanı. Hayatından çıkardığı adam fikrinden çıkmadı bir türlü. Gururuna sahip çıkarken inadına yenildiğini fark ettiğinde hiç hoşuna gitmedi. Ama artık çok geçti.

bottom of page