top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Kadının adı yok, peki neyi var?

Yavuz Arkın, Didem Kazan Sol'un ilk öykü kitabı Kusura Ayna üzerine yazdı: "Yazar, edebiyatın toplumu değiştiren ve dönüştüren yönünü bu kitapta belirginleştirir: Söylenmesi gerekeni düz bir şekilde söylemez, estetik olanı devrimsel olana dönüştürür."


Günümüzde birçok kavramı yeniden tanımlamamız ve yeni anlamlar yüklememiz gerekiyor çünkü gerçek her gün yeniden üretiliyor. En temel soruları tekrar tekrar soruyoruz; insan nedir, insan kimdir, insan kim olmalıdır? Bu sorular beraberinde, tanımların anlamların yeterli olmadığı sorunsalı ile baş başa kalıyoruz: insanın hakları nelerdir? Bu konuda sosyoloji, antropoloji, felsefe gibi bilimlerin söyleyeceği çok söz var, peki edebiyatın yok mu? Didem Kazan Sol, yazdığı Kusura Ayna isimli ilk öykü kitabında kadınlar özelinde bu soruyu soruyor. Etkileyici bir kapağı olan kitabın içindeki her öykü kadınların karşılaştıkları sorunlar karşısında eylemleri, duruşu, çözümü-çözümsüzlüğü yeri geldiğinde ters yüz ederek gösteriyor.


Kadın kuyruk sallar erkek koparır

“Kadın kuyruk sallamazsa erkek peşinden koşmaz.“ Şimdilerde çok kullanılmasa bu klişe cümleyi hala yer yer duyabilirsiniz. Eskilerde söylendiği şekli; Dişi köpek kuyruğunu sallamayınca, erkek köpek ardına düşmez.”


Kapağa ilham olan öykü Ucube Dedi bu iki söze atıfta bulunurcasına hareket eder, karakter birinci tekil ağızdan anlatır ama anlatan öykünün kahramanı değil bir yan karakterdir. Bu şekilde kullanılması öykünün merkezini kaydırır, etken karakter değil de edilgen karakter merkeze yaklaşır.


Kadın nedir sorusunun da yaşadığımız zamandaki bir cevabıdır belki de. Tarihin erkeklerin tarihi olduğu gerçeğini de göz önüne alırsak kadın tanrıçalar az da olsa yer almıştır. Öyküde Yunan mitolojilerinden kaynak alıp ana karakterimizi bir tanrıça seviyesine çıkarırız. Burada tanrıça kavramı hem ulaşılmazlık hem de korkutucu olma duygusunu aynı anda yaşatır okuyucuya. İki uçta yer yer öyküdeki başkişiye, bir tarafta tanrıça iken diğer yandan ucube yaftası vurulur. Her iki seçenekte de kendi gücünü ortaya koyar: Kadın olmanın ulaşılmaz gücü.


Mitolojiden psikolojiye atlama yaparız; erkeğin sahip olduğu gücün cinsellik üzerinden yorumlanmasına bir antitez üretir. Erkeğin üstünlüğünü yerle bir edecek bu durum karşısında kız kardeşin ağzından dinlediğimiz öyküdeki diğer iki kadın karakter önem kazanır; bunlardan biri abla diğeri annedir.


Annenin rolü bir kadından çok erkek otoritesine dayanan baskıcı bir güçtür; kendisine biçilen rolü miras olarak büyük kızına daha sonra da küçük kızına aktarmaya çalışır. Gen aktarımı gibi iş görür bu durum; üç kuşak karakter özelliği olarak birbirinden o kadar farklı olmasına farklıdır ki yeri gelir en küçük olan dizginleri ele almak zorunda kalır.



Kuytularda gezenlerindir özgür olma tutkusu

Yazarın öykülerinin temelinde kadın olgusu yatsa da erkeği kapının dışında bırakmaz, ikisi de birbirine aynadır. Karşılıklı olarak eksik yanlarını görürler; hayattaki pişmanlıklarını, amaçsızlıklarını, hayallerini. Nietzsche’nin dediği gibi: “Uzun süre uçuruma bakarsan uçurum da sana bakar.” Ve bir süre sonra karşınızdakinin enerjisi, size de bulaşır, burada da kadın erkekte erkek kadında birbirine baktıkça enerjileri birbirine karışır.


Öykü kişileri inandıkları değerlerin peşinden gider, toplum tarafından inandıkları ne kadar saçma bulunursa bulunsun.

Kitap boyunca yoğun bir ironi havası hâkim; yazar ele aldığı konuları, kurumları, kavramları ve kişileri kimi zaman hafif kimi zaman da ağır bir şekilde eleştirir. Edebiyatın eleştirel yönünü ortaya koyar, edebiyat sadece edebiyat değildir. Toplumu değiştiren ve dönüştüren yönü burada devreye girer; söylenmesi gerekeni düz bir şekilde söylemez, estetik olanı devrimsel olana dönüştürür.


Öykülerdeki karakterlerin iç sesleri oldukça güçlü çıkar, bunun sonucu olarak da iletişim bir yönüyle eksik kalır. Sözün yerini bir süre sonra eylem alır, zorunda kalır. Monoloğun sonu fiziksel bir diyaloğa dönüşmek zorundadır.


Masallar oldukça önemli bir yer kaplıyor kitapta; yazar da çoğu zaman bir masal anlatıcısına dönüşüyor. Sürekli tersyüz ettiği masalların odağında cinsellik yer alıyor. Ülkede insanların özgürce yaşayamadığı cinsellik, masallarda yaşanır. Tabuları ortadan kaldırmaya çalışır yazar ve o zaman gerilimin de ortadan kalktığını gösterir bize.


İlk öykü kitabında yazar yoğun olarak kadın sorunlarına el atıyor ama erkekleri de devreden çıkarmıyor. Sorunların çözümünde tek tarafın çabasının yetersiz olduğu gerçeğini bizlere aktarıyor. Öykülerin kısa olması yoğunluğu da beraberinde getiriyor. Ele aldığı konular kısa ve öz bir anlatımı gerektiriyor, öykünün de gücü burada değil mi?


KUSURA AYNA

Didem Kazan Sol

İthaki Yayınları, 2023

88 s.

bottom of page