top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Hayatsız Hayattan Dünyanın Sonuna

Şule Tüzül yazdı: “Anlayınca insan bütün dünyayı sevebiliyor diye düşünüyor,” diyor Ayfer Tunç son romanı Kuru Kız’da…


Hayat mı edebiyatı, edebiyat mı hayatı taklit ediyor? Okuduğum bir kitap o sırada yaşadıklarımla örtüşünce her zaman şaşkınlıkla bu soruyu düşünüyorum. Zamanları farklı, coğrafyaları farklı bambaşka hikâyeler yaşadıklarımızla örtüşebiliyor. Kuru Kız’ı okuduğum sıralarda cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri vardı. Kim bilir kaçıncı kez yine umutla girdiğimiz bir seçim daha hayal kırıklığı ile sona erdi. Sonunda kabullendim sanırım yaşadığım coğrafyanın gerçekliğini. Politik ve bilinçli bir tercihle yaygın ve taze tutulan cahilliğin ve yoksulluğun bu coğrafyanın asıl gerçekliği olduğuyla bir kez daha ama bu sefer çok daha sert biçimde yüzleştim. İşte bu yüzleşme sürecinde dert ortağım oldu Kuru Kız. Çünkü yaşadıklarım ve hissettiklerim Kuru Kız’ın bu coğrafyada karşılaştıkları ve hissettikleri ile yakın akraba. Bugün yaşadıklarımıza anlam vermeye çabalarken neden ve nasılların bir parça karşılığını buldum Kuru Kız’da.



Yine bir kadın hikâyesi ile karşımızda Ayfer Tunç. Yine bir Türkiye resmi. Yine muhteşem bir roman. Aslında bildiğimiz ama görmezden geldiğimiz, yanından geçip gittiğimiz o bildik şeyleri çok iyi bir romana çevirmiş. 216 sayfaya hepimizin ortak olduğu bir kadın hikâyesini, insan hikâyesini, Türkiye’yi, yaşamlarımızı şekillendiren onlarca kavramın irdelemesini sığdırmış.

Kuru Kız, birkaç sayfalık 60 kısacık bölümden oluşuyor. Roman ayrıca iki ana bölüme ayrılmış: romanımızın ana kahramanı Kuru Kız’ın Arjantin’in güneyinde en uç noktasında bulunan ve bu nedenle Fin Del Mundo – Dünyanın Sonu diye adlandırılan Ushuaia’da bulunduğu dönem ve Türkiye’de yaşadığı dönemi anlatan iki bölüm. Türkiye’de hangi şehirde yaşadığı belirtilmiyor romanda. Ayrıca ne Kuru Kız’ın ne de kitapta geçen diğer kahramanların ismi var. Kahramanlar Kuru Kız’ın annesi, babası, kardeşi, demir doğramacı komşusu, köfteci, nişanlı kız gibi ifadelerle yer alıyor. Sadece Ushuaia’da kaldığı pansiyonun sahibi kadının kardeşi Miguel’in ismi var. Miguel, Kuru Kız’dan hoşlanıyor ve bunu her fırsatta ona gösteriyor. Neden sadece Miguel’in ismi var, bunu her okur farklı yorumlayacaktır. Bana göre romanda isim edinenler Kuru Kız için iyi olan şeyler: içine hapsolduğu mutsuz yaşamından gidebildiği kadar uzağa, ta dünyanın sonuna gittiği, kimsenin onu silikleştirmediği ve ötekileştirmediği, ilk defa var olduğunu hissettiği yer Ushuaia ve var olmanın yanı sıra ona ilk defa kadın olduğunu hissettiren Miguel. Aşkın her şeyi, yaşamı, umudu, mutluluğu yeni baştan yaratan gücünün simgesi Miguel. Kuru Kız’ın yeni hayatının başlangıç noktası. Ayfer Tunç, şehir ve kişi isimleri olmayan anlatımıyla hikâyeyi daha evrensel hale getirmiş. Dünyanın herhangi bir yerinde herkesin yaşayabileceği şeyleri, insanı ve toplumu masaya yatırarak anlatmış. Bir fotoğraf çeker gibi, kamerasını yaşamın detaylarına, o detayların içinde okurunu yüzleştirdiği gerçekliklere odaklayarak geri kalan her şeyi fotoğrafın arka planı olarak flulaştırmış.


