top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Her şey göründüğü gibi değil

Damla Karakuş, Avustralyalı çok ödüllü yazar Meg Mason’ın dilimizdeki ilk kitabı olan Keder ve Mutluluk üzerine yazdı: "Yazar, bence bu romanda kahramanı Martha’nın anlatıcılığında hayatımızı çevreleyen zıtlıklara, birey olma çabasına ve aldığımız kararlar sonucunda ilişkilerimizin hareketine bakmamızı istiyor."


Damla Karakuş


Bugün size Avustralyalı çok ödüllü yazar Meg Mason’ın dilimizdeki ilk kitabı olan Keder ve Mutluluk’tan söz etmek istiyorum. Seda Sevinç’in dilimize kazandırdığı bu roman, raflardaki yerini Timaş Yayınları etiketiyle aldı. Yazar, bence bu romanda kahramanı Martha’nın anlatıcılığında hayatımızı çevreleyen zıtlıklara, birey olma çabasına ve aldığımız kararlar sonucunda ilişkilerimizin hareketine bakmamızı istiyor. Ve romanın içeriğine dalmadan şunu da hemen eklemeliyim; sayfalar ilerledikçe bir antikçağ filozofunun hayatı okuma biçimi olan “Her şey zıddıyla kaimdir,” görüşü ve Samuel Beckett’ın “Hep denedin. Hep yenildin. Olsun. Yine dene. Yine yenil ama daha iyi yenil,” sözü belleğimde döndü durdu.



Keder ve Mutluluk için bir “eve dönüş” hikâyesi diyebiliriz. Aslında belki de bir “evini arayış” hikâyesidir bu. Her şeyi anlatan ana karakterimiz Martha yıllar sonra baba evine dönüyor ve işte roman da o zaman başlıyor. Evliliklerinin yedinci yılında kırk yaşına girecek olmanın sıkıntısıyla boğuşan Martha, bir kutlama istemese de kocası Patrick sadece kendi arkadaşlarını çağırdığı bir parti düzenliyor. Bu detayı Patrick’in ne kadar ince düşünceli bir koca olduğunu belirtmek için verdim. Öyle ki böyle bir adamla evli olduğu için Martha çok şanslı. Oysa o mutsuz bir kadın. Bunun için Patrick’i suçlayamayız belki ama evliliğinde mutluluğu bulamamış bir kadına da “Her şeyin var, daha ne istiyorsun?” deyip geçemeyiz. Çünkü olur öyle bazen; size âşık bir kocanız veya kapısının size her zaman sonuna kadar açık olduğunu bildiğiniz bir aileniz varken de işler yolundan çıkabilir. İçinizde sizi sürekli kederli yanda tutmaya çalışan deli bir boşluk oluşabilir. İşte Martha bunları yaşıyor. Keşke her şey dışarıdan göründüğü gibi mükemmel olabilse, değil mi?


Martha, baba evinde bize çocukluğundan başlayarak hayatını anlatmaya koyuluyor. Başlarda pek başarılı olmayan bir şair ile eşyalardan heykel yapan bir heykel sanatçısının iki kız çocuğundan bir olan Martha, ailesini, kuzenlerini, teyzesini anlatırken gün gelince kocası olan çocukluk arkadaşı Patrick’i de tanımamızı sağlıyor. Ailenin Noellerde yaşadıklarıysa, romanın birer dönüm noktası oluyor.


“Patrick ve ben, birbirimizin çocukluklarının bir parçasıydık. Yeni çiftlerin yaptığı gibi birbirimize geçmişlerimizi anlatmak zorunda kalmadık. Aksine ortak geçmişimiz zaman içinde bir rekabete dönüştü: Kiminki daha kötüydü?” (Sayfa 20)


Evet, onlar birbirinin çocukluk arkadaşıydı. Zamanla rekabete dönüşen bir ortak geçmişleri vardı. Martha için Patrick hep oradaydı; öylece duruyordu. Belli ki bu ortak denen geçmiş, ikisinin gözünde aynı akmıyordu. Çünkü az önce de dediğim gibi dışarıdan her şey yerli yerinde görünüyorken, sözgelimi Patrick halinden memnun yaşarken, Martha’yı boğan, ne olduğunu çözemediği duyguları vardı. İşte psikoloğa gitmeye de o zaman başladı.

