Kafka Vendetta’ya karşı
Töre Sivrioğlu Litera için kaleme aldığı edebiyat-sinema yazılarında bu ay V for Vendetta filmi ile Jeremy Irons’ın başrolünde oynadığı Kafka (1991) karşılaştırması üzerine yazdı.
Önceki iki yazıda aynı konunun farklı yıllar ve farklı ülkelerin sinema geleneğinde nasıl yorumlandığına değindim. Bana göre artık ölmüş bir sanat türü olarak sinemanın eski parlak zamanlarıyla günümüzdeki gölgesi arasındaki uçurum artık iç karartıcı boyuta gelmiş durumda. Kült yapımların yaratıcılık krizi yaşayan tembel yeni sinemacılarca içlerinin boşaltılıp bilgisayar oyunu haline getirilmeleri bütün hızıyla devam ediyor. Benim ilgi alanım olan tarih filmlerinde ise bu ‘yeniden çekim’ merakı daha da korkunç sonuçlar üretmekte. O nedenle önümüzdeki aylarda, sinemada izlemek gibi bir hataya düştüğüm Ben-Hur’un yeni yorumu ile henüz yeni versiyonunu izlemediğim Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok karşılaştırması üzerine durmak istiyorum. Ama şimdilik bu ikisi kalsın. Bu ay bir grup üniversiteli gence izletip düşüncelerini sorduğumuz iki benzer temalı filmin mukayesesine bakalım.
Birinci filmimiz herkesçe tanınan V for Vendetta... Hugo Veaving’in hiç görünmeden başrolünde oynadığı (Kevin Bacon’ın da böyle hiç görünmediği bir Görünmez Adam filmi vardı) 2005 yapımı filmde Britanya’yı tek kişinin yönettiği totaliter bir sistem altında bulmaktayız. Fazlasıyla 1984 kopyası bir atmosfere sahip bu sisteme maskeli bir süvari karşı koymaktadır. Kendine V diyen bu kişinin insanüstü bazı yetenekleri vardır. Defalarca vurulmasına rağmen hemen ölmemek ve koskoca ülkede baskıcı rejime boyun eğmeyen tek kişi olmak gibi. Geri kalan yığınlar ise aralarından cevval birinin çıkıp bu sistemi yıkmasını beklemektedirler. Ki herhalde bu Britanya tarihinde ilk kez olmaktadır. Neyse maskeli V’nin maskesi, 1605’te parlamentoyu bombalamaya çalışırken yakalanıp idam edilen Guy Fawkes’dan (1570-1606) esinlenmiştir. Filmin tarih dezenformasyondaki muazzam başarısı, hiç bir özgürlükçü amacı olmayan; tam aksine, Katolik Kilisesi ve İspanyol gericiliğinin adamı olan Guy Fawkes’ı liberter bir kahramanmış gibi sunması zaten. İngilizler yüzyıllar boyunca onun parlamentoya yaptığı saldırıyı demokrasiye bir tehdit olarak görmüşlerdi. Ancak Wachowski kardeşlerin tarihe olağanüstü müdaheleleriyle Guy Fawkes ‘devrimci bir ikona’ dönüşmüş oldu. Büyülü perdenin bir başka zaferi...
V uzun süre tek başına verdiği mücadele sonucu en nihayetinde üç beş kişiyi daha davasına kazanır. Dokunduğu herkesi değiştirmektedir. Hatta rejimin has adamlarını da kendi tarafına çekip diktatör Adam Sutler’i kendi yardımcılarına yakalattırır. Bu esnada bir milyon kişiye maske almak ve onları sokağa ölüme göndermeye itmek gibi faaliyetlerle de uğraşmaktadır. Her nasılsa maskeyi alan vatandaş o güne kadar hiç ses çıkarmadığı rejime karşı bir anda cesaret kazanmakta ve ölüme metanetle yürümektedir. Ardından yine ne ilgisi varsa parlamento binası gibi harikulade bir tarihi yapı patlatılır. Kimsenin aklına ‘rejim zaten diktatörlük olduğuna göre neden parlamentoyu havaya uçuruyoruz, başkanlık sarayı dururken’ diye bir soru gelmez. Tarih boyunca diktanın değil demokrasinin simgesi olmuş binadan ne istenmektedir? Halk neden bina havaya uçarken sanki kendisini ezen diktatör Adam Sutler’in gücü parlamanetodan geliyormuş gibi huşu içinde gülümsemektedir. Guy Fawkes içinde protestan aristokratlar varken binayı havaya uçurmaya çalışmaktaydı yani derdi bina değildi. Onun mirası İngilizler için demokrasiye saldırıyla özdeşti. Filmin İngilizleri ise kendi demokratik geleneklerinin simgesi olmuş yapının patlamasıyla –hem de özgürlük adına!- mest olmaktadırlar.
