Georgi Gospodinov’la bir Minotor'un kalbine yolculuk
- Gönül Malat
- 13 Tem
- 4 dakikada okunur
Gönül Malat, yazdı: "'Ben Minotor’um ve kana susamış biri değilim… Karanlıktan da it gibi korkuyorum.'
Georgi Gospodinov, Hüznün Fiziği’nde bizi zamanın, kimliğin, öteki’nin ve insan ruhunun labirentlerine sürüklüyor.

Bazan oturduğum yerde
Kendikendime dalıp giderim,
Bulanık geçmişimle.
Sizse hep konuşursunuz
Kaçarak kendinizden
Uğuldayan hüznünüzle.*
1968 yılında Bulgaristan Yambol’da doğan Georgi Gospodinov, yazarlığının yanında şiir ve oyunlarla da edebiyat dünyamızı hayli zenginleştiriyor. Türk okurlarının aşina olduğu bir kalem ustası aynı zamanda! Yazarın, Hüznün Fiziği adlı romanını 2017 yılında, Doğal Roman’ı 2018 yılında, Zaman Sığınağı adlı romanını 2022 yılında ve henüz yeni çıkan Yokluğun Haritaları’nı 2025 yılında Metis Yayınları-ne iyi ki- okurlarıyla buluşturdu. Romanları Pen Çeviri Ödülü dâhil birçok ödülün kısa listesine alındı ve 2016 yılında Jan Michalski Prize for Literature, 2019 yılında Angelus Literature Central Europe Prize ve 2021 Premio Strega Europe ödüllerini kazandı. 2023 yılında ise uluslararası Maan Booker ödülünü Zaman Sığınağı kitabıyla kucakladı. Kanımca önümüzdeki birkaç yıl içerisinde Nobel Edebiyat Ödülü’nün en büyük adaylarından birisi olacak Georgi Gospodinov.
Dikkatimi çeken bir nokta da Georgi Gospodinov’un kitap isimlerinin hep iki sözcükten oluşması ve birer tamlama olması.
İncelemesini yapacağımız Hüznün Fiziği romanı yazarın, zihninin ne kadar berrak ve sonsuz olduğunu gösteren sır yüklü bir ayna gibi. J. Cortazar, nasıl Sek Sek kitabında atlaya zıplaya oradan oraya giderse Gospodinov da yeteneği, zihninin genişliği ve kaleminin ustalığı sayesinde zamanın içinde bir o yana bir bu yana uçarken anlatısını büyülü bir yapıştırıcı gibi birbirine bağlamayı başarıyor. Dede, torun ve baba artık yaşamasalar da aynı anda aynı mekânda bulunabiliyor. Romanın protagonisti başkalarının veya başka zamanların öykülerinde yaşayabiliyor.
Yazar, epigraf kullanmayı pek seviyor ve dokuz güzel epigraf anahtarla başlıyor romanına. Her biri okuyucunun Hüznün Fiziği’nde neyle karşılaşacağı konusunda mecazı bol esrar dolu alıntılar aslında. Bu epigraf bolluğu diğer yandan O. Pamuk’un Kara Kitap’ına daldırıveriyor bizleri. O. Pamuk her bölümün girişine yerleştirdiği epigraflarla dolu Kara Kitap’ının hemen birinci bölümünde bizleri metaforlar ve cinaslar, eşsesliler âlemine göndererek şöyle yazar: Epigraf kullanmayın, çünkü yazarın içinde esrarı öldürür! /Adli ve devam eder Böyle ölecekse, öldür o zaman sen de esrarı, esrar satan yalancı peygamberi öldür! / Bahti.
Roman, inanılmaz bir cümleyle başlıyor. Ben, varız. Bu iki sözcükle oluşturulan ifade hakkında sayfalarca ama sayfalarca yazılıp derinliğine inilebilir. Bununla beraber romanın, Jungiyen bakışla Kollektif bilinçdışı ve kişisel bilinçdışını deştiğini kısaca ifade edebiliriz. Bir Minotor diğer değişle “Öteki” öyküsüdür anlatılan bizlere. Picasso’nun 27.5.1958 tarihini attığı Minotor tablosu da aynı romandaki gibi kitap kapağının öznesini oluşturur.