Yazar, Martha üzerinden depresyondaki bir insanın yaşadıklarını ve etrafına etkisini anlatmaya çabalıyor. Başarıyor da. İşte burada sevgi konusu devreye giriyor. Çünkü insan ne yaşarsa yaşasın ihtiyaç duyduğu en temel şey sevildiğini hissetmek olsa gerek. İnsanın kendine dahi tahammülü olmayan o depresyon sancılarını başka ne dindirebilir ki? Bir sevgiye ihtiyaç duyar insan, bir de sevdiği tarafından anlaşılmaya…


Martha bize her şeyi kırk yaşından anlatsa da okuduğumuz onun çocukluğu, genç kızlığı, evliliği ve 30’lu yaşları... Aslında biz 30’lu yaşlardaki bir kadının dışarıdan her şey kusursuz görünüyorken kendi içinde kopan fırtınaların sonrasını okuyoruz. Şunu da hemen söylemeliyim, oldukça akıcı bir dile sahip olan bu kitap, bizi özellikle bu sebepten yaralıyor. Çünkü keder ve mutluluk Mason’ın dilinde iç içe geçiyor ve yeni bir dil oluşuyor; yazarın kendine özgü dili. Ve bu dilde her ne kadar yara alıyor olsak da kara bir mizah dudaklarımızın kıvrımına bir gülüş bırakıyor. Baştan sona acı dolu bir hikâye değil bu; bir arayış. Ve Martha anlattıkça onu hiç uzağımızda hissetmiyoruz. Bir de bakıyoruz ki içimizde bir yere yerleşmiş. Adı belli olmayan hastalığıysa kuşkusuz günümüzde hepimizin yaşadığı tükenmişliği anımsatıyor.


Martha uzun uzun anlatırken siz de uzun uzun düşündüğünüzü bir yerde fark ediyorsunuz; sizin yeriniz neredeyse orada diyebiliriz buraya. Ben Martha anlattıkça kendime ait o yerde durup en başa döndüm. Kızın, babasının evine döndüğü yere. Bu noktada hep sorguladığım ev gerçeği aşılmaz bir duvar oldu önümde. Ama okudukça kolaylaştı. O anlattıkça duvar aşılır oldu, yanına yamacına çiçekler bile diktim. Bazen bir kitap sizi korktuğunuz yerlerde gezdiriyor. Sorunuza net bir cevap alamıyorsunuz belki ama korkunun üzerine gitmek, oralarda kol kola gezinmek de az şey değil. Bu işte benim ruhumun iz düşümü.

Romanın ruhunu oluşturansa bence en çok Martha’nın mutluluk denen o duyguyla yüzleşmesi ve depresif davranışları. Sonra çocukluk denen o zaman dilimi ve kardeşlik ilişkileri okurun ruhuna nakşediliyor. Bir de bel kemiği konumuz evlilikte çocuk isteme ve hastalık meselesi hikâye boyunca tartışılıyor. Çocuk özlemini kız kardeşinin çocuklarıyla gidermek durumunda olan Martha, genç kızlık çağlarında bir doktorun yanlış tanısı sonucu çocuğu olmasının mümkün olmadığını bildiğinden, evliliklerinde çocuk istemediğini vurguluyor. Fakat 40 yaşına gireceği günlerde tanıştığı bir psikoloğun “Çocuk yapabilirsin,” söylemiyle yeniden depresyon günleri başlar ve evliliği de bitme noktasında yeni bir sürece girer.


Martha işte tam da bu noktada; geçmişinin ağırlığı ile geleceğinin belirsizliği arasında sıkışıyor. Bundan sonrası hakkında çok şey bilmeye ihtiyacı var ancak pençesinde sıkışıp kaldığı depresyon görüş alanını kısıtlıyor. Baba evine gelip yeniden çocuk olmak istese de o iş hiç öyle değil. Büyümek demek sorunları da büyütmek demek. Hal böyle olunca yeni sorunları da bir bir kucaklaması gerekiyor. Sonunda anlıyoruz ki Mason bize, mutluluğa giden yolun kederden geçtiğini gösteriyor. Martha, aile, evlilik, sevgi, aşk, çocuk, depresyon konularının insan üzerindeki etkili hikâyesine odaklanıyor ve sonra birden artık hepimiz Martha oluveriyoruz.


KEDER VE MUTLULUK

Meg Mason

Timaş Yayınları, 2023

Çeviri: Seda Sevinç

320 s.

bottom of page