top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

Gerçekleşmemiş bir hayal, insanı nasıl hırçınlaştırabilir?

Ayla Burçin Kahraman, Esra Kahya’nın ilk öykü kitabı, Benim Rüyalarım Hep Çıkar üzerine yazdı: "Düzyazıyı şiire yaklaştıran kendine has üslubu ile insanın ne kadar çabalasa da değiştirmeye gücünün yetmediği yazgısı karşısında içine düştüğü çaresizliğini aşırılığa kaçmadan başarılı bir şekilde dillendiriyor."


Ayla Burçin Kahraman


Benim Rüyalarım Hep Çıkar, Esra Kahya’nın geçtiğimiz aylarda İletişim Yayınları etiketiyle basılan dikkat çekici öykü kitaplarından. Basılı ve dijital pek çok mecrada yer bulan öyküleri ile çeşitli yarışmalardan dereceler de alan yazarın daha önce Osmangazi Belediyesi’nin düzenlediği yarışmada Ahmet Hamdi Tanpınar Öykü Ödülü almış Kambur isminde bir romanı da var.



Kahya’nın ilk öykü toplamı Benim Rüyalarım Hep Çıkar on iki öyküden oluşuyor ve Ethem Baran’dan, “Ve her hikaye zamanını bekliyordu,” epigrafıyla karşılıyor okuru. Öykülerin çoğu çarpıcı giriş cümleleriyle başlıyor ve akılda kalıcı final sahneleriyle kapatıyor perdelerini. Görmezden gelinmiş, ötelenmiş, ötekileştirilmiş insan hallerine ayna tutuyor. Yatalak hastalar, cüzzamlılar, hurafelere inananlar, batıl inançlarını kalplerine perçinleyenler, tacizciler, tecavüzcüler, çocukluğuna dönmek isteyenler… Kahya tam bir anlatı ustası. Öykülerinde başköşeye oturttuğu karakterlerini ve karakterlerinin ait olduğu coğrafyaları, saklılarımızda kalmış, unutmaya meylettiğimiz sözcükleri bir bir çıkarıp birbirine bağlayarak efsunlu bir duygusal evren içinde var ediyor. Düzyazıyı şiire yaklaştıran bu kendine has üslubu ile insanın ne kadar çabalasa da değiştirmeye gücünün yetmediği yazgısı karşısında içine düştüğü çaresizliğini aşırılığa kaçmadan başarılı bir şekilde dillendiriyor.


İlk öykü Mercan’ın Saçları, yazarın atmosfer kurmadaki maharetini gösteren en güzel örneklerden. Birinci tekil anlatıcının, “İçimde yine üç kocakarı oturuyor,” girişiyle başlayan öykü, geleneksel hikâye anlatılarımızdan Al Karısı efsanesi ile besleniyor. Hâkim duygu, anne özlemi. Öykü ilerledikçe, coğrafyaların kaderlerini içinde yaşayanlara bulaştırdığını göstererek derin bir bakış açısı sağlıyor okura. Masalsı bir anlatımla dünle bugünün, düşle gerçeğin birbirini sarmaladığı bu öykü ânı yakalayabilmek için özenli bir okuma talep ediyor okurdan. Zira hayat ve rüya metin boyunca hep iç içe. Alelacele okunup geçilecek türden değil. Detayları fark etmek gerekiyor. Kör bir makasın açılıp kapanma sesleri kulağımızda yankılanırken ulaştığımız final sahnesi ise koca bir düğüm olup oturuyor boğazımıza.