Postmodern eserler çatısı altına alabileceğimiz roman, harcının içine katılanların izleğinde M. Bakhtin’in tanımladığı “Karnavalesk” bir metindir de. Bu yapı okuyucuyu, okuma yolculuğunda sık sık gülümsetirken zihnine de birçok sorular doluşturur. Yine ustalıkla örülmüş bu karnaval çatı, yazarın farklı zamanlar ve mekânlarda anlattığı hikâyesini birbirine bağlamasını hem kolaylaştırır ve hem de anlatısını çokça güçlendirir. Romanın “Anakronik” bir diğer değişle zaman - çağ bozumlu yapısı ve leitmotiflerle bezeli satırları da bizlerde masal okuyormuş hissi uyandırır. Kitapta yer alan şu iki cümle “Ben geçmiş satın alan bir kişiyim. Öykü Tüccarı.” zaman bozumunun en güzel örneklerini sunarken hüznün fiziğinin ne menem bir şey olduğunu da bizlere gösterir. Bununla birlikte metnin “Alegorik” çatılması ve “Öteki” anlatısını ustaca alegorize etmesi yüklü hüznüyle masalı, hayli acıklı bir hale dönüştürür. Öteki anlatısını, doruklara taşıyan şu satırlara ise vurulduğum bir gerçektir. “Ben Minotor’um ve kana susamış biri değilim, yedişer delikanlı ve bakire yemek istemiyorum, neden kilitli olduğumu bilmiyorum, suçsuzum… Karanlıktan da it gibi korkuyorum.” Bildiğiniz gibi kurmacada alegori toplumsal sorunları, sistemin yarattığı meseleleri ve insan doğasının aksak yanlarını sembolize ederek anlatır. Yazarın, bu konuda aşkın bir hünere sahip olduğunu da eklemeden edemeyeceğim.
Georgi Gospodinov, “İnsanın kendini keşfinin ancak ötekine bakarak mümkün olduğunu,” söyleyen M. Bakhtin’in “Öteki” anlayışını romanın koruna yerleştirir. Yazar ve anlatıcıdan çok kahramanların seslerinin duyulduğu metin, su dalgaları gibi iç içe geçen ve giderek büyüyen kahramandan mahalleye, oradan şehre ve ülkeye sonunda da dünyanın girift meselelerine yol alır. Bir kabahatli –Minotor yani öteki- üzerinden dünya ahvalinin sorgulanması, insanın insana ettikleriyle yüzleşmesi nefis ve ince bir mizahla hicvedilir.
Minotor’un yani kahramanın çocukluktan itibaren gelişimini Lacan’ın hipotezleri üzerinden –imgesel ve simgesel dönemler- satırlarına yerleştiren yazar, yolumuzu çok grift çok büyük bir labirente çıkartır. Labirent, ötekini de sembolize etmekle birlikte mitolojik olarak içsel korkuları da anlatan bir yönü vardır ki, Hüznün Fiziği zaten korku üzerine yazılmış metindir. Aynı zamanda bilinçdışının karanlık koridorudur labirent. Gerçeğin peşindeki ruhsal çabayı gösterir. Michel Foucault labirenti; “İçinde kaybolunan değil, içinden her zaman kaybolmuş olarak çıkılan yer,” diye tanımlar. Roman dolambaçlarda kaybolarak çıkan karakterlerle doludur. Bildiğiniz üzere J. L. Borges de labirent metaforuna çokça yer veren bir yazardır. Hüznün Fiziği’nde bu nedenle yolumuz J. L. Borges’e çıkar sıklıkla. Kitabın hemen başında yer alan Dünya artık büyülü değil. Terk edildin epigrafı satırlarda J. L. Borges ile ilerleyeceğimizin erken anlatısı gibidir. Georgi Gospodinov, bu hüzünlü romanını masallardaki düşler gibi J. L. Borges’in düşleriyle ve düşlü öyküleriyle harmanlayarak Arjantinli yazarın sonsuzluk anlatısına katıştırır ve onun söylemini satırlarına ekler: ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir.
Ayrıca belirtmeden geçersem yazara ve eserine büyük haksızlık yaparım Hüznün Fiziği ekolojik bir romandır çünkü. Türler arası yaşamı ve canlıların birbirleriyle etkileşimini satırlara ustaca yerleştirir yazar. İnsan bir süreliğine susmalı ve oluşan sessizlikte başka bir öykü anlatıcısının- bir balık, yusufçuk, sansar veya bambunun, bir kedi, orkide veya çakıltaşının- sesine kulak vermeli. Arıların roman yazmadığını, örneğin, nereden biliyoruz? Tek bir bal peteğini bile okuduk mu? Veya balıklardan başlayalım. Evrimin nasıl da büyük bir bölümü balıkların sessizliğinde kilitli duruyor, bizden önceki tüm o asırlar boyunca nasıl da çok bilgi biriktirmişler! Bu sessizliğin derin, soğuk depolarıdır onlar diyerek…
*“Düşerim” şiiri, Metin Altıok







