Bu kadar harikulade tarihi bir yapıyı patlatan bir kafadan ne gibi bir umut bekleneceği sorusunu da es geçiyorum. Filmin tanıtımlarında filmin ‘devrimci havasına uygun müzikler seçildiği’ de yazılmış. Bizim üniversiteli ekibimiz de filmden çok etkilendiler. V’nin halka önderlik edişi, onları uyandırışı, halk için kendini de feda edişi bizim küçük izleyici topluluğumuzdan da tam not aldı. Organizasyonu düzenleyen yaşlı ve gamlı baykuşlar olarak biz, ‘arkadaşlar bu devrimci bir film değil, burada halk yok, kitleler yok, bilinçlenme hiç yok, bir süper kahramanın sihirli değneğiyle düzeni değiştirebileceğine dair içi boş bir iddia’ var, ‘adam bir maske ve üç beş bıçakla diktayı yıktı, bu olsa olsa voluntarist bir film sayılabilir’ tazında Paleozoik–Kambrien devirden kalma bir takım kelamlar ettiysek de gençleri bir kez daha ikna edemedik.
Gençlere izlettiğimiz ikinci film ise Jeremy Irons’ın başrolünde oynadığı Kafka (1991) adlı yapımdı. Kafka’nın Şato, Dava gibi başyapıtlarından serbestçe alınmış öğelerle yazılmış senaryosu ve oyunculuklarıya Soderbergh’in yönettiği film ‘kafkaesk’ dünyayı oldukça başarılı yansıtıyor. Filmin benim övgüme gereksinimi olmadığından bu bahsi geçiyorum. Burada konumuz, filmin ana karakteri olan Kafka’nın tıpkı V gibi ‘devrimci’ bir görevi üstlenmesi. Her gün sıkıcı memuriyet hayatının baskısı altında olan Kafka bir gün hoşlandığı iş arkadaşı Gabriela’nın dahil olduğu anarşist bir gruba pek de gönüllü olmadan katılıyor. V’nin Evey Hammod’ı (Natalie Portman) bilinçli bir militana dönüştümesine pek benzemese de bu anarşist grup gölgesinden korkan Kafka’dan acemi bir devrimci yaratmayı başarıyor. Kafka öylesine kendine güvensiz bir anti kahramanki elinde bombalı çantasıyla diktanın merkezi olan ‘Şato’ya’ rahatlıkla girebiliyor. Tıpkı V gibi Kafka da bombalı bir saldırıyla diktatörlüğün merkezini paramparça ediyor. Böylece halkı bu acımasız mekandan kurtarıyor. Hatta film siyah beyazken Şato’nun havaya uçmasıyla renkleniyor. Seyirciyi ‘devrimci’ bir heyecan sarıyor. Artık bundan böyle hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünüyorsunuz. Ama sonra bir anda film yeniden siyah beyaz oluyor. Kafka ertesi gün yine aynı sıkıcı iş yerine gidiyor ve hiç bir şeyin değişmediğini şaşırarak görüyor. Peşine düşen ve Şato’nun havaya uçmasıyla ölen sivil polislerin yerine yenilerinin atandığını görüyoruz. Öncekilere o kadar benziyorlar ki aradaki fark anlaşılmıyor. Sonunda patronu Kafka’nın bu tuhaf halini görünce ‘ne oldu Bay Kafka neyiniz var’ diye soruyor. Kafka’ da ‘Hiç ben bir şeylerin farklı olacağını sanmıştım’ diye cevap veriyor. Patronu ona dönerek ‘Neden Bay Kafka? Size bir şeylerin farklı olacağını düşündüren nedir?' diye sorduğunda Kafka sessiz kalıyor.
Doğal olarak gençler bu filmi beğenmediler. Zaten gişe hasılatlarına bakıldığında da durum anlaşılmakta. Vendetta sadece beyaz perdede 132 milyon kişi tarafından izlenmiş. 130 milyon dolar da hasılat yapmış. Türkiye'de bile 600 binden fazla kişi filmi sinemada izlemiş. Kafka’nın izlenme oranlarını bulamadım ama internette filmin elde ettiği gelirin Vendetta’nın onda birine bile ulaşmadığı yazılmakta. Sonuç olarak kolay yoldan sistemlerin değişebileceğine olan inanç ve kahraman merakı bir kez daha hakikatlere galebe çalmış diyebiliriz.
コメント