Roman her anlamda sondan başlıyor. Kuru Kız’ın dünyanın sonuna, Ushuaia’ya gitmesi ve pandemi nedeniyle orada mahsur kalmasını anlatan birkaç bölümden sonra başa dönüyoruz, Kuru Kız’ın Türkiye’deki hayatına. Ushuaia Kuru Kız için öyle büyülü bir yer ki pandemi tüm dünyayı bir kabusa dönüştürürken Kuru Kız hayatının en mutlu günlerini yaşıyor bu süreç boyunca. Ushuaia çok mu iyi, dünyanın sonu olmak ona kusursuzluk nişanı mı vermiş? Hayır, oradaki insanlar daha az kötücüller, bizde on yıllardır çözülemeyip katılaşmış sorunları çözmeyi başarmışlar. En azından Kuru Kız'ı, bir yabancı, bir öteki olmasına rağmen onu hiç tereddütsüz doğallıkla aralarına alma ve sevme becerisini gösterebiliyorlar.


Kuru Kız’ın Türkiye’deki “hayatsız hayat”ı ile 40 yaşında dünyanın sonu Ushuaia’da birdenbire var olduğu hayatın zıtlığı nedeniyle olsa gerek, daha ilk sayfada “Dünya bir şaka olmalıdır ayrıca,” cümlesi karşılıyor okuru. Ve okur o şakanın ne olduğunun hikâyesine dalıyor bir sonraki sayfayla birlikte. Ve böylece yüzleşmek durumunda kaldığımız minik minik detayları ve hikâyeleri ile bir Türkiye panoramasının içinde yol almaya başlıyoruz.


Yukarıda anlatmaya çalıştığım romanın kurgusu ve anlatım tercihlerine ek olarak Ayfer Tunç sadeliğin ve basitliğin ötesinde bir dil kullanmış. Romanın dilindeki bu basitlik birçok Ayfer Tunç okurunu şaşırtmış hatta hayal kırıklığına uğratmış. Bence müthiş bir şey yapmış. Kuru Kız gibi bir karakteri ve onun hayatsız hayatını, yani kısaca “kuru” kavramını anlatan bir romanda dili de “kuru”laştırarak anlatımı güçlendirmek ve üstelik bunu romanın edebi kimliğinden taviz vermeden yapmak bence hayranlık uyandırıcı. Dolayısıyla romanda anlatılanlar kadar, Ayfer Tunç’un kullandığı teknik tercihler Kuru Kız’ı bir baş yapıt yapmış diyebilirim.


Romanın içinde geçenlerle bu kadar iyi uyuşan kapak tasarımı için Utku Lomlu’ya teşekkürü borç bilirim.


Ayfer Tunç, Kuru Kız’ın Dünya Ağrısı ile akraba bir roman olduğunu, benzer meseleleri farklı tarihlerdeki Türkiye için anlattıklarını söylüyor. Bu nedenle Kuru Kız’ın hemen ardından Dünya Ağrısı’nı da okudum. İki romanı da okuyanlar, Türkiye’nin nasıl bir dönüşüme uğradığının, her şeyin nasıl dolu dizgin dibe doğru yuvarlığının da hikâyesini okumuş olacaklar. Her iki roman da 6 Şubat depremi ve sonrasında yaşananların, hemen ardından seçim sürecinin bir kehaneti gibiler… Ve bence gelecekte yaşayacaklarımızın da…


Gerçeklerle edebiyatın yol göstericiliğinde yüzleşmek insana çok iyi geliyor. Güç veriyor. Nasıl olup da tükenmediğine şaştığımız o inadı körüklüyor. Anlamak, hele de bunu edebiyat aracılığıyla yapmak, çok kıymetli bir şey.


Türkiye’ye dair neler oluyor Kuru Kız’da? Çok iyi biliyoruz hepsini. Mahalle bakkalları, her şeyi satan dükkanlar bir bir kapanıyor. Büyük, daha büyük, daha daha büyük, devasa marketler açılıyor. Üstünde “pergule”, “ebebeyin banyosu” yazan birbirimize gösterip güldüğümüz dükkân tabelaları yok oluyor. Ama işte “elettirik” diyen elektrikçiler, “moderen” diyen satıcılar, “beyim öyle istiyor” diyen kadınlar her daim aramızda. Ağaca düşman, beton sever komşular hiç tükenmiyor maalesef. Ağaç kalmayan sokaklarla, eve kum çamur gelmesin diye beton dökülen bahçelerle doluvermiş çevremiz. Öyle bir toplumuz ki rahat bırakmayız birbirimizi. Evli değilseniz neden evlenmediğimiz dert olur konu komşuya. Adınız yayılıverir kız kurusu diye. Evlenirsiniz neden çocuk yapmadığınız dert olur. İllâ herkese benzemeniz gerekir, benzemezseniz hem dışlanırsınız hem rahat bırakmazlar. Ve herkes yalan söyler birbirine; herkes karşısındakinin yalanını bilir, yine de söylemeye devam ederler… Şu kısacık romanda, ve daha neler neler…


Kuru Kız bir kadın hikâyesi. Kuru Kız bu coğrafyanın kadınlarından biri. “Hayatsız hayat”ı olan kadınlardan biri. Hayat edinmek için verilen mücadelenin romanı Kuru Kız.


