İnsandan ümidini kesen adam: Kurt Vonnegut Jr.
Ayşe Başçı'nın Kurt Vonnegut'ın üç kitabı üzerine kaleme aldığı yazı serisinin ilki; Vonnegut Kitapları
Kurt Vonnegut Jr. ile bundan yaklaşık 15 yıl önce tanıştım. Akıl hocam, dostum, yazar/çevirmen Handan Saraç bir gün elinde Slaughterhouse-Five başlıklı bir kitapla gelip “Buna bayılacaksın, tam senlik,” dedi. Haklıydı. Çok kısa sürede, hayranlıkla okudum fakat sonrasında Vonnegut’la nedense yolum tekrar kesişmedi. Bununla beraber, yazının daha en başından tarafımı belli edeyim: Kara mizahın en zor yazı türü olduğuna inanır, kalemimin asla mizah yazabilecek kıvraklıkta olmadığını bilirim. Mark Twain’e, Oscar Wilde’a, Aziz Nesin’e “insanüstü insanlar” olarak bakarım. Can Yayınları’nın “saçmalıklara karşı direnç kazanmak” üzere vitamin niyetine sunduğu üç Vonnegut romanını peş peşe okuduktan sonra Kurt Vonnegut’ı da insanüstü insanlar listeme ekledim.
Aslına bakarsanız Vonnegut’ın sadece kitapları değil, hayatının en azından ilk 30 yılı da başlı başına ironik. 19. yüzyılın ortalarında Almanya’dan ABD’ye göçmüş varlıklı bir ailenin çocuğu olarak 1922’de Indianapolis’te doğmuş. Fakat kısa süre sonra “Amerikan Rüyası” Büyük Buhran’a dönüşmüş ve pek çok aile gibi Vonnegut ailesini de vurmuş. Lisede klarnet çalan, okul gazetesinde editörlük yapan, üniversitede beşeri bilimler okumak isteyen Kurt Vonnegut “o işlerde para yok” diyen babası ve ağabeyinin teşvikiyle biyokimya eğitimi almaya başlamış. Elbette biyokimyadan ziyade okul gazetesine hicivler yazmakla ilgilendiği için derslerde başarısız olmuş ve okulu bırakmış. ABD’nin 2. Dünya Savaşı’na girişine karşı çıkmasına ve pasifist akımı benimsemesine rağmen Pearl Harbour saldırısıyla birlikte seferberlik ilanı gündeme gelince, “Onlar zorla götürmeden ben gideyim bari,” diyerek orduya katılmış. Avrupa’ya gönderilmiş, Ardenler Taarruzu’nda Almanlara esir düşmüş, Dresden’e nakledilerek bir mezbahaya yerleştirilmiş ve malt şurubu üreten bir fabrikada savaş esiri olarak çalıştırılmış. Ve Dresden müttefikler tarafından bombalanmış. Mezbahanın yeraltındaki buzhanesine sığınan Vonnegut bu saldırıdan kurtulmuş ve savaşın sona ermesiyle birlikte ülkesine dönmüş.
Yani tek cümleyle özetlemek gerekirse: Yaklaşık 100 yıl önce Almanya’dan göç etmiş bir ailenin Amerikalı ve pasifist oğlu Amerikan ordusunda savaşa katılarak Almanlara esir düştükten sonra Amerikan ve İngiliz savaş uçakları tarafından bombalanan Dresden’de sağ kalmayı başarmış. Bundan âlâ ironi mi olur?
Savaş tarih kitaplarında, hele hele resmî öğretide anlatıldığı gibi bir şey midir gerçekten? Echenoz’un 1914'ünü, Tolstoy’un Savaş ve Barış'ını, Hemingway’in Silahlara Veda'sını, Remarque’ın İnsanları Seveceksin'ini ya da aklınıza gelen başka savaş romanlarını düşünün. Devletlerin değil, insanların gözünden savaşı okuduğunuzda dün de bugün de karşı karşıya olunanı daha iyi anlıyor insan. Koltuğumuzda otururken kitaplardan öğrendiğimiz savaşlar insana ve dünyaya bakışımızı değiştirirken, bizzat yaşadığı bir savaşın Kurt Vonnegut’ı değiştirmediğini ya da şekillendirmediğini söylemek herhalde mümkün olmaz.
Ve böylece her şeyi bir kenara bırakıp savaşı, kapitalizmi, Amerikan rüyasını, insanın anlam arayışını, çevre felaketlerini, siyasetin çamurunu kendi hayatının ironileriyle birleştiren, bir yandan da bilimkurguyla beslenen kitaplar yazmaya başlamış Vonnegut ve toplam 14 romana, üç öykü kitabına, beş tiyatro oyununa, beş kurgudışı kitaba imza atmış.
Sonuç? Ölmeden çok kısa süre önce çıkan son kitabı Ülkesiz Bir Adam'da* şunları söylüyor: "Albert Einstein ve Mark Twain ömürlerinin sonunda insan türünden ümidi kesmişlerdi, üstelik Twain Birinci Dünya Savaşı’nı bile görmemişti. Savaş artık televizyonda izlediğimiz bir eğlence ve özellikle Birinci Dünya Savaşı’nı bu kadar eğlenceli kılan şey de iki Amerikan icadı: dikenli tel ve makineli tüfek.
…
Benden katbekat üstün olan Einstein ve Twain gibi artık ben de insanlardan ümidi kesiyorum. İkinci Dünya Savaşı gazisiyim ve acımasız savaş makinesine daha önce de teslim olduğumu söylemek isterim."
"Eğlence" anlayışımız giderek zalimleşirken, göç dalgalarıyla birlikte insan hayatı üzerinden pazarlıklar artarken, dünyanın farklı yerlerinde bombaların dumanları tüterken, mermiler duvarlarda ve insanlığımızda delikler açmayı sürdürürken, ihtişam ile sefaletin yan yana durması siyasetçilerin yüzünü kızartmazken, “tasarruf edilemez” itibar hep yanlış yerlerde aranırken Vonnegut’ın kara mizahı okuru içten içe yiyip bitiriyor. Korkmayın, gülerek ısırıyor, okurken canınız yanmıyor. Bittiğinde ise tam bir palyaço gülümsemesi kalıyor insanın yüzünde.
Vonnegut üzerine bu yazdıklarım bir önsöz olsun. Üzerinde konuşacağımız üç kitabımız var daha. Bir sonraki yazının konusu, Mahir Ünsal Eriş’in çevirisiyle “Kedi Beşiği”.
* The Guardian, bir anı kitabı olan “A Man Without A Country”den uzunca bir alıntıyı makale olarak yayımlamış. Bu yazıdaki alıntının çevirisi bana aittir. Kitabın tamamı ise Algan Sezgintüredi çevirisiyle April Yayıncılık’tan Ülkesiz Bir Adam ismiyle yayımlanmış.
Comments