top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Evcil insanlar ve sahipleri

Nagihan Kahraman, Serhan Kansu'nun yeni kitabı Evcil İnsan Barınağı üzerine yazdı: "Ya bir gün köpekler sahip, insanlar sahiplenilen olursa? O zaman kim söz sahibi olur? Medeniyet kavramı değişir mi ya da bu, sadece insanın baskın olduğu bir düzeni mi ifade eder?"


Distopyaların ortak yönü gerçekleşmesi istenmeyen bir geleceğin tahayyülü olmaları. İçlerinde en bilineni Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'tür şüphesiz. Bununla birlikte Fahrenheit 451, Cesur Yeni Dünya, Körlük ve son zamanlarda da Damızlık Kızın Öyküsü bu türün en konuşulanlarından. Distopyalar aslında bir savunma mekanizması. Kaygı uyandıran bir fikirle baş etme biçimi bir nevî. Geçmişten günümüze kadar bu, çeşitli şekillerde karşımıza çıktı. Geleceğe dair kaygılandıran şeylere günümüzde artık iklim krizi, hayvan hakları ve diğer ekolojik meseleler de eklendi, hatta bunlar distopyalarda yerini almaya başladı bile. Serhan Kansu yeni kitabı Evcil İnsan Barınağı'nda hayvanları satın alma ve sahiplenmeyle ilgili sorunları köpekler üzerinden gündeme getiriyor. Ya bir gün köpekler "sahip", insanlar "sahiplenilen" olursa? O zaman kim söz sahibi olur? "Medeniyet" kavramı değişir mi ya da bu, sadece insanın baskın olduğu bir düzeni mi ifade eder?



Romanın başı çok tanıdığımız bir esere benziyor aslında; karakter bir sabah uyandığında kendini bambaşka bir varlığa dönüşmüş olarak buluyor, Gregor Samsa gibi. Ancak bu defa devcileyin bir hamam böceğine değil karton bir kutunun içinde minicik, yavru bir köpeğe dönüşmüştür. Eserde erk sahipliğini, hükmetmeyi ve güçlü olma biçimlerini odağına alıyor yazar. İnsan, medeni hayvandır, derken geride kalan tüm varlıkları -büyük bir bencillikle- ötekileştirmiş oluyoruz. Bir sabah uyandığında sahiplenilmek üzere bir karton kutuda olan ve dışarıdaki herkesin birer köpek olduğunu gören ana karakter önce olanları anlayamaz, uzun müddet inkar eder. Sonra kabullenme süreci başlar ve en son da alışma evresine geçer. Nihayetinde bir kısırdöngüye ulaşır. Eserde "sahiplenenler" ile "sahiplenilenler"in yer değiştirmesi distopyanın ana çatışma noktasını oluşturuyor. Bu iki uçta dengelerin değişmesiyle "medeni" olanın aynı zamanda hükmeden, üstün sayılan ve "sahip" olan kişi olduğu böylece dile getiriliyor. Sahiplenilen ise yeterince anlaşılmadığı ve eşit görülmediği için "ilkel" etiketinden kurtulamıyor.


İnsan bedeninde bir köpek yaşamı sürmenin ihtimalleri uzun uzun örneklendiriliyor eser boyunca. Karakter ilk izlenimini şöyle dile getiriyor: "Ayakta yürüyen köpekler; ucunu köpeklerin tuttuğu, boynuna ip bağlı insanlar. Genç, yaşlı, kadın, erkek, hepsi çırılçıplak..."(s.25) Nasıl bir distopik dünyadan bahsedildiğini anlamak için bu cümleler yetiyor okura. Sonra da bir insanla köpeğin iletişiminin zorluğundan, evde mi kulübede mi kalacağından, verilen yemeklerin ya da mamaların tadına kadar pek çok örnek üzerinden köpek olma deneyimi anlatılıyor. Yazar okura empati yapmayı zorunlu kılıyor bile denebilir şu satırlar aracılığıyla: "Köpekle ben birbirinin dilini bilmeyen iki canlıydık. Muhtemelen köpek benim dilimi bilmediği için tepkilerimi ilkel buluyor ve bana güdüleriyle hareket eden basit yaratık diyordu. Ben de köpeklerin tepkileri için aynısını düşünürdüm ya. Bakıldığında iki farklı türün de ukala beynini kullanarak elde ettiği sonuç aynıydı."(s.46-47) Oldukça tanıdık bir his değil mi bu cümlelerdeki? Bir köpek sahiplendiğinde kendini onun efendisi sanan insan... Aslında yalnızca köpek için geçerli değil; kedi, kuş, balık... Türler değişiyor ancak ortaya çıkan manzara hep aynı. Serhan Kansu da eserini köpekler üzerinden kurgulamış. Kimi zaman arkadaş, kimi zaman hizmetçi, kimi zaman da bir bekçi olarak görülen köpekler bazı coğrafyalarda yiyecek olarak bile görülebiliyor. Bu romanda bunların her birine şahit oluyor okur.


Yazarın dili sarsıcı, açık ve çekincesiz; olduğu gibi okurun önüne sunuyor durumu. Vahşet dediğimiz şeyin, bu distopik anlatı sayesinde her gün yaşadığımız dünyanın ta kendisi olduğunu gösteriyor bizlere. Hatta mevzunun sadece hayvan sahiplenmek ve onu evcilleştirmekten ibaret olmadığını görmek fazla zaman almıyor. Daha da genişletecek olursak her türlü hayvan için geçerli bu insanla kıyaslanma meselesi. Kedi, köpek, kuş gibi bir bakıma zorla "evcilleştirilmiş" hayvanlardan herhangi bir farkı olmayan inekler, koyunlar, tavuklar bu bağlamda henüz insanların radarına girebilmiş durumda değil. Bu yüzden de her gün milyonlarcası tüketim sektörü için öldürülüp paketlerde satılmaya ve sonuçta da insanlık uğruna yok edilmeye devam ediliyor. İlaç ya da kozmetik sektöründe deney amacıyla heba edilen fareler, maymunlar, tavşanlar da benzer durumda. Bunlar artık yavaş yavaş sorgulanmaya başlandı ama daha alınması gereken çok yol var elbette. Evcil İnsan Barınağı da güzel bir yerden temel atıyor. Kitap daha çok taze, İthaki Yayınları tarafından henüz geçtiğimiz nisan ayında yayımlandı. Daha çok çocuk kitapları ile tanıdığımız Serhan Kansu'nun Evcil İnsan Barınağı aracılığıyla türlerin eşit yaşam hakkına duyduğu saygı yönüyle tanışmış olduk. Doğadaki insan dışındaki canlılar karşısında güçlü konumda olma arzusu, medeniyetle güç kullanma arasındaki ilişki gibi meseleleri hayvan hakları kapsamında inceleyen etkileyici bir kitap okumak isteyen herkese farkındalık yaratması ve bakış açımızı değiştirmesi adına bu kitabı ısrarla öneriyorum. İyi okumalar.


EVCİL İNSAN BARINAĞI

Serhan Kansu

İthaki Yayınları, 2023

104 s.

bottom of page