Kuru Kız bir yoksulluk hikâyesi… Yoksulluğun evrensel özellikleri ve çıplak gerçekliğiyle okurun yüzleştiği…


Kuru Kız, iyilik ve kötülüğün masaya yatırıldığı bir roman. Bir yandan kötülüğün bugün geldiği noktayı sahnelerken, diğer yandan nasıl yaygınlaştığını ve sıradanlaştığını, yaşamımızın bir parçasına dönüştüğünü anlatıyor. Bir söyleşisinde “Birlikte var olma yetisinin yitimi içindeyiz,” diyen Ayfer Tunç, bunun da kötülüğün artmasına neden olduğunu belirtiyor.


“Birine bir iyilik yaptıktan sonra kendini üstün hissetmenin verdiği bu doygunluk olmasa kimsenin kimseye iyilik yapacağı yoktu aslında.

Merhametin özü kötücüldü, bu yüzden maraz doğuyordu.”


Kuru Kız, kuruluğun, kuraklığın, kurumanın hikâyesi…


Kuru Kız, aile, iktidar, cinsellik, aidiyet kavramlarının masaya yatırıldığı bir roman…


Kuru Kız aynı zamanda beden üzerine, bedensel farklılıklardan yola çıkarak farklı olmak ve ötekileştirme üzerine bir roman…


Kuru Kız, Türkiye’nin hikâyesi…


Kuru Kız, “insan”ın hikâyesi…

Kitapta yer alan Ayfer Tunç biyografisinde geçen şu cümlelere dair de bir iki söz söylemem gerekiyor:

“Mezun olduğu Erenköy Kız Lisesi’nin kütüphanesine 3Aralık 2021’de Ayfer Tunç’un adı verildi. Ancak Mayıs 2022’de hiçbir gerekçe gösterilmeden kaldırıldı ve yerine Erenköy Kız Lisesi olmayan bir yazarın adı konuldu.”


Bu cümle kitapta anlatılan, bu coğrafyanın insanını hayatsız bir hayat yaşamaya mahkûm eden onlarca minik hikâyeden biri gibi duruyor o biyografinin içinde. Sanki romanda anlatılanların bir parçası… Bu yapılan Ayfer Tunç açısından üzüntü verici olabilir. Ama daha üzüntü verici olan bu şekilde Türkiye eksiliyor, biz eksiliyoruz… Türkiye kuruyor, biz kuruyoruz… Erenköy Kız Lisesi dilerim bu yanlışının farkına varır bir gün ve düzeltir.


Ben edebiyatın hayatı dönüştürdüğüne, edebiyatın hayatı değil hayatın edebiyatı taklit ettiğine inanmak isteyen bir okurum. Bu nedenle Kuru Kız’ın ilk baskısının 50.000 adet olduğunu görünce büyük bir mutluluk ve kıvanç duydum. Kuru Kız gibi var olmak ve bir hayat edinmek için dünyanın sonuna gitmemize gerek yok. Bunun için edebiyatı dolayısıyla sanatı hayatın bir parçasına dönüştürmemiz yeterli. Dünyanın sonuna da hayatımızı sanata dönüştürme serüvenimizin bir parçası olarak gidebiliriz ayrıca. Ayfer Tunç “en ümit dolu romanım” ifadesini kullanıyor Kuru Kız için. Umut hep var olacak elbette, Kuru Kız’lar ve edebiyat var oldukça hep var olacak…


Yazımı Ayfer Tunç okur belki, ona hitaben bitirmek istiyorum, binlerce okuru adına şunları söyleyebileceğimi düşünüyorum: Bu ülkede hala umudumuz varsa ve güzel şeyler de olabiliyorsa sizin gibi yazarlarımızın büyük payı var. İyi ki varsınız, iyi ki bizim yazarımızsınız, sizi çok seviyoruz…

bottom of page