Sessiz başkaldırının kahramanları – Aslında her şey yolunda kadınları
- Litera

- 26 Eyl
- 3 dakikada okunur
Simge Desen Türk, Duygu Terim'in ilk öykü kitabı, Aslında Her Şey Yolunda üzerine yazdı: "Yazar, hikayeleri aktarırken gerçekliğin sınırlarını zorlayıp bizi rüyalar alemine götürüyor. O kadar ustaca bir merak uyandırıyor ki normal görünen ve sıkıcı olabilecek çoğunluğu kadın kahramanların aslında delilik sınırlarında dolaştığını fark ettiğimizde bile korkmuyoruz, gülümsüyor ve onlara destek olmak istiyoruz."

Aykırı olanın korkutuculuğunun, belirsizliğinden gelmesi olağan. İnsanın en temel ihtiyacı güvende olma hissini sağlamlaştırmaksa eğer, kişi bildiğine gider, orada rahat eder. Gerçekte kurduğumuz ilişkilerin benzerlerini sanat eserleri ile de kurarız ve tercihimiz o konfor alanında kalmaya yöneliktir. Ancak bir filmi izlemeden, bir romanı okumadan bilemeyiz bizim için bir tehdit olup olmadığını. Bazen de olağan görünenin ardı gizemli ve ürkütücü olabilir.
Duygu Terim ilk öykü kitabı Aslında Her Şey Yolunda’da normal ve sıradan insan hikayelerini aktarırken gerçekliğin sınırlarını zorlayıp bizi rüyalar alemine götürüyor. O kadar ustaca bir merak uyandırıyor ki normal görünen ve sıkıcı olabilecek çoğunluğu kadın kahramanların aslında delilik sınırlarında dolaştığını fark ettiğimizde bile korkmuyoruz, gülümsüyor ve onlara destek olmak istiyoruz. Kimisini yargısız dinlemek, birinin çocuğuna bakarken yardım etmek, bir diğerine kocasını boşasın diye destek olmak isterken buluyoruz kendimizi.
Notos Kitap’tan çıkan eserde on üç öykü yer alıyor. Yazar bize kitabın genelinde suskun, depresif, travmalı ancak aykırı ve deli kadın hikayeleri anlatmış gibi görünse de aslında bu öyküler patriyarkaya birer sessiz manifesto niteliğinde. Yazarın beyanına göre sadece “Melike” öyküsündeki karakterin başkaldırdığı görünüyor ancak görünmeyen tarafta sessiz bir direniş, pasif agresif bir tutum ve itiraz edilemese de başını eğmeyen bir tavır seziyoruz.
Sıradan olmaya mecbur bırakılan, geçmişten getirilmiş travmaların da etkisiyle hayatlarındaki erkeklerce baskıya, şiddete, ötelenmeye maruz kalmış ve evlere, işyerlerine, köylere hapsolan bu kadınlar çıkışsız odalarda kaybolacak diye ödümüz kopuyor okurken. Konforlarını bozmak istemiyorlar, çünkü istenmiyorlar. O odalar mayınlarla dolu hayatlarının mahzenleri. Peki gerçekten keyifle yıllanıyorlar mı?
Yazar özellikle eşya, zaman ve mekanı öyle ustaca kullanıyor ki okurun atmosferi yaşaması için fırsat veriyor. Süngeri çıkmış koltuklar, kiraz toka, DNA'ya benzeyen merdiven, Zebercet’in renkli fularları. Üstüne her öyküde incelikle yer alan şarkılar, tarçın ve vanilya kokuları, kitabın geneline sinen sigara dumanı, çıtırdayan balığın sesi, deniz ve gökyüzü ile hikayeye ortağız, oradayız ve çıkmaya niyetimiz yok. Sonu açık biten öykülerin devamını biliyor gibiyiz. Hepsi tanıdık, bir adım atsa kurtulabilir sanki. Acaba atıyorlar mı? Bunu bilmiyoruz bildiğimiz tek şey yazarın bu coğrafyanın kadınlara öğrettikleriyle okurun yolunu çizdiği, sonların aşinalığı.
Öykülerden tek tek bahsedemeyeceğim kadar bir bütün kitap. Terim sanki bize bir tek şey anlatıyor ama parçalara bölüyor gibi. Aralarından biri biraz sıyrılıyor çünkü orada anlatılan takıntılı bir erkek. Belki de bu nedenle fazla konuşulmuyor “MacGyver Bile Durduramaz “ öyküsü. Ancak üzerine tekrar düşününce kitap boyunca geri planda olan, sesleri çıkmayan fakat oldukça baskın ve öykülerin kadın kahramanlarının ruh hallerine sebep olan, onların kendi kendilerine konuşmasına, rüyalarda yaşamasına, söz söyleyememelerine ve en önemlisi var oluşlarının engellenmesine neden olan erkeklerden bir tek onu başarısız olarak görebiliyoruz. O nedenle ilk kez eser boyunca bir erkeğe de yakınlık duymaya kalkıyoruz. Kafamızın karışması normal.
Öykülerdeki karakterler öyle sağlam ve başına buyruk ki bir süre daha okurla yaşamaya devam ediyorlar. Ayakları yere basan, kendilerinin farkında, kimsenin -yazarın bile yoldan çıkaramayacağı kişiler. Klasik bir öyküden beklenen dönüşümü net olarak göremediğimiz halde isterlerse değişeceklerini biliyoruz. Yazar bize o anlarına dair çok net ayrıntılar göstermekle birlikte çıkış yolunu söylemiyor. Ancak tüm bunları karamsar bir dünya kurmak için anlatmadığını fark ediyoruz. Çünkü o da karakterlerine güveniyor. Kötücül, umarsız ve umutsuz olmadıklarını biliyor. Sadece yalnız, farklı, anlaşılamayan, içe dönükler. Bize bunlar anlatıldığına göre bir değişim yaşanacak ama herkes zamanını bekliyor, okur seziyor. Umudun hep var olduğunun hissedildiği anlar tam da bu farkına varılma halleri. Ölüm de birine özgürlüktür kim bilir. Bazen başımıza kötü şeyler gelir, iyi gibi görünen tehlikelidir, derin bir hüzün çöker, çaresiz kalınır, kurtulamadığımız bir bela vardır ve yol hep ona çıkıyordur. Kimimizi annemiz, kimimizi köydeki sapık, kimimizi de yöneticimiz atmıştır o kör kuyulara. Ama aslında her şey yolunda ve durup sakinleşirsek, kafamızı toplarsak buradan kurtulabiliriz.
Bütün o kalabalıklar içinde yalnız kalan kadınlardan cesaret alarak tek başınalığı düşünüyorum. İşte o korunaklı odalardaki tüm mayınlar patladığında birleşip başkaldıracak ve sokaklara çıkıp dans edecek kadınları düşlüyorum. Doğduğumuz toprakların mağduru değil başkaldıranı olacak güce sahip kadınlarının kendilerini var edişlerine şahit olurken umudumu yeşerten Duygu Terim’e çok teşekkür ediyorum. Şairin de dediği gibi “Buradan kurtulmak bize kaldı.”
ASLINDA HER ŞEY YOLUNDA
Duygu Terim
Notos Kitap, 2024
Tür: Öykü
128 s.













































Yorumlar