İnsanlığın dermansız hastalığı ırkçılığın kökenleri
Christian Geulen tarafından yazılan Irkçılığın Tarihi kitabı, insanlığın çare bulunamayacak tek hastalığı olan ‘ırkçılığın’ kökenlerine inerken, Antik Çağ’dan günümüze kadar, bu ‘hastalığın’ gelişimsel sürecini de mercek altına alıyor.
Burak Soyer
Özelden genele bir insan, bir toplum, dininden, dilinden, ten renginden, göz renginden, saç renginden, kafatası boyutundan ve daha sayabileceğimiz nedenlerden dolayı “başka” olarak kabul edilip, onu böyle kabul edenin kendini yaşatmak, var olmasını daim kılmak için köleleştirilebilir, hapse atılabilir, linçe uğratılabilir ve nihayet topyekun imha edilebilir mi?
Evet! Bunların hepsi gerçekleşebilir. Net konuşuyoruz. Çünkü tarihte örnekleri var. Hem de bu örnekler Antik Çağ’a kadar gidiyor. Almanya’daki Koblenz-Landau Üniversitesinde Modern ve Çağdaş Tarih profesörü olarak görev yapan Christian Geulen’in Irkçılığın Tarihi kitabı, adından da anlaşılacağı üzere, insanoğlunun belki de en hastalıklı ‘görüşünün’ kökenlerine iniyor.
Irkçılığın Tarihi, kitabın arka kapağında yazdığı gibi, “…ırkçılığın dönüşümüne ilişkin tarih, tamamlanmış olmaktan ne yazık ki çok uzaktır” açıklamasını içerse de ırkçılığı, Antik Çağ’dan günümüzde kadarki sürecini verdiği somut örnekler, atıfta bulunduğu çalışmalar, öznel bir değerlendirmeye çok fazla girişmeden vardığı nesnel sebep-sonuç ilişkileri, çevresel manipülasyonlarla uğradığı değişimi ele alan derli toplu bir çalışma. Irkçılığın tanımıyla açılışını yapan kitap kronolojik bir sıralamayla ilerleyerek uğradığı her dönemde toplum tarafından nasıl algılandığını ve buna dayanarak toplumsal hayatta, yukarıda bahsettiğim ‘karşıdakini yok ederek var olma biçiminin’ nasıl hayata geçirildiğini anlatıyor. Başvurduğu bilimsel açıklamalarla fikir üretme kapısını da her daim açık bırakarak okuru kitabın derdine karşı ayık tutuyor. Örneğin Orta Çağ’da din-ırk ilişkisini şöyle anlatılıyor: “Orta Çağ’da kolektif benlik algısı ve yabancılara ilişkin algılama biçimleri; Orta Çağ tarihinde olduğu gibi, esas olarak dini ve seküler iktidarın düalizmi tarafından şekillendirildi. Bunlar çoğu zaman birbirileriyle rekabet halindeydi, ancak çoğunlukla genel bir düzenin tamamlayıcı parçaları olarak düşünülüyorlardı. Yabancılara ilişkin algılama biçimlerinde, antik felsefenin yanı sıra, Yahudi ve İslam geleneğinin kabulleri ve etkileri de vardır. Halk kültürü ve pagan gelenekleri, kilise ve feodal sosyal düzenini de uzunca bir süre etkilemiştir. Orta Çağ’daki ırkçılık biçimleri sorusunda her şeyden önce, kilisenin babaları tarafından Hıristiyan düşüncenin Modern Çağ’ın başlangıcına kadar geliştirilmesi belirleyici rol oynamıştır.” Buna ek olarak, Yahudiliğin ırkçılıktan negatif ayrımcılıkla nasibini alan ilk din olması da yine din-ırk çerçevesi içinde açıklanıyor. Ayrıca ‘ırk’ tanımının “At sahibi soylu İngilizler” için kullanılması, ırkçılığın ilk olarak sınıfsal düzlemde nasıl ele alındığının da bir göstergesi.
Irkçılığın Tarihi’nde, ‘ırkçılığın’ her dönemde gayet çıkarcı biçimde kılıfına uygun anlamlarla yeniden tanımlanması, çoğunluğun azınlık üzerinde kurmaya çalıştığı tahakkümü gerçeğe uygun nedenlerle açıklayabilmesi için ‘sınır ötesi’ düşmanlar yaratması da günümüz ortamıyla eşleştirdiğimizde üzerine hayli kafa yorulması gereken bir konu olarak karşımıza çıkıyor. ‘Egemenliğin kayıtsız şartsız iktidarın olduğu’ ve onu koruyup kollamak için her yolun mubah sayıldığı birbirini aratmayan her dönemde iktidarı yıkmaya çabalayan ‘iç mihraklar’ yetersiz kaldığında yine iktidar yoluyla nasıl ‘dış mihrak’ yaratıldığı emperyalizmin doğuşuna ilişkin kitapta ortaya atılan fikirlerden birisi olarak düşünülmeyi hak ediyor.
Irkçılık kavramı kökten yok olmayacak. Dindirilebilmesi bile mümkün değil hatta. Acı ama gerçek, Irkçılığın Tarihi gibi başvuru kitaplarıyla mevzuya kafa yormak bize kalan tek eylem gibi görünüyor.
IRKÇILIĞIN TARİHİ
Christian Geulen
Runik Kitap, 2021
Çevirmen: Simin Şahin
Editor: Ece Demir
120 s.
Comentarios