top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Gözden Kaçanlar: Mantel'in kötü çocuğu "Ölüleri Getirin"

2009 yılında Thomas Cromwell Üçlemesi’nin ilk kitabı olan Kurtlar Hanedanı ile Man Booker Ödülü’nü almıştı Hilary Mantel ve dikkatleri üzerine çekmişti. Ancak esas haber 2012'de üçlemenin ikinci kitabı olan Ölüleri Getirin ile ikinci Booker'ını da almasıydı! Mantel, Man Booker'ı iki kere alan ilk ve tek kadın yazar olarak tarihe geçti. Ancak ilginç olan üçlemenin bu ikinci kitabının dünyada ve Türkiye'de Kurtlar Hanedanı'na olan ilginin yanından bile geçmeyecek olmasıydı." Oylum Yılmaz Litera'nın "Gözden Kaçanlar" bölümü için bol ödüllü, dünyaca ünlü yazar Hilary Mantel'in Ölüleri Getirin romanı üzerine yazdı.




Oylum Yılmaz


“Ancak sözcüğü, sandalyenin altına gizlenmiş afacan bir çocuk gibidir. Henüz görmediğiniz sözcüklere mürekkep sevk eder. Ve sözcükler, kağıdın üzerinde akar, sınırı aşar gider. Son diye bir şey yok. Öyle düşünüyorsanız, doğaya kanmışsınız demektir. Sadece başlangıçlar vardır. İşte bu da o başlangıçlardan biri.” İşte böyle bitiyor Hilary Mantel’ın Ölüleri Getirin'i. Başlayarak biten bir hikaye düşüncesi, kuşkusuz çekici ve kuşkusuz ki hikayelere yaklaşımımız gereği kışkırtıcı, tedirgin edici. Ölüleri Getirin başlı başına tek bir roman gibi de okunabilir ancak bir üçlemenin tam ortasında duruyor aslında. O yüzden kitabın macerasını anlatmaya en baştan başlamamız gerekiyor.

Evet, 2009 yılında Tudor Üçlemesi’nin ilk kitabı olan Kurtlar Hanedanı ile Man Booker Ödülü’nü almıştı Hilary Mantel ve dikkatleri üzerine çekmişti. Derken şu an Türkçesini elimde tuttuğum ikinci kitap Ölüleri Getirin geldi ve şaşırtıcı biçimde ikinci Man Booker’ını da kazandırdı Mantel’e. Yazar böylece Man Booker ödülünü iki kere alan ilk ve tek kadın yazar olarak edebiyat tarihine adını yazdırmış oldu. Hal böyle olunca, yazara, kitabın konusuna, kurgusuna, hikayenin işleniş biçimine dair de nice tartışmalar hasıl oldu. Tuhaf olan bu tartışmaların bizim topraklarımıza pek uğramamasıydı. Kurtlar Hanedanı ile burada da çoksatarlar listesine oturan Mantel'in bu romanı gözlerden ısrarla kaçacaktı.

Karakterlerini ve hikayesini tarihten almayı seçen bir yazar Mantel. Tarihi yazmak, tıpkı gördüğünüz bir rüyayı bir başkasına anlatmak gibi gelir bana hep. Anlatmaya başladığınız anda değişir, bambaşka bir hal alır, öyle tuhaftır ki siz anlattıkça gerçekte ne gördüğünüzü artık anımsayamaz olursunuz ve anılarınız yoksa eğer, olan biten artık sadece anlattıklarınızdır. İşin içine hisleriniz karışır, kendi kendinize itiraf etmekten kaçındığınız ve sizi ele vereceğini hissettiğiniz şeylere karşı devreye soktuğunuz bir özsansür sistemi devreye girer, ister istemez. Hal böyle olunca tarihi bir kurmacanın altından kalkmak iki kere zor gelir. Ancak Mantel bu konuda belli ki sıkıntı çekmiyor. Tarih, gerçek, kurmaca, hayaller ve geçmişe dair olasılıklar arasında mekik dokuyan etkileyici romanlara imza atıyor.