“O ölünce saçlarım da uzayacak sandım. Başımın ağrısı geçecek. Annem gibi güzel olacağım. Beni de seven olacak elbet, kök salacak değilim ya bu deliler evinde. Sandım. Saçlarım küstü.” (sf.16)

Monik Hanım ve Şişeler, kitaptaki en etkileyici öykülerden. Yazarın yayın kurulunda bulunduğu İshak Edebiyat’a ithaf edilmiş. Hücre cezasında bir mahkûmun tutulduğu yeri adımlamasıyla açılıyor ilk sahne. Anlatıcının içinde bulunduğu âna gelinceye kadar yaşadıkları kendi ağzından adım adım açık edilirken anlatıcının sıkıntılı ruh hâli mekânın dar, basık ve karanlık oluşu üzerinden ilişkilendirilerek veriliyor. İlk cümleden finale kadar hissedilen gerilim zaman zaman ivmelenerek öykü boyunca uzaklaşmadığımız merak unsurunu besliyor. Satır aralarında karşımıza çıkan dip akıntı ise yazarın maharetli anlatımıyla bir eşya olmaktan çıkarıp erkeklerin hayallerini süsleyecek gerçeklikte bir kadına dönüştürdüğü ahşap masanın hikâyesi. Hücrede başlayan okuma yolculuğumuz, bütün düğümlerin tek tek çözülmesiyle başladığı sahnede sonlanıyor. Okur, kahramanla birlikte karanlık bir zihinde geçmişin izlerini sürerken, hücrenin o boğucu havasında nefessiz kalırken buluyor kendini. Bu öykü için değinmeden geçemeyeceğim bir başka özellikse kullanılan dil. Sokak jargonu öyle usta bir şekilde yedirilmiş ki metne, olayın geçtiği mahalle ve mahalle sakinlerinin kurmaca değil gerçekten var olduğu hissine kapılıyorsunuz ister istemez.

“Yattığım yerden doğrulduğumda kesinlikle sarhoş falan değildim. Deliydim belki ama katiyen sarhoş değildim. Burada bir piçlik olmuştu ve karşımda sızıp kalan bu it her şeyi biliyordu.” (sf.76)

Yetiş Umay Ana, yine geleneksel anlatılarımızdan koruyucu ve kurtarıcı kadın Umay Ana efsanesini merceğine alıyor bu kez. Hürü kadının köy evini mesken tutuyoruz öykü boyunca. Bir zamanlar teliyle duvağıyla girdiği bu evin ona neden yuva olamadığını anlamaya çalışıyoruz yazarın gösterdiği yerden. Bu arada Kahya, öykülerinde bütün kapıları açık bırakmayı seven yazarlardan değil, okurun bilmesini istediği kadarını ışığın altına alıp geri kalan kısımları karanlıkta tutarak zihin işçiliği yaptırmayı seviyor okuruna. Sözcük kullanımındaki çevik manevraları ve derin anlatı gücü ile gerçekleşmemiş bir hayalin, insanı nasıl hırçınlaştırabildiğini gösteriyor okuruna. Farklı ama asla yabancısı olmadığımız bu atmosferde kötülüğün çaresizlikten de doğabileceğini, asıl kötülüğün insanı eksikliklerinden ötürü yok saymak olduğunu okuyor, Saniye’nin karnındaki bebeği koruması için sürekli “Umay Ana”ya yalvarmasına şahit oluyoruz.


Katmanlar hâlinde anlatılan hikâyelerinde efsanevi motiflerden ve mitsel ögelerden yararlanan yazar, masalsı anlatımını zaman zaman büyülü gerçekçilik tekniği ile birleştiriyor. Felsefi tabanlarıyla okuru üzerinde uzun uzun düşünmeye zorlayan, ses zenginlikleriyle okurun zihninde melodik bir tını bırakan öyküler taşra hayatının tüm gerçekliğini cesur bir şekilde resmediyor. Hüzün duygusunun ağır bastığı öykülerde, “Anne” figürünün baskınlığının dikkat çektiğini de söylemeden geçmeyeyim. Benim Rüyalarım Hep Çıkar, özenli anlatımı, yerel söyleyişleri, doğal diyalogları ve gerçekçi karakterleri ile edebiyatımızda kalıcı bir sesi müjdeliyor.


BENİM RÜYALARIM HEP ÇIKAR

Esra Kahya

İletişim Yayınları, 2023

Tür: Öykü

Σχόλια


bottom of page