Çoksesli bir anlatım biçimi var Mantel’in, ancak bireyin çoksesliliği gibi bir çeşitlilik bu. Gerçeklerin olduğu kadar rüyaların, gücün olduğu kadar için için bildiğimiz zaafların, yaşayanların olduğu kadar ölenlerin, öldürülenlerin dünyasını yazıyor, yani kısacası insanın...

“Sabah Cromwell’i zindana atın... Akşam geri geldiğinizde onu kadife bir yastığın üzerinde tarlakuşu yerken ve tüm gardiyanları kendine borçlandırmış olarak bulursunuz.” Romanın tarihi kahramanı Cromwell, İngiltere’nin aşk, entrika, iktidar oyunları açısından en şenlikli dönemlerinden biri olan VIII.Henry zamanında, sıfırdan iktidara yürüyen ilginç bir kişilik, güçlü çok güçlü bir devlet adamı. Üçlemenin ilk kitabında 1520 yılının, felaketin eşiğindeki İngilteresi ile tanışıyoruz. Eril iktidarların derdi kurmacada da, gerçekte de hep aynı: Bir erkek varis. VIII. Henry, kendisine bir erkek evlat veremeyen kraliçesinden ayrılmak ve Anne Boleyn’le evlenmek istiyor. Elbette ki Papa ve Avrupa’nın diğer iktidar ortakları ona karşı. Üstüne üstlük kralın baş danışmanı yerinden edilince, ortaya müthiş bir karmaşa çıkıyor. Ve her zaman olduğu gibi kaos, yeni düzeni doğuruyor: Thomas Cromwell, düzene, meclise, Papa’ya ve diğer her şeye kafa tutarak, düzen ve ezber bozarak iktidar basamaklarını bir bir tırmanmaya başlıyor.

Ölüleri Getirin'de ise Anne Boleyn sahnede. Kral onu Cromwell’in sayesinde kraliçe yapmış, ancak gelen varis yine bir erkek değil. Üstelik büyük aşkı da tavsamış durumda. Anne Boleyn gibi zeki, küstah, etkileyici bir kadının Cromwell’le anlaşması ise tabii ki imkansız. Ölüleri Getirin bu anlamda Anne Boleyn’in ölüme giden tekinsiz hikayesini merkez alıyor. Diğer yanda ise taht oyunlarının, tüm kötücül ve doğası gereği kötücül olduğu kadar zarif ve etkileyici yanlarına odaklanıyoruz.

Çoksesli bir anlatım biçimi var Mantel’in, ancak bireyin çoksesliliği gibi bir çeşitlilik bu. Gerçeklerin olduğu kadar rüyaların, gücün olduğu kadar için için bildiğimiz zaafların, yaşayanların olduğu kadar ölenlerin, öldürülenlerin dünyasını yazıyor, yani kısacası insanın... Kim bilir belki de sırf bu yüzden sevmeyebilirsiniz kendisini, ya da tarihi yorumlama biçimi size uzak gelebilir. Ya da çoğunluğun tersine güç ve iktidar adına yapılan kıyımlardan, kötülüklerden büyülenme havasına kendinizi kaptırmaya istekli olmayabilirsiniz. Ancak Mantel’in yazım gücünden, insan benliğine nüfus etme biçiminin etkileyiciliğinden şüphe duymayacağınız kesin.

Ölüleri Getirin'i okuduktan sonra, "Taht oyunları, ister tarihte ister şimdi, ister gerçekte ister kurmacada, etkinliğini ne zaman kaybedecek?" diye soruyorum kendime. Artık kaybetse...


Ölüleri Getirin

Hilary Mantel

Çeviren: Elif Nihan Akbaş

Alfa Kitap

500 s.

İstanbul, 2016.

bottom of page